Gara Güdük Hoca
Sonra titredi, böyle âni titremelere"Azrail yokladı" demelerinin saçmalığını düşünmüştü. Kulak kabarttı, sala veriliyordu camilerden. Doğru ya, Kurban bayramıydı bu gün. Acep yarı uyur, yarı uyanıkken salaları duyup, onun için mi irkilmişti? iyice kestiremedi.
Doğruldu, yastığı arkasına aldı ve dinledi bir müddet daha. Ne güzel okuyorlardı.. Sanki o ilâhî sesler, bütün damarlarını, vücudunun her zerresini dolaşıp, kirlerini temizliyor, çıkarıp yere bırakarak hafifleyip, göklere yükseliyordu. Epeyce dalmıştı galiba bu âleme.
Ezanla kendine geldi. Cenab-ı Hak kullarını huzuruna davet ettiriyordu. "Hayyaalelfelaaaaaaaah.. Haydin kurtuluşa..." Acı acı gülümsedi Hamza emmi, çaresizlikten bunalmış, dizlerini ovuşturup duruyordu. Söyleniyordu kendi, kendine, "hangi kurtuluşa gardaşım, bana kurtuluş var mı ki...
Duymadın mı hiç Gara Güdük Hocayı? Katiller ebedi cehennemlik, onlara töbe yoh, onlara af yoh demedi mi? Söyle, demedi mi? Birden bağırdı, söyleeeeeehh... Oğlu Haydar koştu. Babasının alnındaki damarlar şişmiş, gözleri yuvalarndan çıkmıştı âdeta.
— Boba noldun, kiminle konuşuyordun öyle, ben de anam var yanında sandımdı..
— Yoh bi şey yoh. Get işine bak sen. Hemi de çabuk ol, camide yer bulaman sonra dedi, usulca.
Haydar bir tuhaf olmuştu. Niye git diyordu da kendisi hazırlanmıyordu, niye bağırmıştı öyle... Boba, dedi yavaşça. Köy yerinde ayıplandığı, züppeleşti denildiği için baba demezdi, onlar gibi konuşurdu hep.
— Boba, beraber getmeyecek miyiz, hep öyle yapmaz mıydık?
—’ Get oğlum get, get gara gözlü Haydarım, böğün barabar değiliz. Olamayız da gayrı.
Sicim gibi iniyordu gözlerinden yaşlar Hamza emminin. Göğüs kafesi dar geliyor, ikide bir huuuh diye veriyordu nefesini. Haydar ne edeceğini şaşırmıştı. Bir daha toparladı kendini, gayet yumuşak, biraz da acındıncı bir tonda :
— Ahh… bobam ne hal oldu sana? Bütün hısımlarımızda küsüşme bahasına beni imam-Hatibe yollayan, "Allah’a kul olmadıktan kelli vekil olsan gene beş guruş etmen yanımda" deyen sen değil miydin, yoğusam vaz mı geçtin gul olmaktan? Neden senin ile barabar olamam gayri dedin? Bir gusur mu işledim, hem benim gusurum bile olsa Allah’a gulluktan vaz mı geçilir? Anlat bdbam, anlat da...
— Nedeyim oğul, nedeyim... Ben gulluktan vaz geçmedim emme Rabbim benden vazgeçmişse nedeyim... Evvelki cuma Gara Güdük Hoca va’z verdi. Elinden bir gaza çıkıp, adam öldüren gatil olur gafilliğin de heç töbesi yoh, onlar ebedi cehennemlik olur, Allah onları huzuruna gabul etmez dedi. Sincik nedeyim ben, nasıl varayım Mevlâ’mın huzuruna? Hemi biliyon Haydar’ım, ben gasdilen öldürmedim, öldüreceğidl beni, canımı gurtarayım dedim...
Haydar’ın başı dönmüştü. Dişlerini sıkmış, söyleniyordu. Ah bu gara güdükler, gapgara kütükler... Dışı gibi, adı gibi içi de gara herifler... Siz değil misiniz bu milleti dinden imandan uzaklaştıran? Ülen gara herif...
Bir yandan babası, bir yandan Haydar habire söyleniyorlardı. Birbirlerine cevap değil, konuşma değil, ikisi de bambaşka âlemlerde, başkalarıyla söyleşiyor, kavga ediyorlardı. Neden sonra toparladı Haydar kendini.
— Gel bobam, gel aslan bobam gel. Sen o gara güdüklere müdüklere bakma. Herkes Allah’a guldur, yeter ki şirk goşmasın. Tez abdestlen de çabuk gedelim. Hemi böğün bizim tefsir hocamız va’z verecek. Şu Gale köyündeki Hacı Muhammed emminin oğlu. Gale köylüleri de hep hurdalar, tez ol hele, tez ol yer bulalım.
Koşarak gittiler camiye. Sabah namazı İçin kamet başlamıştı. Sünneti acele kılıp, imama uydular. Teşbih çekildi, birisi Lev enzelnâ okudu. Hamza emmi bir başka türlüydü bu gün. Kâh sevinçli, kâh endişeli... "gul oldum mu acep, gabul edildim mi? Ya bu hoca da öyle söylerse..."
