- 194 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMANIN HUDUTLARINI AŞAN KADİM BİR ZAMAN YOLCUSU: BARTIN
M. NİHAT MALKOÇ
“Eşsiz doğasına hayran olduğum
Cilvesi gönlümü yakar Bartın’ın
Gezip dolaştıkça huzur bulduğum
Suları coşarak akar Bartın’ın... (MNM)
Batı Karadeniz’in gözbebeğidir Bartın.
Batı Karadeniz’in gözbebeğidir Bartın. Başta Amasra olmak üzere, Kurucaşile ve Ulus adlarıyla tanıdığımız sadece üç ilçesi vardır bu yeşil gözlü şehrin. Merkez ve ilçelere bağlı 260 köyü mevcuttur. Eskiden Zonguldak’ın bir ilçesi olan Bartın, küçük ama şirin bir şehirdir. Doğusunda Kastamonu, güneyinde Karabük, batısında Zonguldak, kuzeyinde ise (mas)mavi Karadeniz bulunur. Dillere destan bir orman zenginliği vardır bu şehrin. Küre Dağları Milli Parkı’nın önemli bir bölümü bu güzel şehrin sınırları içerisinde bulunmaktadır.
Ülkemizde üzerinde taşımacılık yapılan tek akarsu olma özelliği taşıyan Bartın Çayı, bu şehrin sembollerinden biridir. Bu yüzden Bartın demek, biraz da Bartın Çayı demektir. Zira Bartın Çayı antik çağda “Parthenios” adıyla anılan ve kente de adını veren çaydır. Bartın turizmine önemli hizmetlerde bulunan Bartın Çayı’nın üzerinde kano ve kürek yarışları da yapılabilmektedir. Kocaçay ve Kocanazçayı olmak üzere başlıca iki kolu bulunmaktadır.
Uçsuz bucaksız kumsallarıyla insanların içini serinleten Bartın, yeşille mavinin başkentidir. Amasra-Bartın karayolu üzerindeki Kuşkayası Yol Anıtı, Ceneviz Vadisindeki Kemerdere Köprüsü, Tomaşkuyusu mevkiindeki Toprakaltı Galerileri görülmeye değerdir.
Bartın’da tel kırma ve yazmacılık sanatı gelişmiştir. “Tel Kırma Şal” ve “Baskılı Yazma” Türkiye’de yalnızca Bartın’a özgüdür. Bu geleneksel sanatlar hâlâ yaşatılmaktadır.
Ebu Derda Türbesi, Bartın’ın manevi dinamiklerinin başında gelir.
Safranbolu’nun yanı başında bulunan Bartın’ın ahşap evleri görülmeye değerdir. Ormanlık bir arazide kurulan şehirde, evlerin yapımında genellikle çam, abanoz, meşe, gürgen gibi ağaçlardan elde edilen ahşap malzeme kullanılmıştır. Genelde iki katlı olan Bartın’ın ahşap evlerinde barok sanatının izleri hâkimdir. Evlerde sofa, oda(lar), kiler ve mutfak vardır. Gün ışığından azamî derecede istifade etmek için, evlerin çok pencereli olduğu hemen dikkat çeker. Birbirinden değerli bu geleneksel Bartın evleri bakanlıkça koruma altına alınmıştır.
Küre Dağları Milli Parkı, Karadeniz Bölgesi’nin Batı Karadeniz Bölümünde yer alan gözde bir mekândır. İnsanlara huzur ve sükûn bahşeden bu milli parkın yarıya yakını Bartın’da, yarıdan çoğu da Kastamonu sınırlarında yer almaktadır. Bu milli parkın çevresinde; Azdavay, Pınarbaşı, Ulus, Kurucaşile, Amasra ve Cide ilçeleri ile Arıt beldesi bulunmaktadır. Buradaki yaşlı ormanlar, dev kanyonlar, gizemli mağaralar, berrak akarsular, yemyeşil çayırlıklar, endemik bitkiler, boğazlar, şelaleler, düdenler, dolin ve çukurlar ziyaretçilerini dinlendirmekte ve ilginç karstik oluşumlarıyla insanları hayrete düşürmektedir. Yüzlerce kuş ve onlarca memeli hayvan bu sıra dışı ortama fauna zenginliği katmaktadır.
