- 233 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR AYRICALIKLI KUŞAK "X"
Kendimize zaman zaman şu soruyu sorarız: Ne zaman doğmak, hangi devirde yaşamak isterdim? Bu soruya farklı kuşakların farklı cevaplar vermesi oldukça doğaldır. Ve fakat sözün ucu bir yetmişli kuşağa temas ederse, büyük oranda ve memnuniyetle yine yetmişli yılları dile getirecek ve şaşırtacaktır sizi. Kimler daha anlamlı ve güzel bir zeminde doğmuş olmayı istemezdi ki? Ne var bu yetmişli yıllarda ki, günümüzde dahi hâlâ “ben de varım” diyebiliyor, geçmiş ve bugünleri arasında en ideal bağları kuruyor ve dahası geleceğe de vizyon sahibi olabiliyorlar…
Her devrin kendine mahsus güzellikleri, zorlukları ve bu süreçleri deneyimleyen kuşakların hafızlarında derin izleri vardır. Bu izler günümüz kuşakları yani milenyumlular için henüz yeni yeni belirginleşmekte ve ileriki yıllarda da anılardaki yerini alacaktır kuşkusuz. Kuşakların yaşadıkları devrin şartlarından etkilenmeleri gerçeği bir kenara, yaşadıkları devre de iz bırakmaları işin diğer yanıdır. Bu anlamda yaşı bizler gibi elli ve üzerindeki insanlara sual edildiğince, çocukluk ve gençlik yıllarını nasıl da dolu dolu yaşadıklarını duyarken hayretler içinde kalınmasına da şaşmamak gerekir. Aynı durum bir ellili ve altmışlı kuşaklar için çok geçerli değildir ne yazık. Zira, onların devrindeki sınırlı olanaklar, dünyayı kasıp kavuran siyasal ve ekonomik buhranlar, hayatın renklerini büyük ölçüde filtrelemiş ve onlar, çilelerin insanları olarak güne gelebilmişlerdir.
Yetmişli kuşaklar öncekiler gibi bir nebze zorluğu yaşamış olsalar da, ulaşabildikleri olanaklar ve hayatın oldukça farklı yönlerinde ve zeminlerinde bulabildikleri fırsatlarla oldukça bahtiyardırlar dersek, abartı da olmaz. Zira, bu kuşak cumhuriyet tarihinin en güzide müziklerinin, başyapıtlarının canlı şahidi, Türk sinemasının devlerinin hemen her mahallede kurulan açık hava sinemalarıyla en yakıp takipçisi, uzak doğu sporlarının mantar gibi çoğaldığı spor okullarının üyeleri, henüz emekleme dönemindeki bilişim teknoloji ürünlerinin ilk kullanıcıları da olabilme şansına erişmişlerdir. Sadece bilişim maceraları ve bu konuya dair deneyimleri bile günümüzde de ayakları üzerinde durabilmeleri bakımından ne de büyük bir nimettir. Bu durum ne yazık ki yetmişli yılların öncesi kuşak için geçerli değildir. Ve onlar, sanki günümüzde yaşamıyormuş gibi adeta inzivaya çekilmişler, gayri sosyal bir pozisyonda ve sanki hayattan da emekli olmuş gibidirler. Bir zamanların en kesif sorunlarıyla yüzleşen, madurluk anlamında hayatın türlü zorluklarını derinden yaşamış bu kuşak, günümüzde unutulmuş, bir kenara itilmişlik haliyle son derece etik dışı bir soyutlanmayı, dışlanmayı ve kısaca çağın gerçeklerinin dikte ettiği vefasızlığı yaşamaktadır.
Konuyu hangi bakımdan ele alırsak alalım, her kuşağın bir misyonunun olduğunu gözardı edemeyiz. Ellili ve altmışlı kuşakların gayretleri olmasaydı, yetmişli ve sonrasındaki kuşakların bu günkü sosyal, kültürel, akademik erişimleri de olamayacaktı kuşkusuz. Bu trajedik gerçekten hareketle, o dönemin insanlarını hiç olmazsa hayatlarının şu son düzlüğünde daha bir sahiplenmek ve gönüllerini almak, tecrübelerini, anılarını dile getirebilecekleri zeminler sunmak, toplumun tüm kesimlerinin bir vefa borcudur.
