- 304 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Bir de Şiir Var
Bir de Şiir Var
Şair-i Maderzat
Kimi şairler dikkat celp eden, sürdürülebilir, şiir kimyasıyla uyumlu bir damar bulurlar ve bu damar üzerinde yol alırlar. Daha çok ve sadece şiirler yazarlar. Edebi kişiliklerini şiir sanatı belirler. İşleri güçleri şiirdir desek yeridir. Şiirleriyle müsellem şairler yanında şair-i maderzat dediklerimizden de yok değil. Bu şairler de aynı şekilde günü, şiirleriyle yaşarlar, şair yatarlar şair kalkarlar. Bir nevi şair doğmuşlardır. Böyle şiir üzerinde yol alanları gördükçe güzel şiirleri düşünür ve hep şairane bir hisle uyanırım.
Nev-i Şahsına Şiir
Şairler şiirlerini konu ve tema çeşitliliğinde yazarlar. Sevda, ülkü, hüzün, ıstırap, sevinç, umut gibi içsel yolculukta daha neler neler. Şiirlerde ses yükseltilir yer yer sükûnete erdirilir. “Ne ölü görmüş ağlamış, ne düğün görmüş oynamış” sözündeki gibi sahtecilikte değillerdir. Sahici hayat tecrübeleri, yaşanmışlıklar içeren şiirler yazarlar. Şair hüznünü, sevincini, umudunu, hayallerini; yazdığı şiirlere bu şekilde aksettirir. Hüzün de sevinç de hep hayatın içerisinde olan duygular değil midir? “Melalimizi avutmak için bin türlü eğlence, bin türlü zevk icat ettik” diyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu sözünde olduğu gibi bir durumda vardır hayatta illaki. Son olarak her şiir, şairinin yüzünü, sözünü ve hissiyatını taşımaktadır. Şairin yaşadığı bütün duyguları yansıtmaktadır. Ve bir taraftan da şair, iç tezyinatı için şiirlerini yazmaktadır vesselam.
Şairim Der
Duyuş, hissediş ve yaşayışın yanında vukufu da taşır şiirler. Şiirler, şairin insani birikimlerinin toplamı, yolu ve dahi özüdür. İnsan doğduğundan beridir yollardadır. Az veya çok seyahatlere çıkar. Nesimî’nin dediği gibi “yeri göğü düzen benim/ geri dönüp bozan benim/ cümle yazı yazan benim/ bu divana sığmazam” Türünden bir hareketliliktir. Dostoyevski’nin “eğer kirli bir ırmağı içine alırsan bozulmadan kalabilmen için deniz olmalısın” Bakışındaki gibi geniş bir kapsayıcılık halidir bu. Nasıl ki suya, denize ecel gelmiyorsa, sevgiyle yoğrulan böyle bir güç birlikteliği de ilelebet hayatiyetini sürdürecektir.
Yalnızlığı, sükûneti dinginlik içerisinde anlatabilmek çok zor olmasa gerek ama kalabalığı, yaşama direncini, vahşi kapitalizmi asude bir dille ele alıp anlatabilmek maharet olsa gerek. Hele hele birkaç neslin göçle beraber maruz kaldığı olağanüstü değişimleri dinginlikle mısralara dökebilmek, arifane bir bakış açısıyla mümkün olsa gerek. Şems-i Tebrizî’nin güzel bir sözü var, hatırlayalım. “Derdini sade anlatan adam dertlidir, güzel anlatan edip, hâliyle anlatan âşık, tebessümüyle örten ariftir” Sözünün atfedildiği gibi, şair örtmez ama dinginlikle şiirlerini yazar. Bu bağlamda şairin arifane bir bakış açısında olduğunu söyleyebiliriz. Tam tekmil bir derviş gibi asude bir yaklaşımla şiirlerini örer adeta.
Şiirlerde Çocuk
Çocuk olgusunu daha çok anne ve hüzünle bitişik yol alır. Faş edilen, sökün edilen elemler, acılar bunlar üzerinden ele alınıp şiirleşir. Tarihin bütün zaman dilimlerinde yaşanan savaşlardan, zorbalıklardan en fazla çocuklar ve anneler zarar görmüşlerdir. Maruz kalınan zorbalıklar, hoyratlıklar daha çok bedenen zayıfları etkilemiştir ve etkilemektedir. Başka bir ifadeyle hayat mücadelesinin, çocuk ve anne üzerinde ki hüznü, zorluğu çok çetin geçmektedir. Ümitvar olmakta lazım. Akılları sıvazlayıp yaraları saran birileri hep olacaktır yine de. Tabi ki istenilen oyunlarını oynayabilen çocuklardır. Hüzünlerin, çocuklardan uzakta olması arzusuyla...