Genç, siyah bıyıklı, tertemiz sarıklı hoca çıktı kürsüye. Hamza emminin alnında boncuk boncuk ter, yüreği fırlayacak sanki yerinden... Kevser suresi ile başladı hoca va’zında.Kevserin çeşitli mânâlarını anlattı. Hele "kevser, Muhammed (A.S.) ümmetinin çokluğu ve kıyamete kadar devam edeceğidir." derken, Hamza yekiniyordu yerinde. "Acep ben de içlerinde miyim, nolur Ya Rabbi, nolur kovma beni gurban olduğum.." diye yalvarıyordu için için.
Sonra kurbandan bahsetti hoca. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmaili’ kurban etmeye götürüşünü, onlardaki teslimiyyeti, bizim kurbanlarımızın da o teslimiyyetin bir timsali olduğunu öyle güzel anlattı ki... Aman gözel Mevlam, beni de kabul et, emret gendim gurban olayım." diyordu Hamza emmi.
Bayramlaşmayı, birlik ve beraberliği, dargınlarin barıştırılmasını, kusurları affetmeyi, Yüce Allah’ınızın affedici olduğunu ve affı sevdiğini misallerle açıklıyordu. Haydar şöyie bir baktı babasına, heyecanının son haddine vardığı belliydi her halinden. Hoca efendi devam ediyordu :
—Allahü Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Nisa sûresinin 48. âyet-i celilesinde, "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz. bundan başkasını, dilediğini bağışlar." buyuruyor. Yeterki samimiyetle, ihlâsla tevbe edelim suçlarımıza, bir daha işlememeye azmedelim.
Hamza emmi fırlayıverdi birden. Bütün gözler ona çeçrilmişti. Söyle bir etrafına bakındı, yutkundu ve :
— Hocam, şey... birşey sorsam acaba...
— Tabii, dedi hoca. Sor emmi neymiş bakalım.
— Acep elinden bir gaza çıkan, adam öldüreni de bağışlarmı ki? Gurban olam evlât dosdoğru söyle, heç bi şey gizlemeden.
Gülümsedi hoca, rahatladığı belliydi.
— Hay emmi, ben de zor bir şey soracaksın zannettimdi. Samimi olarak tevbe edip, pişman olduktan sonra elbette affedecek. Bir hadis-i kudside Resûlüllah [SA.) Efendimiz, Yüce Rabbimizin şöyle buyurduklarını haber veriyorlar: "Kulum bana şirk koşmadıkça, dünya dolusu günahla da gelse, onu dünya dolusu mağfiretle karşılarım." Bu konuda çok âyet ve hadisler vardır. Hepsini izaha lüzum yok.
-Allah’tan ümidini ancak kâfirler keser. Elbette hepimizin bir çok kusurlarımız var, ancak hatada ısrar etmemeye gayret gösterip, Rahman ve Rahim olan Hâlık’ımıza iltica edecek. O’ndan yardım dileyeceğiz.
Hamza, ellerini açarak uzattı kürsüye doğru :
— Hay ağzını öpeyim hocam, Allah ne muradın varsa versin, Allah sayınızın artırsın da bizleri gara cahillerin elinden alsın.
Sonra havaya kalktı elleri, gözlerinden dolu dolu iniyordu yaşlar ve duâ ediyordu. Yalnız diliyle değil, her zerresiyle vücudunun, ruhunun. ’Şükürler olsun ya Rabbi, bana bu ânı yaşattın, Sana yeniden kul oldum, ne gadar höyüksün şimdi daha iyi anladım."
Va’z bitti. Bayram namazı kılındı, hutbe huşu ile dinlendi. Bayramlaşma başlamıştı. Hamza emmi çocuğu yerindeki hocanın ellerini öpüyor, sarılıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Güçlükle,
— Hocam, fakirhaneye buyurun, benim misafirim olun, Gale köylüleri de, herkes de bize buyursun böğün. Allah rızası için gırmayın beni.
Beraberce çıktılar camiden. Hocanın elinden tutmuştu yine, bırakamıyordu. Oğlu Haydar’a işaret etti. kulağına "qoş yiğidim, bi goç daha getirin ,hemencik kesilsin. Davetlimiz var, hemi çabuk olasınız."
Üç, dört yere sofra kuruldu. Kavurmalar, keşkekler gelip, gidiyor, Hamza emmi ortalıkta dolanıp duruyordu. "Şuraya ekmek qetirin oğlum, ikinci sofraya gavurma yetiştir, su verin çabuk..." Bir ara Gara Güdük hocanın dediklerini anlattı hoca efendiye.
"Bir elime qeçirirsem bilirim yapacağımı, beni gâvur edecekti gara herif." diyor dişlerini yiyordu. Hoca efendi,
— Hamza emmi, hani birbirimizi affedecektik, Allah affediciydi, kusurları bağışlayanları da severdi ya... Unuttuk mu yoksa?
Şöyle bir ensesini kaşıdı Hamza emmi, kızardı, azıcık düşündü.
— Doğru ya hocam, öyleydi ya... Bizim akla garayla mı olmalı işimiz, Allah dururken, öyleysem onu bile affettim yiğidim, onu bile. Allah senden qene gene razı olsun. Herşeyi. herkesi affettim, hoş ben neyim…
Allah affede cümlemizi... Ne güzel şey inanmak,
Ulu Yaradana kul olabilmek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.