- 660 Okunma
- 8 Yorum
- 4 Beğeni
-DİL BİR UYGARLIK OLAYIDIR DERKEN-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tatbikat çizgisinde anlamına varılan bir hususun bir sonraki evrede marazi bir hal alması enteresandır. Yolun yol olmadığı anlaşılır, bir manevrayla dönülür. Ne ki, dönmek istemeyenler vardır. Dönülmez akşamın ufku misalidir onların nezdinde, vakit çok geçtir artık. Bir musikinin sarhoşluğuna dalmış bir zümre karşımızdadır o dem. Özleşerek, sadeleşerek zenginleşeceğiz, çölleşerek yeşereceğiz derler. Bir devrin Tasfiyecilik rüzgârlarından söz ediyorum evet. Şu kadar ki, bu kez kapıyı çalan dilimizi zenginleştirmek değil tasfiye halinde zararına satışlar makamında çalmaktadır. Attila İlhan’ın sosyokültürel dünyamızda bir kırk karanlığına atıfta bulunması da akla gelebilir. Kuşkusuz sistemi domine edici karakter değişmiş ebedi şef yerini milli şefe bırakmıştır. Demem şu ki, Atatürkçülük ya da Kemalizm kavramlarını Atatürk’e bağlarız da bunun İnönücülük yönünde kırılma açısını, kavşak noktasını hesaba katmayız çok kez.
Cumhuriyet dönemi denemeci, eleştirmenlerimizden Nurullah Ataç bu dönemde vitrin bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır söz gelimi. Öyle ya, Çankaya’nın kültür sanat danışmanı değil mi? Bendeki yankılanmasına değinirsem, deneme türünün ülkemizde temellenmesinde temel bir isimdir o. Denemenin hiçbir bilimsellik kaygısı gütmeden yazarın kişisel duygu ve düşüncelerini dillendirdiği bir edebi tür olduğunu biliriz. Demem o ki, eleştiri ya da makale değildir o. Batı toplumlarında bireyciliğin gelişim çizgisiyle denemenin doğup gelişme dinamikleri birbirine paralel seyreder.
Ataç’ta böylesi bir tabiata sahiptir. “Sanat için sanat” anlayışının öz suyu onda da vücut bulur. O da toplumcu değil bireycidir. Elbette Tanzimat bireyciliği denemez. Halk, toplum sorunları etrafında değerlendirmelerinde seçkincidir. Öte yandan ben yaptım oldu misali bir damardan dahi söz edilemez mi? Zıt duygu ve düşünceler arasında rüzgâra kapılmış yaprak misali değilse de, gidip gelmeleri vardır. Bir yazısında mıhlandığını, kendisini sabitlediğini zannettiğiniz bir düşünce bir müddet sonra erir gider onun dünyasında. Çaya karışmış şeker misali mi? Keşke öylesi olsa. Çaya karışan şeker tümden yok olup gitmez ki. Damak tadımızda hayat bulur. Oysa Ataç öyle temel konularda birbirine zıt his ve fikirler arasında seyyaliyet kazanır ki, artık önceki düşüncesinin sonrakine hasmını ikna gayesi dışında benliğinde önemini büsbütün yitirdiğini anlarsınız. Sözü kendisine bırakalım mı?
“Dil işine sonradan giriştim. Daha önce başlasaydım, Dil Devriminin gerekli olduğunu daha önce anlayabilseydim ne iyi olurdu! Erken olsun geç olsun, giriştim dil işine. Gençler arasında bana uyanlar çok oldu. Yaşlılardan da var. Neden ötekilerden çok bana uyanlar oldu? Dil işine girişmem bir çıkar kaygısıyla değildir de onun için. Alıklar, benim şu buyurdu, bu buyurdu diye, şuna buna yaranmak için öz Türkçeye özendiğimi sanırlar. Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.” Der bir defasında.
Söylemlerinde samimiyetinden şüphe duymam. Bir tür doğrucu Davut yanı vardır Ataç’ın. En lezzetli, sıcak yazıları arasında başta geleni ölüm yazılarıdır belki de. İçten bir sesi vardır. Timsah gözyaşı dökmez. Sahteliğe meydan okur. Hoşlanmıyorsa, hoşlanmıyorum der. Yine yazıda sohbet üslubunu geliştirmesi, kendisiyle altüst olan, çatışan, Peyami Safa’nın deyişiyle bir kedinin örgü yumağıyla oynaması misali gidip gelen üslubu ne de lezzetlidir.