İddialı şekilde şu yetmişli kuşakların neden başat bir nesil olduğunu anlamaya çalışalım. Onlar, yıllar öncesinde salt resmi bayramları dahi onlarca günlük hazırlıkla, hadiselerin bizzat özneleri olarak içinde yer alarak derinden nefeslenmişler, tiyatro oyunlarını ekrandan değil, bizzat orijinal sahnelerinden izleyebilme şansını yakalamışlar ve daha da somutu ise, hiç olmazsa gençlik dönemlerine değin bir müsamereler vasıtasıyla bu zeminlerde yetenekleri ölçüsünde roller de üstlenmişlerdir. Bu artılar, yetmişli kuşaklarda o dönemin günümüze göre oldukça baskın ve dikte eden eğitim felsefesine karşın, hayata dair zorlukların aşılması noktasında insiyatif alabilme ve pratik çözümler üreterek yarına güvenle bakabilme yetilerini de pekiştirmiştir kuşkusuz. Kısacası, yetmişli kuşaklar, uzay çalışmalarının yakından takipçisi, bilişimin gelişiminin hedef kitlesi, spor, sanat ve kültürel ve akademik yaşamın da daima içinde yer alanı olma şansını yakalamışlardır.
Günümüzn “Z” kuşağı olarak tabir edilen nesli ile kendini asgari şartlarda yetiştirmiş bir yetmişli kuşak, bu donanımı sayesinde rahatlıkla onlarla boy ölçüşebilir . Günümüz nesli ile yetmişli yılların neslinin tarih aralıkları farklı gibi görünse de onları ortaklaştıran o denli çok şey varki, bunlara değinilmeden geçilemez. Altmışlı kuşakların müzük anlayışları bizlere çok sığ gelebiliyor. Ve fakat bir yetmişli kuşağın müzik kulağı ile milenyuma kadarki kuşağın anlayışları ise bütünüyle olmasa da ciddi manada ortaklaşabiliyor. Tam da bu noktada yetmişlerde nelerin ve nasıl yapıldığını irdelenmesi gerekir sanırım. Zira, yetmişli yıllarda kimler sanat adına bir şeyler yapma gayreti içine girmişler ise, bunu hakikaten mükemmel yapmışlar. Öyle omasaydı, o günlere adını altın harflerle yazdıran sanat değerlerinin günümüzde de dinlenenler arasında olduklarını söylemezdik değil mi? Bu dinleme ortaklığı “Z” kuşağını da kapsamı içine almış görünüyor. O yıllarda üretilen sanat eserleri ve bilhassa müzik yapıtları adeta sahalarının nirengi noktaları gibi güncelliklerini korudukları gibi, farklı yorumlarla da daha bir dernlik ve güncellik kazanarak yeniden yeşermişler sanki.
Şunu söylemek gerekir ki, çokça dinlediğimiz sanat, pop, rak, arabesk, fantezi, arajman tarzlarındaki eserlerin sonraki yıllarda unutulup gidileceği ve bizlerdeki o müzik sevdasının da bir takıntı olduğu hep dillendirilirdi. Bizler ise, büyük beğeni ve hayranlıkla sözlerini dahi ezberlediğimiz onlarca eserin, onlarca yıl sonra yeniden değer kazanacağını, dinlenir olmaya da devam edeceklerini söylemekten geri kalmazdık. Biz, o eserlerin her bir sözünün hayata ne denli bağlılıkla yazıldığını, ne denli güçlü söylem be anlam derinliği içerdiğini, müzik kurgularının da oldukça üst seviyelerde olduklarını anlamıştık sanırım. Ve nihayet bizler haklı çıktık. Yetmişli yılların kuşaklarının hayranlıkla ve bıkmaksızın dinledikleri, kulaklara pelesenk olmuş şarkıları, onların çocukları tarafından da kısmen de olsa beğeniyle dinleniyor , icra ediliyor. Günümüzde üretilen eserlerin daha marjinal ve günü birlik olmaları da bunda etkendir kuşkusuz. Yeşilçam`ın ortaya koyduğu sinema eserlerinin de bu anlamda hakkını teslim etmek gerekir sanırım. Zamanının büyük bir kitlesinin beğenisini edinen eserler ve onlara can veren aktör ve aktristler, günümüzde de aynı heyecanla insanları ekran başında toplayabiliyor ve onlarda; ortaklaşa gülmelerin, düşünüşün, hüznün rüzgarını da neşenin fısıltısını da hissedişin, düşünüşün kapısını aralayabiliyorlar. Kısacası, sadece zamana değmekle kalmamış, onu bir hayli de aşmışlardır. Tam da bu bakımdan şu yetmişlililerin zemini bir başka değerlidir belki de.
