- 316 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Bâbıalide Bir Gün 1
Güne Hüseyin Abi’nin aşina sesiyle uyandım.Kalın ve güçlü sesini megafon diye kullanıyordu. İstemeye istemeye zoraki kalktım. Yorganım bile yorgunluktan ağırlaşmıştı nedense. Hayır hayır ! Kirlilikten içine girilesi değildi. Ama mecburdum.İlk geldiğim günden farkı neydi bu eski ve küçük otel odasının bilemiyordum?
Her şey aynı; gece lambası bir yanıyor bir yanmıyor, gardrop bozması dolabın kapısı yine kırık, komodinin çekmecesi açılmıyor halâ. Elimi yüzümü yıkadım kahvaltıya indim. Hüseyin Abi, güya kendi kendine konuşuyordu ne konuşması adeta kükrüyordu;
"Güneş bile eskisi gibi doğmuyor, sezeryana kaçıyor zalim" Dedi.
Gülümsedim bu ifade karşısında.Yüzüme sert bir bakış atarak;
"Gülersin teres ekmek elden su gölden. Sabahlar çekilmez günler yaşanmaz oldu. Erken kalkmanın lezzeti bile acımtrak şu yorgun dünyamda." Dedi ve kendisi kadar eski sandalyesine çöküverdi.
"Ne oldu abi ?"
"Ne olacak yine haraç istiyor pez...nkler!"
"Verme abi"
"Çok direndim lakin biri gidiyor biri geliyor.Ne yapacağımı bilemiyorum!" Dedi.
***
"Otelin en güzel odasını size veriyorum" diye, süslü laflarla yaptığı peşkeşi dillendiren Hüseyin Abi’nin sesi halâ kulağımda çınlamada.Avluya bakan pencerenin önünde ki, iki adet salça kutusuna konulmuş menekşelerden başka güzel ne vardı bu odaya dair? Çoğu kez unuturdum onları sulamayı. Yapraklar kendini koyuverince acır da birazcık su dökerdim toprağına. Günlüğü on liradan kalıyordum dede dostu mekânda. Peyami Safa sokağının köşe başında bulunan üç katlı on odalı bu eski otel yuvamdı artık.Kırmızı tabelanın üzerine beyaz tonla "Haşim Otel" yazıyordu. Yataklar, ilk alındığı günkü gibi duruyordu.Her katta bir banyo ve wc bulunmakta. Receptionla, merdiven dip dibe.Yukarı çıkarken Hüseyin Abi’nin keli her defasında gözüme çarpardı.
Üç ay olmuştu geleli. Çamaşırları yıkayan, Adile Teyze epeyce yaşlıydı. Hüseyin Abi, kimsesi olmadığı için yaptığı iş karşılığı otelinde kalmasına izin veriyordu. Beraber yaşayıp gidiyorlardı. Çamaşırları elle yıkıyordu.Beyazlara beyaz sıfatını yakıştırmak cesaret isterdi. Benek benek ve kanı-canı çekilmiş zayıf ellerle başka nasıl yıkardı ki? Acıdığımdan çoğu kez vermezdim çarşafları. Az yorgun olduğum akşamlarda kendim yıkardım.
Okumak için gelmiştim İstanbul’a.Hem çalışıp hem okumak çok ama çok zordu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat bölümünü okuyordum.Bu yönüyle çok şanslıydım. Günümüz yazar ve şairlerini görmek tanımak imkânı vardı.Nazım Hikmet’i görmem mümkün değildi Rusyadaymış. Ama olsun, gören arkadaşlarından dinleme imkânım vardı. Bâb-ı Âli de gezmek; kitap okumak, almak zevklerin en büyüğüydü. Gezerken mutlaka önemli bir isme rastlanmak mümkündü. Çoğu şair ve yazarı görmüştüm. Adaşım, Yahya Kemal’i merak ediyordum, lâkin yurt dışındaymış.Bunları düşününce yaşamak çok zevk veriyordu.Trafik zaten başlı başına bir dertti.Ama her şeye değerdi.Boğaz, Haliç vs...bir de, Eminönünde balık ekmek offf !
Hüseyin Abi, babamdan büyüktü. Dedemin yanında çalışmış uzun yıllar. Sonrasında küçük bir tartışma, ani kızgınlık ve kalkıp İstanbul’a göçmüş. Dedem anlatmıştı birkaç kez; giderken, hakkından fazlasını vermiş Hüseyin Abi’ye.O da aklını kullanıp arsa almış Peyami Safa sokağından.Yıllar itibariyle, önce tek katlı ev yapmış kendine, sonrasında odalarını kiraya vermiş öğrencilere. Derken, ikinci ve üçüncü kat bu hale gelmiş otel.
"Çorbamız kaynıyor ya çok şükür" Der her sohbet sonrasında. Oturduğumuzda,uzunca dedemle yaşadığı hatırlarını anlatırdı.Canı sıkıldığı ve birine kızdığı zamanda ağzını doldura doldura galiz küfürler savururdu.Lafı bitirirken de ”Çünkü, her türlü insanla uğraşmaktan bıktım usandım” Derdi.
***
Okul çıkışı Üsküdar tarafında inşaatta çalışıyordum. İnşaat işi bedenen çok yorucuydu. Lâkin, akşam paydos sonrası aldığım günlük yevmiye unutturuyordu tüm yorgunluğumu. Açlıktan gözlerim kararırdı her defasında. Çoğu kez yol üzerinde köşe başında bulunan" Bol Kepçe" çorbacısında kelle paça içerdim. Arkadaşlarım bilmezdi çalıştığımı. İlk derslerde çoğu kez uyurdum.Bu da herkes gibi Hülya’nın da dikkatini çekiyordu.Her defasında "Hüseyin Amca’ya ve Adile Teyze’ye yardım ediyorum" diyerek geçiştirirdim.Yine bir gün gecikmiştim.Hocanın "Ooo buyurunuz Bey’im ! yine güzellik uykusundan mı kalktınız?" alaylı ifadesi sonrası sınıf gülme krizine kapılmışken cevabı yapıştırdım;
"Hocam, ne yapayım benim uyku saatimle sizin ders saatiniz çakışıyor da" içten içe gülerek yerime oturdum.
***
Hüseyin Abi bugün alışilmadık kadar keyifliydi.Kahvaltımı bitirmek üzereyken neşeli bir şekilde;
" Yahya Kemal, geliyor musun?"
"Nereye abi?"
"Cuma namazına gidiyorum ordan da her hafta yaptığımız gibi şair ve yazar arkadaşlarla dost meclisi sohbetleri yapacağız.Bu gün, Necip Fazıl da gelecek yazdığı "Babıali" kitabını tanıtacak"Dedi.
"Necip Fazıl mı,şimdi ben onu görebilecek miyim?"
"Nasipse, neden olmasın yavrum ? "Dedi.
Bu gün, özel bir gündü.İçim içime sığmıyordu.Beklenen an gelmişti.
Yüzlerce kişi vardı avluda.Üstad, yavaş yavaş geldi.Koşarak elini öptüm. iki saate yakın konuşmasını dinledim.Günümüz olaylarını yaşanan sıkıntıları ve kitabını yazış hikâyesini anlattı.Böylesi bir günü yaşadığım için çok sevinçliydim.
Devamı var
*Yaşanmamış bir hikayedir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.