Ataç samimidir evet. “Ne yapayım? Düşüncelerim başka, duygularım başka benim. Onları biri biriyle uzlaştırmaya, düşündüğüm gibi duyup, duyduğum gibi düşünmeye özenmiyorum. Doğrusunu söyleyeyim, bu ikilik hoşuma gidiyor benim. Bir kalıp olmak iyi mi sanki? Kimi düşüncelerime bırakırım da kendimi bir yana, kimi duygularıma bırakırım da öte yana giderim, iki yanın da ayrı ayrı güzellikleri var, ayrı ayrı hazları var, hepsini tatmağa çalışırım.” Derken bu yanını gerçekçi biçimde tahlil eder de, ama işte hepsi o kadar. Okyanus sahillerindeki met cezir manzaralarıyla emsal periyodik hareket zinciri dersek elbette birincil anlamıyla değil ama sembolizmi dairesinde anlamak imkânı vermez mi acaba?
Üstte alıntı yaptığımız hususlarda da son derece temel yanılgılar bulunmakta kanımca. Dil işine sonradan giriştim diyor mesela. Birkaç sefer de tekrarlıyor. Sanırsınız ki, Koç benzin işine girmekte. Bir söyleyiş kolaylığı mı, haksızlık mı ediyorum acaba? Kırklı yıllarda dil, edebiyat dünyamızın köşe başı şahsiyeti konumunda, önemli bir makamı işgal etmektedir. Ne var ki, samimiyetine atıfta bulunan cümleleri yanıltır bizi. Gerçek olmadığı için değil, dil ve edebiyatla alakası bulunmadığı bağlamında. Efendim! Dürüst, dobra olmakla bir insanın dilci, edebiyatçı olarak yerinin ve toplumu etkileme hududunun ne ilgisi olur ki? Bir çıkar ardından koşmuyorsa gelsin Özleşmecilik, Tasfiyecilik mi? Olabilir mi böyle bir şey?
“Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.” Demekte söz gelimi. Kırkların alafranga aydınları misali Latince, Yunanca öğretilmesini batılılaşma, modernleşme ölçüsü saymakta açıkça. Zannetmeyin ki, yok canım o kadar da değil, tatbik edilse ilk reddeden onları ben olurum mu diyor? Ne münasebet. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede vurgusu dahilinde hiç değilse özleşelim, özleşelim ve Latinceye, Yunancaya doğru evrilelim, zemin kazanalım demiyor mu sanki? Heyelan zinciri giderek oraya sevk etmez mi acep? Devrimi, bir dönem bulduğunu devirmek zannetmek moda idi ne yazık ki. Üstelik Atatürk, Tasfiyeciliğin tahripkarlığını fark edip çark ettikten sonra, onun vefatından sonra tam gaz ve Atatürkçülük parantezi altında hız veren bir jenerasyondur bu. Türkçülük apaçık Yunancılık halini almaktadır hiç şüpheniz olmasın.
Mesela Ataç “Dil, bir uygarlık olayıdır. Bir uygarlığın kurduğu dil, başka bir uygarlığın düşündüklerini söyleyemez, yetmez onu söylemeye. Bir ulus uygarlığını değiştirdi mi, dilini de değiştirmek zorundadır.” Da demektedir. İlk bakışta kulağa hoş gelmiyor mu? Akıl çok kolay yatar bu tarz söylemlere. Teorik olarak derinleştikçe rengini salar bu tip doğrular ve doğru bildiğimiz yanlışlar halini alır oysa. Öyle bir tanımlamada bulunmuş üstat! Yükte hafif pahada ağır bir şeyden bahsediyor sanırsınız. Bir ulus uygarlığını değiştirdi mi dilini de değiştirmek zorundadır derken elbise değiştirmekten mi söz etmekte yoksa. Sanki! Gömleği değiştirdik ona göre pantolon gerekmez mi? Pantolon pantoloni derken bir de bakmışsın Pantaloni olmuşsun. Göz açıp kapayana kadar Yunan, Roma, Hıristiyanlık temelli bir dünya kurdun bile kendine. Ama gönlünde, zihninde, hayallerinde efendi, realitede değil. Peki realitede olmasına ne engel oldu? Karşı devrimci hükûmetler canıım! Bunu bilmeyecek ne var? Toplumsal, tarihsel alandan gelen tepkiye sosyoloji etki tepki ya da ifrat tefrit demez mi? E canım doğa kanunlarını da kaldırmaz mıyız gerekirse?