Bir eserin kendi üretildiği yılları aşarak sonraki yıllarda da dinlenebiliyor olması yabana atılabilecek bir şey değildir elbette. Bu durum, o eseri yazan, besteleyen ve icra edenlerin en üst seviyede kalıcılığı yakalayabilmiş kalitelerinin de açık göstergesidrir. Bu anlamda duygu dünyaları en zenginleşmiş kuşaklardan biri olarak yetmişlileri şanslı görmemek, onlara gıpta etmemek elde değildir. Ben de bu kuşaktab biri olarak kendimi son derece şansşı, bahtiyar hissediyorum. Bizler, mazideki rüzgarın esintileriyle günümüzdeki gençliğin hissiyatlarına, düşünüşlerine biz nebze daha yakınız. Bu durum onlar bakımından bizi sanki kültürel bir elçi durumuna da sokabiliyor kuşkusuz. Beğeni, duygu ve düşünüşleriyle bir kuşağın sonrakilerle uyumu çok çok nadir görülen bir durumdur. Kuşak çatışmalarının tümüyle yok olduğunu söylemez isek de, bu çatışmaların daha insaflı ölçüde cereyan ettiğini ve çoğunda da biz uzalaşıva varılabildiğini söyleyebilmemiz ne mühimdir.
Henüz en doğal ve bir o kadar da saf halindeki, kirlenmemiş, ötekileştirilmemiş kırsal hayatın tablolardaki masal düzlemine inat zenginlikleri ve bir o kadar da bereketli yanıyla köy yaşamının dünlerini de görebilmeleri, kendi olanakları ölçüsünde de yer içine bu yaşamı içinde özne olarak da var oluşları, yetmişli kuşağa paha biçilmez artılar katmıştır hayat adına. Su ve elektriğin henüz köy hayatıyla bulumadığı yıllarda o bereketli toprakların en lezzetli mısırlarını, domateslerini, kirazlarını ve türlü ağız tadlarını en katışıksız haliyle de tüketebilmiş yetmişliler, GDO`nun daha literatüre bile girmediği o yıllarda en doğal beslenebilenler olmayı da başarmıştır. Onlar harman yerinde düven sürmüşler, av hayvanlarını zenginliğini keşfetmiş, akarsuların berrak akışını gözlemlemiş ve uçurtmayı bizzat el beceri le yapabilmenin hazzını da gurunu da yaşamışlardır. Belki de günümüz insanının her şeyi hazır bulmaları onları mutsuz etmektedir bu anlamda. Yetmişliler her ne aldılar ve her neyin içinde olmuşlarsa, ona mutlaka kendilerinden bir şeyler de katabilmişlerdir. Kısacası, hayatın gözlemcisi olmaktan çıkmış, öznesi olarak çokça rolü deneyimleyebilmişlerdir.