Türkiye’nin 74. vilayeti olarak resmi kayıtlara geçen Bartın’ın demiryolu ağı ve havaalanı henüz yoktur. Bartın Limanı yük taşımacılığında önemlidir. Zonguldak dışında kömür çıkarımı yapılan diğer il Bartın’dır. Şehirde eğitimin lokomotifi olarak görülen Bartın Üniversitesi her geçen gün daha da büyümektedir. Batı Karadeniz Bölgesinde en fazla tarım alanına sahip il yine Bartın’dır. Bu arada Bartın’ın çileği ve yoğurdu da çok meşhurdur. Ziyaretçisi eksik olmayan Ebu Derda Türbesi, Bartın’ın manevi dinamiklerinin başında gelir.
Bartın’ı ayağa kaldıracak sektör: Deniz turizmi
59 kilometrelik bir sahil şeridine sahip olan Bartın’da deniz turizmi ön plandadır. Amasra, İnkumu ve Çakraz bu konuda başı çekmektedir. İnce kumlu çok güzel bir koya sahip olan Çakraz’ın tarihteki ismi, kızıl manasına gelen Erythinoi’dir.
Karadeniz ikliminin karakteristik bir özelliği olarak her mevsim yağış alması ve güneşlenme süresinin kısalığı kıyı turizmini menfi yönde etkilemektedir. Bartın’ın kuzeybatısındaki Kızılkum, uzun ve bakir bir plajdır. Temiz, derin ve bol kumludur. Öte yandan şehrin batı yönünde uzanan Mogada(Mugado) Plajı korunaklı bir yerdir. Tarih ve doğanın bütünleştiği Güzelcehisar Plajında tabiî kaya şekilleri otantik bir atmosfer oluşturmaktadır. Doğallığından hâlâ hiçbir şey kaybetmeyen Bozköy, uzun ve ince bir kumsal olarak dikkatleri üzerinde toplamaktadır. Çakraz’ın doğusundaki Akkonak, falezli yüksek kıyıların önünde oluşan kum ve çakıl karışımı bir plajdır. Bir diğer plaj olan Göçgün, Kızılkum’dan sonra Bartın ilinde bakir ve doğal yapısını koruyan müstesna bir plajdır.
Kurucaşile’nin batısındaki Çambu, doğal karakterini muhafaza etmektedir. Tarihî Kromna şehrinin merkezi olan Tekkeönü, ahşap yat ve balıkçı teknelerinin yapım yeri olarak haklı ününü bugün de korumaktadır. Bu plajların çoğunda yelken ve su kayağı gibi deniz sporları yapılabilmektedir. Özellikle Amasra, yelkencilik için yeterli rüzgâra sahiptir. Buralardaki deniz turizminin en büyük engeli; deniz mevsiminin kısa olması, yazın güneşli gün sayısının azlığı ve insanların sorumsuzluğunun bir işareti olan çevre kirliliğidir.
Yeşille mavinin sarmaş dolaş olduğu mekân: Kurucaşile
‘Dağların suya değdiği, yeşille mavinin sarmaş dolaş olduğu mekân’ olarak bilinir Kurucaşile. Antik dönemde Paflagonya’nın kıyılarında kurulmuş bir sitedir Kurucaşile. Cromna namıyla hüküm sürdüğü zamanlarda burada para bile basılmıştır.
Kurucaşile, ahşap tekne yapımında mühim bir markadır. Bu, bugünün değil; geçmişe dayanan bir birikimin ürünüdür. Bu ahşap gulet tekneler usta-çırak ilişkisi ve dayanışması içerisinde vücut bulmaktadır. Bu tekneleri sadece Karadeniz’de değil; Akdeniz, Marmara ve Ege sularında da görebilirsiniz. Bu ahşap tekneler ülke sınırlarının çok ötesinde, dünya denizlerinde de başarıyla yüzdürülmektedir. Osmanlı döneminde muzaffer donanmanın ihtiyacını karşılayan savaş ve yük gemilerinin büyük çoğunluğu yine burada yapılmıştır.