Şimdi dil elbette kültür, uygarlık olayıdır da, bu mu yani? Farklı dillerden konulara göre sözcük alınamaz mı? Elbette alınır da, tepeden tırnağa mı?
Ya bir başka kalem kanalıyla şu paragraf peki? "Avrupa’da olduğu gibi, okullarımızda Helence (yani eski Yunanca) ve Latince öğretilmediği için aydınlarımızın bu dillerden gelme kelimeleri, bildikleri Avrupa dilinin -başta da Fransızcanın- malı sanmalarından ve Türkçemizdeki ’söylenildiği gibi yazılma’ esasına uymalarından doğan bu karışıklığın önüne geçmek için okullarımızda Helence değilse bile hiç olmazsa Latince öğretmekten başka yol yoktur. Doğu-İslam kültürü içindeyken okullarımızda Arapça, Farsça okutuyorduk. Batı kültürü içine yerleşmemiz için bütün Avrupalılar gibi okullarımızda Helence ve Latince öğretmek zorundayız. Gençlerimizin ana dillerini iyice öğrenmemiş olarak üniversiteye geldiklerini yana yakıla anlatırken bu bilgisizlikte ve düşüncelerini açık olarak yazabilme eksikliğinde Arapça ile Farsçanın yerlerini boş bırakmış olmamızın büyük bir payı olduğunu unutmamalıyız."
Bin dokuz yüz kırkların ünlü bir dilbilimcisi Suat Yakup Baydur’a ait bir değerlendirmedir bu. Yazar dikkat edin salt yaşayan dile değil ölü dillere dahi talip olmakta. Evet eski Yunancadır Helence. Ya da eski Roma’nın dilidir Latince. Doğu İslam kültürü içindeyken Arapça, Farsça okutuyorduk diyor yazarımız. Osmanlı Türkçesinin bileşenlerini ümmet çağına ve imparatorluk hinterlandına bağlı olarak eleştirmiyor dikkat ederseniz. Dogmatik bir yaklaşımla aynı kafa yapısından başka bir örnek veriyor bize.
Halbuki Arapça ve Farsça ile tarihsel bağımızın bir komisyon ya da kurul kararına bağlı olmadığını, doğal akışı içinde asırların birikimiyle açıklanacağını söylemek ümmetçilik yapmak anlamına hiç gelmez ki. Bin yıllık bir birikimden söz ediyoruz nihayet. Şimdi bunu aktüel rüzgârlarla mukayese etmek, bir ve aynı şey saymak mümkün mü? O zaman Doğu İslam dairesinde idik Arapça Farsça yazdık, konuştuk e şimdi de batı kültür dairesine giriyoruz Latinceyi Helenceyi niye benimsemeyelim gibi bir ruhi arka plan karşımızda. Oysa birinciye doğu İslam diyen yazar ikinciye yalnızca batı diyor, batı Hıristiyan demiyor mesela. Batı uygarlığının dayandığı üçlü sacayağı Yunan, Roma, Hıristiyanlık değil mi? İdeoloji saflaşarak giriyor aramıza.
Burada Baydur’u benzerlerine göre nispeten mazur kılabilecek tek faktör klasik filoloji ve antik felsefe üzerine Berlin ve Heidelberg’de aldığı eğitim olabilir. Şöyle ki ünlü dilbilimci ve yazarımızın mesleki formasyonu üzerinden psikolojik bir yanılgıya maruz kaldığını söylemek bilmem ki mübalağa mıdır? Öyle ki, Batı kültürünün temel dil ve felsefe enstrümanlarını derinlemesine özümseyen dilcimiz bu alanların giriş niteliğinde milli eğitim kulvarında öğrenciye verilmesini savunmakta. Mesleki birikiminin verdiği güçle binlerce yıllık Anadolu mozaiğinin Yunanca, Latince terimleri zaten barındırdığı noktasından da konuyu işlemekte.
Soralım öyleyse: Bir inşaat mühendisi de depremlerde çürük yapıların çökmesi gerçeğinden hareketle binalardaki temel yapı özellikleri ve malzemesi hakkında bir giriş dersinin okullarda okutulmasının çocuklarımıza ileride hayati katkı sağlayacağını öne sürse nasıl olur? Ya da bir Nörologda modern toplumun meydana getirdiği stres bozukluklarına bağlı olarak ileri yaşlarda gelişen Alzheimer, Parkinson misali hastalıkları örnekleyerek eğitim ve öğretim hayatında bir Nörolojiye giriş dersi etrafında ön bilgi verilmesinin hiçte fena olmayacağını dillendirse nasıl karşılarız üstadı?
