- 374 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEJA_VU BORALTAN
DEJA-VU BORALTAN
Türkiyenin kanayan yarası; Boraltan. Evet yanlış duymadınız. Boraltan ’ın önemi nedir ki diyeceksiniz belkide. Evet çok önemli. Zira 146 canımızın kanlarının toprağa döküldüğü bir anı ve yeri gösteriyor. Ya da şöyle diyelim 146 canımızın kardeşlerinin eliyle küfre teslim edilen azarilerin kurşuna dizildiği köprü. Almanlarla -Rusların restleştikleri ikinci dünya savaşının başlamasına ramak kala, Ruslarla siyasi çıkarlarımızın çatıştığı bir dönemde cereyan eden olay.
Mustafa Kemalin vefatından hemen sonra; Rusya gelecek tehlikeyi sezmiş olmalı ki Türkiye’ye Boğazların güvenliğini beraber sağlayalım diye bir istekte bulunmuştu. Dahasıda var 1939 Fıransa, İngiltere ile bir ittifak için de yer alan Türkiye’yi ittifaktan ayrılıp kendilerine katılmayı teklif etmişti. Türkiye tarafından her iki olayında reddedilmesi neticesinde bizide hedef tahtasına koydular.
Bazılarının sandığının aksine, bu talep ilk kez 1945 yılında değil, daha savaşın başında yapılmıştı. Türkiye ile ilgili söylemlerin gün geçtikçe dozunu artırıyor ve agresif bir tutum sergiliyordu. Bu arada Almanların Avrupa içindeki bazı ülkelere askeri harakati başlatmıştı. Almanya’da pasif bir direniş gördü ve gözünü Türkiye’yi kullanarak kara denize inmeyi düşünüyordu. Aradan geçen zamandan sonra saldırıya uğrayan Sovyetler Birliği, Almanya ile savaşırken; Türkiye’nin kendisine karşı en azından pasif bir tutumla Almanya’yı desteklediğini ileri sürdü. Bütün savaş yılları boyunca bu iddiasından da vazgeçmedi. Diğer yandan, müttefiklerin Türkiye’yi bir an önce Almanya’ya karşı savaşa girmesi için ısrarlı taleplerinin yanında durdu. Fakat Türkiye savaşa katılmayınca, Türkiye’nin müttefik olarak kabul edilmemesi gerektiğini açıkladı. Bu aşamada da iki ülke arasındaki ilişkiler iyice soğudu. Rus ordusu içinde bazı ordu mensupları ve ayrılıkçı guruplardan Rus toprakların terk ederek ordudan ayrılıp almanlar içinde taraf oldular. Ruslar bir kısmını idam ederek içinden temizlemeyi seçti. Ülkeden kaçmayı başaranlarda vardı.
Bazıları Türkiye’ye kaçabildi. Fakat savaşın galibi olarak Sovyetler Birliği, Türkiye’den bu kişileri geri istedi. İddiası, bu kişilerin savaş suçlusu ve vatana ihanetten mahkûm olan kişiler olduğu yolundaydı. Bu iddianın gerçek olup olmadığı belirsizdir; fakat o sırada ABD ile İngiltere ve Fransa’yı da yanında bulan Moskova’nın bu talebi; o sırada Birleşmiş Milletler olarak adlandırılan ve Almanya ile Japonya’ya savaş ilan eden bütün ülkelerin gündemini oluşturmaktaydı. Türkiye de 1945 yılında savaş ilân etmişti zaten. Dolayısıyla o da Birleşmiş Milletler üyesi olmuştu. Karar almak o kadar zor oldu ki adeta kardeşini ver ben onları vatana ihanetten idam edeceğim anlamı taşıyordu. Türkiye’ye sığınan ordu mensuplarını türkiyede barındırmasını almanlar yardım anlamı taşıdığını anlamına geldiğini iddia ediyordu.
Türkiye’nin Almanya’ya ve Alman ordusuna karşı yeni bir yardımı olarak değerlendiriyordu. Müttefiklerin ağır baskısı söz konusuydu. Bu düşünceler ışığında Türkiye, kendisine sığınan ve suçlu olarak ilân edilen kişileri Sovyetler Birliği’ne iade etme kararını aldı. Türkiye 2.dünya savaşında savaşa girmek istemiyordu onun için batıya ve Rusya’ya karşı tarafsızlık politikası uygulasa da her iki tarafında baskısı altında kalıyor ve kendini ifade etmede zorlanıyordu.
Her iki tarafında her an saldırabileceği düşüncesi hakimdi. Almanların ne yapacağı belli olmuyordu. Fakat bundan sonra Alman yenilgisi nedeniyle doğu Avrupa’daki dengenin SSCB lehine bozulması sonucu ortaya çıkan tehlike, şimdi başka bir biçimde Türkiye’nin tam karşısındaydı. Moskova daha savaştan çıkmadan kendisini garanti altına alma çabası na girdi Almanların çekilmesi ve yenilgisi neticesinde hem boğazlarda askeri üs kurma ve doğuda toprak talebini bildirdi. Dostluk ve saldırmazlık anlaşmasını iptal etti. Savaş kapıya gelip dayanmıştı.
