7
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1270
Okunma


aslında hepimiz biraz Drogo’yuz
zaman öyle derin bir akıntı ki
içindeyken
bizi nereye götüreceğini seçemiyoruz
tramvaylar boşaldığında
sarı gagalı sığırcıklar ağaçlara
ağaçlar uykuya yaslandığında
yollar da duraklar da
kendi hayallerini kurmaya başlıyor
İnsan, kadere teslim olmadan onu değiştirebilme gücüne sahip midir yoksa kaderden kaçmak imkansız mıdır?
Tatar Çölü 2016 yazında okuduğum ama yaz aylarında okunmaması gerektiğini düşündüğüm bir Dino Buzzati eseri.
Genç subay Giovanni Drogo’nun Bastiani Kalesi’nde bir türlü sonlandıramadığı kutsal görevinde Tatar Ordusu’nun gelip bir gün kaleyi kuşatacak olmasına dair inancının, düşüncelerinin, uçsuz bucaksız çölün ve Bastiani Kalesi’nin baştan sona tasvirlendiği 232 sayfalık bir roman.
Kitap kahramanının öncesinde dört ay mecburi, sonrasında dört yıl kıdemli, akabinde çeyrek asırı aşkın itaatkâr ve takıntılı hale dönüşen yılları… Hiçbir zaman gelmeyecek, kaleyi asla fethetmeyecek olan korkulu rüya, Tatarlar… Drogo’nun bu orduyu beklerken gördüğü halüsinasyonlar… Sessizliğin içinden kulağına süzülen sesler… Bu duyguların tümünü hemen her paragrafta en ince ayrıntısına kadar işlemiş yazar. Asker psikolojisinin zaman içinde bağımlılığa dönüşü ve bu dönüşüme uzun bir ayna tutuş da diyebiliriz aslında. Gencecik bir insanın geleceğe, önündeki açık şanslara yüz çevirip, gelmeyecek olana kendini adaması, aldanışına boyun eğişinin hikâyesi Tatar Çölü.
Bir ömür bekleyerek kimsenin kahraman olamayacağını, yaşamın, yılların ıskalanmaması gerektiği gerçeğini ziyadesiyle aktarıyor okura.
Kitabı tavsiye etme ya da etmeme konusunda söyleyebileceğim, konu olarak oldukça durağan akıcılık neredeyse hiç yok ama; Kafka, Camus ve Sartre seven biri olarak Buzzati’nin felsefi bir yaklaşımla yazgıyı ve hayatın anlamını sorgulayan üslubunu uzak bulmadım kendime, sanırım bu sebeple etkisi adeta demir attı zihnime. Kitabı bitirdikten sonraki süreçte bana "beklemek" sözcüğünün anlamını sorsalar, "beklemek Tatar Çölü demektir," derdim kesinlikle!
Evet bu roman teğmen Drogo’nun durağan yolu… Adımlarını çölün, kumun bile hissetmediği upuzun hareketsiz bir yol... Onun kendi yaşamı hakkında bu kadar yanlış kararlar vermesine ve karamsarlığına duyduğum kızgınlığa rağmen yine de son sayfada gözyaşlarıma hakim olamadım. O serabından bir türlü yüz çevirmediği ufkuna, aldanışına, halini ve durumunu kanıksamasındaki acizliğe akıttığım gözyaşı...
Oysa hayat bazı dönemlerde bizden gümbür gümbür adımlar atmamızı ister. Ancak o adımları attığımız zaman ayaklarımızın altındaki yol hareket eder. O vakit yol, heybetimizden tir tir titrer. Keşke bunun farkına varabilseydi Drogo…
En güçlü ordu şüphesiz insanın kendisidir!
/ yüRekTen
Femtrak 6. Sayı
~~~
Kitabın durakları:
“Bireyselleşmeye giden yol ıssız ve zorludur.”
“Yüreği adaletsizlik duygusuyla doluydu.”
“Sonra, karanlıkta hiç kimsenin kendisini göremeyeceğini bilmesine rağmen gülümser.”
“Yine de zaman, gitgide daha hızlı bir biçimde akıp gidiyordu; sessiz ritmi yaşamı parçalara ayırıyor, insan geriye bir göz atmak için bile duramıyordu. ‘Dur! Dur!’ diye bağırmak istiyor ama sonra bunun hiçbir yararı olmadığının farkına varıyordu. Her şey, insanlar, mevsimler, bulutlar, her şey kaçıp gidiyordu; insanın taşlara, bir kayanın tepesine asılması da yararsızdı, yorulan parmaklar gevşiyor, kollar, cansız bir şekilde düşüyor ve insan kendini bu çok yavaşlamış gibi görünen ama hiç durmayan ırmağa kapılmış buluveriyordu.”
“Zaman elini sizden çabuk tuttu, sizin artık her şeye yeniden başlama hakkınız yok.”
“İnsan alışıyor.”
“Kargalar yuva yapar, kırlangıçlar gider.”
“Önemli olan gitmekti.”
“Annesi, dönüşünde Drogo’nun kendisini yeniden o dünyada hissedebilmesi, orada uzun yokluğuna rağmen yeniden bir çocuk olarak kalabilmesi için odasını öylece saklayacaktı… Demek ki annesi bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri geldiğinde kapı ve pencereleri açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu.”