Ne yazık ki, erken Cumhuriyetin bu genç dilbilimci ve felsefecisi bin dokuz yüz elli üçte geçirdiği bir deniz kazasında kırk bir yaşında olmakla birlikte yaşama veda edecektir. Kim bilir akademik bir sahanın fikrî dünyasında meydana getirdiği topaklanmayı aşacak, aşabilecek kadar yaşamaz belki de.
Müşkül şu ki, kendisini radikal düzlemde Tasfiyecilik rüzgârlarına kaptırmış katı ideolojik çevrelere referans teşkil etmek gibi bir araz peyda etmektedir döneminde bu durum.
L.T.
YORUMLAR
LEVENT HOCAM TÜRKÇE VE TÜRKLÜĞÜN ONDÖRTBİN YILLIKK TARİHİNİ
AŞAĞIDA Kİ DÖRTLÜĞÜ ÖZÜMSEYEREK OKUYUP İRDELEMEDEN KİMSE ANLAYAMAZ.
''DİL NAMUSTUR'' YAZINIZI VE GÜN OLMANIZI TEBRİK EDERİM
SAYGIMLA.
on dört bin yıl gezdik pervanelikte
Sıdkı ismin duydum divanelikte
İçtim şerbetini (şarabını) mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum
Kırkların ceminde
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar Haydar Haydar Haydar
Haydar (dost) dara düş oldum
Güruh-i Naci'ye özümü kattım
Adem sıfatında(n) çok geldim gittim
Bülbül oldum firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için zara düş oldum
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Paylaştığınız anlam yüklü, beraberinde derin bir tasavvurun ürünü olduğu kuşkusuz şiirde geçen kırklar cemi benim naçizane yazımdaki kırklar cemini katlamış çoktan
Doğal olanın yanında yapay, tabii tarihi gelişimin yanında sentetik olan tetik düşürebilir mi hiç?
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket benim hocam
Selam ve saygılarımla.
üstadım, bu yazının sınavına girsek geçer not alamayız ihtimal.. 20 soru sorsanız 4 a 4 b 4 c 4 de d işaretlesek:)) hadi hocam bana eyvallah randevum var deyip sınıfı terketsek mesela:))
latin alfabesi yerine göktürk uygur alfabesine geçseydik diye düşünmek havanda su dövmek olacak sanırım. zihnim o kadar yoruldu ki devamlı geçmiş tarih ve dini yazılar ve atıflarla karşılaşmaktan, reset atılsa diyorum insanların zihnine veya zamana bır reset atsak da bu girdaptan kurtulsak..
bir yorumda belirttiğiniz gibi birden olmuyor lakin olması için de kaçınılmaz bir yola girdik sanki değil mi üstadım?
dl din ve ırk konusunda dünya sınıfta çakacak üstad, bizi ancak uzaylılar paklar valla..
bir kaç defa okudum yazınızı da bir selam vereyim dedim.. ne anladın diye sormayın sakın:) yazılarınız seri olunca ucunu kaçırıyorum genelde, şikayet etmeyim lütfen, okuyorum sonuçta.
ambleminiz ve rumuzunuz hiç olmazsa bir ferahlık , yazı konularınız bir başka pencere açmayı gerektiriyor, bir başka gözlükle bakmayı salık veriyor .. bu yüzden seviyorum..
bir de kolay kolay harf hatanız, kelime eksikliğiniz çıkmıyor ki bu da ayrıca harika oluyor..
en sevdiğinize emanet olunuz efenim..
saygılarımla.
levent taner
X ile Z arasında bir ara katman, sentez misali bir nevi
Sizde de Yinsani bir duruş var ve Yinsan olmaya zorluyorsunuz insanı
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Sevgiyle kalın, hoşça kalın
Selam ve saygılarımla.