Türkiye’nin güvenliğinin sağlanmadığı bir sırada; ABD başta olmak üzere bütün Batılı devletlerin Sovyetler Birliği ile davrandığı bir dönemde; Türkiye’nin tek başına bir savaşı ve belki de işgali göze alarak, Sovyetler Birliği’nin bu talebine karşı çıkarak, ona yeni bir saldırı gerekçesi vermesi elbette düşünülemezdi. Türkiye köşeye sıkıştırılmak isteniyordu. Bir ölçüde bu başarılmışta denebilirdi. Boraltan köprüsü mevzusu gündemde tutuluyordu. O olaya şahit olan bir asker
Bekir DOĞAN anlatıyor:
‘’Akıbetleri ne olacak malûmatları olmayan 145 Azeri’yi Teslim etmeye götürdüğümüz grup içerisinde çoluk, çocuk, aksakallı, eli tespihli, dili dualı yaşlı dedeler var, beyliğini beyaz örmüş yaşlı neneler vardı” dedi. "Biz de Türk’üz, sizin mermilerinizle ölmek istiyoruz" Teslim edileceklerini anladıkları zaman feryatlarına ne can dayanır ne yürek dyanır."10 kişilik görevli askerle birlikte grubu götürürken yaşlı neneler bize, ’Mehmet’im kurban olurum sana, şu çeşme başında bir abdest alalımda öyle gidelim’ dediler. Abdest alıp namaz kıldıktan sonra tekrar yolda giderken, akıbetlerinin ne olacağını anlayan yaşlı teyzeler boyunlarındaki kolyelerini çıkarak aramızdaki askerlere uzatarak “Oğlum Mustafa al şunu nişanlına götür. “Biz de Türk’üz, sizin mermilerinizle ölmek istiyoruz. Kendi topraklarımızda ölmek burada yatmak istiyoruz Diyerek feveran ettiler. Ne yazık ki asker emri almış başka çarenin olmadığını biliyordu. Allah rızası için bizi götürmeyin. Siz de vicdan yok mu, siz de insanlık yok mu. Siz de merhamet yok mu siz nasıl Müslümansınız. Siz nasıl Türk’sünüz, Türk Türk’e bunu yapar mı? Bir kurşuna değmez miyiz? Bir kurşunla ölüp burada kalalım “diye bizlere feryat, figan ettiler. Fakat telgrafın anakaradaki ucu sürekli teslim edin diyordu. Bu manzara karşısında bir günde gidilecek yolu 3 gün de gidemedik” şeklinde konuştu.
" Bekir Doğan, daha sonra çavuş olarak görevlendirildiğini aktararak, "Görevli teğmenimiz Genel Kurmay Başkanlığı’na telgraf çekerek, durumu belirtti. Teğmenimize geri dönmemiz yönünde telgraf gelmek yerine teslim etmemiz yönünde telgraf gelince Teğmenimiz bu manzara karşısında başına silahı dayadıktan sonra ateş ederek intihar etti. Üsteğmenimiz beni yanına çağırdıktan sonra çavuş olduğumu söyleyerek, grubu götürmemiz gerektiğini belirtti. Ben de komutanımıza komutanım siz de bana ateş ederek beni burada şehit edin, bu olay karşısında kendi topraklarımızda ölmek istiyorum dedim. Ama bu istek itibar görmedi.
Komutanımız kendine gelerek grubu götürmemiz gerektiğini belirtti” dedi. "Ruslara namusumuzu teslim ettik" Uzun uğraşlar sonu istemeyerek kafileyi Ruslara teslim ettiklerini belirten Bekir Doğan, “Azerbaycanlı 145 kişilik vatandaşı uzun uğraşlar sonunda Boraltan Köprüsü’ne getirdik. Rusyalı askerler yorgun ve bitkin olan neneleri, anaları saçlarından sürükleyerek karşıya geçirdi. 145 kişilik grup için çok sayıda asker getirilmişti. Yaşlı çoluk çocuk demeden hepsini sıraya dizerek ağır makineli silahlarla kurşuna dizdiler. Azerbaycanlı vatandaşları soğan doğrar gibi doğradılar.
Yanlış bir otorite, yanlış bir siyaset çok kötü sonuçlar doğurdu. Türkün Türklüğüne, Müslümanlığına, peygamber efendimizin sünnetine, yaratanın emirlerine aykırı hareket ettik. O dönemde Ruslara yağ yaktık. Ruslara namusumuzu teslim ettik” diye konuştu.’’
“Bizim geleneklerimizde misafir kutsaldır. Zamanında Osmanlı elçisi dahi sığınmacıların iadesini isteyen hükümdarlara ‘Onlar bize emanettir. Onları size veremeyiz’ demişlerdir. Osmanlıya ağzı dolu dolu küfredenler bir osmanlı elçisi kadar olamamışlar. Zamanın yönetimi bu kardeşlerimizi hangi hakla hangi ahlakla bu kardeşlerimizi Ruslara teslim edip kurşuna dizilmelerine seyirci oluyorlar. Bu olayın on yıllar boyunca üstünü örtmeye çalıştığı bu olay maalesef gerek Türk gerek Azeri tarihine acı bir hatıra olarak kazınmıştır. 1945 yılında 146 Azeri aydın Stalin zulmünden kaçıyorlar. Türkiye’ye sığınıyorlar. Azeriler öz kardeşlerinin yurduna gelip kucaklaşıyor. Stalin Türkiye’den bu Azerilerin derhal iadesini istiyor. Sınırdaki karakola telgraf çekiliyor ve mültecilerin iadesi isteniyor. Karakol komutanı emri defalarca teyit ettiriyor. Ancak Zamanın yönetimi çok acı bir ağıta imza atıyor.? Şimdi bize düşen o günün yönetimine yönelip konuyu irdelemeli ve hatasıyla vebalıyla milletimizin önüne koymalıyız.
Dolayısıyla günümüzdeki iddialar bir tekrar niteliği taşımaktadır. Bu tekrarlar neticesinde doğal olarak Zaten görülen ve bilinen olarak “deja vu” hissi uyandırmaktadır. Daha yazacaktım ama sinirlerim gerildi bıraktım. DEJA_VU
========================AR==================================
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.