Şey Bi Şey Yazacaktım
Halkın seviyesinin müptezelleştiği noktalarda kimi denge unsurları vardır. İnsanı kibarlaştıran unsurlardır bunlar. Bunların sadece bir ayağıdır okumak ve yazmak. Biliş-oluş ve varoluşun titrine uygun bir zaviyeden işlevini sürdüren bir hal kimyasıdır bu dürtü. Yazmanın etikasını ve estetikasını inşa edecek bir ekzajere dürtü. İnsani normlara ve sanatın inşasına yol veren yazma serüveninin göbeğinde bir olgu.
Beynin cezvelerinin taşması ve özsuyundan gelen kırlangıç sürüleri misali yüreğe akın etmesi böylece elzem olacaktır. Neyi ve nasıl yazma sorularının cevapları bu cihette gizemini kotarıp bilvasıta kaynaşmasını sürdürecektir. Bilgeliğin lokomotifi, jeneratörü yazmaktan geçmektedir. Bilen veya bilgelik yolunda olan insan yazarak ve çok okuyarak istikamet bulacaktır. Yazma ile insanın bilgeliği hasredilecek böylelikle. Bu bilgelik ve yazma ameliyesi insan türünün en güçlü hali olarak kalmaya devam edecektir.
Şair de İnsan
Dünya da daha çok hüzün ağrıları çekiliyor. Basıp geçilen yollarda canlar serili ve bir taraflar hep soğuklarda kalıyor. İnsanın acıları sarîdir, avazı çabuk duyulur. Acı, hançer gibi kendisini kuşağında taşıttırıyor. Her ne kadar direnç korunmaya çalışılsa da metaneti körelten pesedişler de yaşanmıyor değil. Bu zorluklarla beraber hayat bilgisi derslerden, tecrübelerden besinini alıyor. Bir Antep türküsünde dendiği gibi "kim istemez şad olmayı cihanda/ ben şad olsam gamlı gönül şad olmaz" Her acı geçse de acıyı yaşamış olmak geçmiyor maalesef. Ama her şeye rağmen her acı gürültü yapar ve sonrasında dinginleşir. Öyle veya böyle bizlere sunulmuş bu hayat armağanını yaşamaya devam ediyoruz.
İlkay Coşkun
12.06.2023
YORUMLAR
İlkay hocam, yıllardır bir söz dolanır ortamlarda, halk hazır değil, halk hazır değil... ne zaman usturuplu bir şairle karşılaşsam aklıma gelen soruları sorarım, cevaplarımı alırım lakin halk hazır değil sözü döner dolaşır vurur beni.
Halk neye hazır değil? Hangi bilgi halkı sarsar, halkın sarsacak bilginin ne olup olmadığına kim karar veriyor şairin kendisi mi, yoksa yetiştiği, kalbur ve eleklerinden geçtiği çevreler mi? Kimdir bu çevreler, ne iş yaparlar mesela? halkın bilinç düzeyini mi kontrol ederler yoksa halkın ruh ve zihin doktorları yerine mi koyarlar kendilerini.. ruhban sınıfı gibi bir de şair yazar sınıfı mı oluşmaya başladı halkın tepesinde veya hep varlar mıydılar?
kitapçılarda dönem dönem yayınlanan romanların konularını incelerdim, bir ara tarihi romanlar ortaçağ eksenliler epey revaçtayken, bir dönem antik mücadeleleri anlatan romanlar çıkmıştı görücüye mesela. elbete bunlar tür olarak tarihi politik ve kurgulardan bahsediyorum. sanırım her kuşağın bilincine göre bir yönlendirme veya tarihi ekstradan kurgulama gibi bir işlevsellik görevi mi yerine getiriyorlar, yoksa yayın evleri en çok bu türler satılıyor diye getirilerine göre mi yayınlamaya karar veriyorlar emin değilim.
konu dışına çıkmamışımdır umarım.
yazınız çok kaliteliydi, paragraflar arasına alınan ifadeler, nasıl desem yazıldıkları zamandan çıkıp bu zamana ışık tutuyor gibiydiler...
aklımda kaldığınca;
kirli ırmağı içine alan deniz olmak
haliyle anlat aşık, tebessümle örten arif
nesiminin yanılmıyorsam şathiyesi; yeri göğü düzen benim, geri dönüp bozan benim'i
ne olursa olsun; gamlı gönlün şad olmaması..
incilerle süslenmiş beğendiğim bir üslup, aynı zamanda uzun olmayan, kısa ve öz hedefe varan paragraf düzenlemeleri.. nazar değmesin hocam.
eksik olmayın, bu güzel yazı için teşekkür ederim.
saygılarımla..
İlkay Coşkun
Ne kadar doyurucu bir yazı...
Şiir hakkında her görüş, fazlasıyla dikkatimi çekmiştir İlker Bey,
Hümanist yönünüzle konuya öylesine güzel açıklama getirmişsiniz ki...
Var olsun kaleminiz.
Bir de şiiri / yorumu tekdüzeliğe indirip, şiirden soğutanlar olmasa dedim içimden.
Büyük bir zevkle okundunuz.
Tebrik ve saygımla her dem..