Dili de tıpkı bir enstrüman gibi düşünüp; 'sazın gitarın yanında keşke piyano ile kemanı da çalmayı öğrenseydim' karşılaştırmasını yaparak bir şeyler söylemek istiyorum. Keşke birden fazla, beynimin sınırlarını iyice zorlayıp, alabileceği kadar dili öğrenseydim. Lise dönemimde mesela Fransızca diline hayrandım, kulağıma çok zarif gelirdi bu dil ama okulumuzda Fransızca dil eğitimi yoktu. Hãlã da öyle kibar asil bir dildir Fransızca benim için. Diyorlar ki Fransızlar çok kibirli, kendini beğenmiş bir toplum. Bana ne? Ben dille ilgileniyorum, o dili öğrenince onların huyunu suyunu mu kapıcam sanki, hiç! Almanca ise çok kaba gelirdi kulağıma örneğin. Hãlã da öyle sayılır, aksi gibi bir de burun kıvırdığım bu dili öğrenmek ve konuşmak zorunda kaldığım yere yolum düştü. Her ne kadar kaba bulsam da bu dili ve grameri, -memleketimin bir karış toprağını ve insanını da hiçbir yere değişmem orası ayrı- ama bi yandan da iyi ki gelmişim buraya yoksa bu dili de öğrenemeyecektim. Çok seviyorum farklı dilleri, kültürleri. İtalyanca, İspanyolca v.s hepsini konuşabilseydim keşke. Bilmiyorum kendime indirgeyerek konuşuyorum tabi, yani hepsini bilseydim de özümü unutmazdım gibi geliyor. Bir dili öğrenince oranın kalıcı vatandaşı, tapulu malı olmuyorsunuz hemen. Kendinize, bilginize zenginlik katıyorsunuz sadece.
Yazıdan bağımsız bir yorum yapıyorum, çünkü yazının dili bana ağır geldi biraz. Tarihle, tarih konulu yazılarla çok içli dışlı değilim, yazının içeriğini de tam idrak etmiş olmayabilirim ama 'dil' denince aklıma ilk etapta gelenler bunlar ve paylaşmak istedim.
Tebrikler Levent Bey
levent taner
Sizi güle banıp kendime güle güle Levent bu da sana kapak olsun demekten başka köy görünmüyor bana
Öncelikle şunu söylemek isterim yazı uzun olduğundan sıkması şaşırtıcı olmaz, yadırganmaz da
Öte yandan, tenkit ettiğim hiçbir şeyi hiçe saymam, sevdiğim, değer verdiğim, önemsediğim bir yan, benden bir yan muhakkak vardır
Fransızcanın kibar bir dil olduğu şüphesiz, batı dünyasının kültür sanat dili olsa gerek
İngilizcenin dünya hakimiyeti Emperyal majestelerinin kaprislerine de bağlı olabilir
Söz gelimi pop dünyasında listeler İngilizce şarkılardan geçilmez de, pek azı dışında hangi İngilizce şarkı müzikalite bazında Fransızca şarkılarla yarışabilir
Almanca evet, konuşmada kabadır, iyi bir kavga dili kabul edilir
Hitler'in sosyal psikolojiyi kamçılamasında belki de Alman dilinin gücü, büyüsü o denli üstünde durulmayan bir etmen, kim bilir
Vaktiyle Fenerbahçe İngiliz Manchester United ile oynuyor, ilk yarı dökük ve mahkûm, skor bağlamında da hezimete kapı aralamış bir fener var, devre arası Alman hoca Daum'un soyunma odasında Almanca olarak oyunculara bando mızıka misali düz gittiği gazetelere yansımıştı, bir yıkama yağlama sanatının inceliğinde koridorlar çın çın çınlar ve futbolcular ikinci yarıda kişiliklerini bulur adeta, vs.
Bu arada hocam
Bayağı entelektüel bir hanımefendi olmalısınız
Eski konak terbiyesinden bir nüve, bir nevi Halide Edip
Sözümü yabana atmayın lütfen
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.
Naçizane yazımı günün yazısı olarak değerlendiren kıymetli "Edebiyat Kurulu" başkan ve üyelerine şükranlarımı sunarken; gerek sayfama ziyarette bulunmak nezaketi gösteren, gerekse güzide beğeni ve yorumlarıyla sayfamı taçlandıran değerli hocalarımı da saygıyla selamlıyorum
Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Öncelikle yazınız için kutlarım fazlaca emek verilmiş,düşünülmüş güzel ortaya konulmuş bir yazı.
Para kimdeyse onun dili baskın artık. Bir dönem Fransızca sonra İngilizce mağaza isimleri şimdilerde Arapça isimler.