Çeyrek asırdan biraz daha gerideki doğamızda ortalama bir becerideki olta balıkçılığı deneyimi bize her on- on beş dakikada yaklaşık bir düzine tatlı su balığı skorunu verebilmekteydi. Bunu sıradan bir anımızdan bu günün çocuk ve genç yaş grubuna aktarsaydık, büyük oranda ironi yaptığımızı, durumu biraz da efsaneleştirerek ve oldukça abartılı dile getirdiğimizi sanacaklardı. Oysa durum tam da böyleydi gerçekte. Billur gibi akan ;dere, çay, ırmak ve nehirlerin yanı sıra, sabahın çok erken vakitlerinde bir iskeleden deniz tabanının son derece temiz bir görüş sağlaması, derken koskoca kalıbıyla ta ki sahile yakın bir çizgiden orkinos sürüsünün belirlenmesi ve dahası masal değildi. Bu tür deneyimleri, heyecanları aktarırken, günümüzde oldukça sıra dışı şeyler gibi göründüklerinden olsa gerek, bizleri dinleyenlerin şaşkınlığını anlamak çok da zor değil. Keşke zamanda biraz gerilere gidilebilse ve bu anlatımların bizzat tecrübe edildikleri bütün çıplaklığı ile günümüz kuşağına da aktarılabilseydi. Bunu yapabilecek sınırlı sayıdaki resim ve imkanları olanların video kayıtlarının önemini varın siz düşünün.
Hayatı adeta tüm hücreleri ile solumuş, hissetmiş ve kendinden bir şeyler katabilmiş yetmişliler, son elli yılın en çok kendi olabilmiş, içi ve dışı ile sağlıklı örtüşen kişilikler olarak da ayrı bir yerdedir. Potansiyellerini keşfetme, hayata yansıtma anlamında da çok şanslı bir zamanda yer edinebilmeleri bunda büyük katkı sağlamış olmalıdır. Onların anılarındaki hayat son derece dirik, renkli ve bir o kadar da sürükleyicidir. Dolma tekerlekli bisikletlerden, şambrellilerine, sokak aralarında akşamların o belli vakitlerindeki ve ev ahalisinin de merakla bekledikleri “”Bozaaa” nidasına, havaların ısınmasını takiben lünaparklardaki atlı karıncaya, çarpışan arabaya, dönme dolap ve dahasına, kapsamlı bir kütüphaneye erişimleri olmamasına karşın, bu kuşağın kendilerini ifadede sorun yaşamadan güne uyumlarındaki pahasız gözlem ve deneyimler, sizce de dikkate değer değil midir?
Teknolojik devinimleri de en ilkelinden itibaren en üst seviyedeki günümüz araçlarına değin bizzat görebilmiş olmaları, “bende varım” söyleminin de omurgasıdır aslında. Hayat filminden neredeyse hiçbir şeyi ıskalamadan bu günlere gelebilmiş olmaları ya da uzunca süre beklemekli olan çoğu icadın bu kuşakla birlikte bir dinamik devinime girmesi, onların bugündeki dik duruşlarında elbette çok manidardır.
Geriye dönüp bakıldığında çokça neslin belli belirsiz izleri bırakacağı bir vakıadır. Bu izler ellili ve altmışlı yılların insanlarında oldukça silik kalmışken, görünen o ki yetmişlilerinkinde çok uzun ve de belirgin şekilde ortaya çıkacaktır. Şunu belitmek gerekirse, günümüz Türkiyesi`nin omurgası neredeyse yetmişli kuşakların maneviyatı, duruşu, disiplini, esnekliği üzerinde kısa süreli de olsa daha yol alabileceğe benzemektedir. Onlar, bu anlamda ülkenin kaderi için de büyük görevler üstlenmişler, teknoloji ile aralarında sağlıklı bir mesafe koyabilmiş ve yeri geldiğinde de ondan en üst seviyede istifade edebilmenin yollarını da bulabilmişlerdir.
Umudumuz, eski ve yeniyi bir arada tutan değerlerden biri olarak, yetmişli kuşağın son dönemlerin neslini de yeterince doğru anlaması ve olumlu yönde de motive edebilmesidir. Bu bir bakıma bayrak yarışı ise, herbirimiz bu anlamda üzerimize düşeni yapma gayretine girersek, ülkemizin de günü ve geleceği adıan çok iş başarmış da olacağız. Hayat farklı zamanlarda farklı seyretse de, maziden gelen esintilere, güne doğan gerçeklere ve geleceğe yönelik ortak umutlara da birlik ve beraberlikle sarılmayı dikte etmektedir. Bunu birlikte başarabileceğimizi düşünüyorrum. Kalın sağlıcakla.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.