Elbette bu inanç dilimiz Arapça ile karıştırılmamalıdır.
Yazınızı okuduktan sonra önceki bilgilerimle harmanlayınca aklıma şöyle bir soru geldi.
O dönem Arapça kelimelerin tasfiyesine onay verenlerin gerçek derdi dil miydi İslamiyet miydi?
Nurullah Ataç ve arkasındakiler İslam karşıtları olabilir mi?
Aklımda hep deli sorular.. Yaşasaydı görürdük heralde.
Kutlarım Levent Bey
levent taner
Cesur soru karşısında kendimi jüri önünde tez sunumu yapan biri gibi hissettim
Şu kadar ki, Ataç ve Baydur'da mekanizma farkı olabilir derim
Ataç savunduğu görüşler itibarıyla alaylı sayılabilir, kişiliği bağlamında delibozuk tabiatlı biri olduğu yönünde izlenimim, arka planda kendisini işlevsel bulanlar olmuş olabilir, yazımda kendi sözlerine yer verdiğim üzere, buyrukla, yaltaklanmakla hareket tarzını belirleyecek, değiştirecek biri görünmüyor bana, dürüst bir karakter olduğunu düşünürüm kendimce, ancak bir biçimde etkilemiş, damardan yakalamış olabilirler mi düşünülebilir tabi
Suat Baydur ise klasik filoloji, antik felsefe alanında yurtdışında akademik kariyerini oluşturmuş biri, saf biçimde İslam'ı yok edeyim demesi gerekmez bence, Helence, Yunanca, Latince, Mitoloji tahsil etmiş, mesleki formasyonu onu yönlendiriyor bana göre
Bazı mesleklerin dünya görüşü geliştirmeye müsait olduğunu takdir edersiniz
Mesela İlahiyat okuyan biri genel olarak İslami görüşlere sahip olur, batılılaşmaya eleştirel bakar
Felsefe tahsil eden birinin ise İslami çizgide dünyaya bakması zordur, aldığı eğitimin detaylarında öyle bir şey yok ki, değişen düzeylerde İslam dışılık olacaktır, ancak İslam dışılıkla İslam düşmanlığı da aynı şey olmaz bence
Hilmi Ziya Ülken felsefecidir ama İslam düşmanı olmayı bırakalım, klasik İslam düşüncesi ve kültürüyle müspet anlamda meşguliyetleri vardır
Erol Güngör felsefe mezunudur yine
Birde hocam, tek parti dönemi bütüncül görünse de, 1923-50 düzleminde kronolojik çizgi aldatıcı olabilir kanımca, kesişim kümesi boş küme değilse de detayda oldukça farklılaşır
Mesela kimi fikir çevreleri şöyle der: Türkçülükle içimizi boşalttılar Yunancılığa, batıcılığa hazırladılar
Oysa, Atatürk eğer Türkçülük noktasında sabit olmasa, tatbikatta dil inkılabının sarpa sardığını görüp doksan derece dönmezdi, çok seri dönmüştür ve yöresel ağızların, konuşmaların derlenmesi çalışmaları yönünde direktif vermiştir
Mesela İnönü 1935'de Atatürk'e paşam, konuşamıyoruz, dilsiz kaldık. Bu kadar çalıştık, küçük bir kılavuz çıkardık diyor, ancak kendi Cumhurbaşkanlığında Tasfiyecilik yelkenler fora, ne iş denmez mi?
Kim bilir İnönü ben Atatürk'ten farklı bir kişiliğim, o yapamadı ben yapacağım diyor, işin altına giriyor belki de
Açıkçası Atatürk kendisini tasfiye ettiği için belli bir olumsuzluğu olduğunu düşünmüyor değilim, paralardan, dairelerden Atatürk'ü kaldırıp kendi resimlerini koydurması dahi enteresan, devlette devamlılıkla ilgisi olmayabilir
Ben size deli bir sual sorayım peki
Neden Atatürk mirasından İnönü'nün evlatlarına pay bırakıyor, oysa başbakanlıktan aldıktan sonra hiç görüşmüyorlar bildiğim kadarıyla, görevden aldı ama yine de severdi İnönü'yü derler bazen, neden evlatlarına mirasından pay bırakıyor, babaları hayatta değil mi, aç değiller açık değiller
Bu arada İsmet Paşayı olumsuzlamak değil maksadım, Türkiye'nin 2'inci dünya savaşının dışında kalması yönünde siyaset tatbik etmesini beğenirim mesela
Sovyet tehdidi bağlamında anti komünist paktta yer almamızda temelli Amerikanizm'in kucağına oturmasak gerçekçi olurdu, niyet makul, uygulama şablonu yanılgılı, bir biçimde çok partili demokrasiye geçmemize de yaramıştır, o da olumlu
Neyse hocam bu kadar delilik yeter
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.
Jüli d
İsmet İnönü'ün çocuklarına bağlanmış olan aylıkları ilgili bazı bilgiler mevcut amma ve lakin kanıtı olmayan duyuma dayalı bilgilerle sağlıksız yazı yazmak hoş değil.
Cevaplarınız için de teşekkür ederim.
levent taner
Bende şu iddiaya istinaden demedim, boş bıraktım orayı zaten
Teorik bir haddi aşmak payımı saklı tutuyorum yine de
Ah şu retorik, ne çok incelik istiyor
Aklıma da geldi halbuki, ne yapıyorsun Levent dedim kendi kendime ve bir İsmet Paşa parantezi açmak gereği duydum
O değil de
Bir tür Heidi sendromu mu var bende ne?
Ne zaman çizmeyi aşsam kendimi Alplerde mi buluyorum?
İçimden bir ses haydi mi diyor yoksa?
Kuşkusuz latife yapıyorum
Selam ve saygılarımla değerli hanımefendi
Sevgiyle kalın, hoşça kalın.
Elektronik mühendisi olmasına karşın doktora tezini Türkçe Dil Bilimi üzerine yapan ve Türkçemize 2600 yeni kelime kazandıran Prof. Dr. Aydın Köksal'dan Türk dili üzerine makalelerini ve kitaplarını okuduğumda, onun dilimiz üzerindeki matematiksel ve yapısal zenginliklere açıklık getiren kanıtlarına bir başka vakıf olmuş, dilimize hayran kalımıştım. Yapısal olanaklarından, zenginliğinden ve güzelliğinin yararlanılmasından çok sık söz eden değerli bilim adamımız, Türkçenin sözcük gömüsündeki kök ve ek biçim birimlerinin zenginliğiyle, bütün diller içinde sözcük türetme olanakları bakımından en önde gelen dil konumunda olduğunu araştırmasında belirtmiştir.
Dil, kültür zenginliğinin, derinliğinin, sanat, bilim iletimlerinin süreçler ve uzun devirler boyunca dolan ve dolmaya devam edecek olan kıymetli bir hazinesidir. Asırlar boyunca tek tük bazı kelimelerin halk tarafından veya bazı yazarlar tarafından benimsenerek dilimizde kullanılması veya bazı eserlerin verilmesi bir ölçü kabul edilebilir. Bu her dilde kısıtlı ölçülerde rastlanılan bir durumdur ki bazı dönemelere has olduğu görülebilir.
Ama yukarıda ki resimde görülen yakıştırmalar özentiden başka bir şey değildir, naçizane kanımca.
Yazınız kıymetliydi.
Kutlarım.
Saygılarıma.
levent taner
Özlü yorumların hanımefendisi olduğunuz, bu çok belirgin hocam
Söz ettiğiniz yazarın elektronik mühendisi olması ise karmaşık sistemler ve matematiksel perspektif bağlamında avantaj sağlamıştır kendisine belki de
Öte yandan resim seçimim, ülkemizde yer yer görülen güncel yozlaşmaya işaret bağlamında idi açıkçası, yoksa yazıda söz ettiğim öge ve adlarla birebir alakası bulunmuyor
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.
Çok önemli noktalara değinilmiş.Evet,dil uygarlık olayıdır.Önce kendi uygarlığımız ve kendi tarihimiz.Yerleştiğimiz coğrafyada izleri silmeden egemen olmak ve alt kimlik muvacehesinde bilimselliğini koruyarak kendi dil ve geleneğimizle vasıflandırmak varlığımızı kavileştirir.Turizm adına kendimize yabancılaşmak,dil ve kültürümüze yaralar açar.Sömürüye davetiye çıkarır.
Nereden gelip nereye gideceğimizi unutmadan yol almak dil ve kültür erozyonuna uğramamakla.Mümkündür.Çok geniş perspektifli bir yazı.Devamı gelecek sanırım.Üstadı selamlıyorum.Sağlıcakla.Saygıyla.
neneh. tarafından 8.6.2023 13:25:56 zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.