Büyük Türk gezgini Evliya Çelebi meşhur Seyahatname’sinde Bartın ve Amasra’da kalyonların yapıldığı yazar. Osmanlı donanmasının kalyon ve kadırga ihtiyaçlarını karşılayan Bartın, Amasra ve Kurucaşile tersanelerinde yapılan gemilerin “mavna, yelkenli, gulet, çektirme” gibi çeşitleri bulunmaktaydı. Günümüzde gemi yapımcılığı Kurucaşile ilçesinin Kapısuyu ve Tekkeönü köylerindeki tersanelerde sürdürülmektedir.
Kurucaşile’nin yemyeşil ormanları gözlerimizi ve gönüllerimizi maddi ve manevî kirlerden arındırır. Gölderesi ve Gökyar Şelaleleri, Kurucaşile’de görülmeye değer yerlerdir.
Ormanların koynunda bir şirin diyar: Ulus
Safranbolu’nun bir nahiyesi iken 1944’te ilçe olarak Zonguldak’a bağlanan Ulus, 1991’de Bartın il olunca buraya bağlanmıştır. Engebeli bir araziye sahip olan Ulus’un bitki örtüsü genellikle ormandır. “Aşk acısını dindiren şelale” olarak nitelendirilen Ulukaya Şelalesi buradadır. Bu şelale, görenleri büyüleyen müstesna bir güzelliğe sahiptir. Ulus Çayı üzerindeki bu şelale, yirmi metre yüksekten akarak ziyaretçilerine büyüleyici bir görünüm sunmaktadır. Bahsi geçen şelalenin de içinde yer aldığı kanyon, panoramik güzelliğiyle gözleri ve gönülleri okşamaktadır. Öte yandan Aksu Çayı üzerindeki Aksu Şelalesi, Kızıllar Köyü’nün Umar Tepesi mevkiindedir. Ulus, aynı zamanda mağara turizmi açısından da oldukça zengindir. Amasra ve Ulus ilçelerinde tespiti yapılmış 107 mağara vardır.
Huzuru burada ara: Deniz gözlü Amasra
Bir sonbaharda gittim masmavi Karadeniz sularıyla söyleşen şirin Amasra’ya… Bilenler bilir, Amasra ile Bartın’ın arasına dağlar girer. O dağları aşmadıkça Bartın’dan Amasra’ya, Amasra’dan Bartın’a varamazsınız. Ben de sabahın erken saatlerinde Bartın’dan çıktım yola. Dağın tepesine vardığımda kesif bir duman ‘Hoş geldin’ dercesine karşıladı beni. Fakat bu teşrifatçı duman, Amasra’yı yukarıdan doyasıya seyretme arzumu da suya düşürdü. Adeta güzelliğini gizledi benden. Bu dağı aşınca Amasra yine de tebessüm etti yüzüme.
Dağdan aşağı inerken Amasra’nın güzelliklerine bir an evvel kavuşmanın sabırsızlığı kapladı yüreğimi. Zira bu sisli havada bile denizin koynunda nazlı bir yavuklu misali bekleşen şirin Amasra, uzaktan bakan gözlere adeta ziyafet çekecek kadar güzel ve alımlıydı.
Amasra’ya herhangi bir turla gitmediğim için, birilerine bağlı hareket etmek zorunda değildim; dilediğim gibi, doyasıya gezebilirdim her yeri… Özgürce dolaşabilirdim izbe sokakları. Öyle de yaptım. Hem rehber, hem gezgin oldum Amasra’nın gizemli ortamında.
Amasra’ya gittiğimde günlerden cumaydı. Cuma namazını kılmak üzere Fatih Camii’ne vardım. Bugün cami olarak kullanılan bu mekân 9. yüzyıl sonunda inşa edilmiş eski bir Bizans Kilisesiydi. Fatih Sultan Mehmet, 1460 yılında şehri fethettiği zaman fethin nişanesi olarak burayı camiye çevrilmiş ve günümüze kadar cami olarak kullanılmıştır.
Cuma olmasına rağmen camide bir saf bile tam dolmamıştı. Cennetmekân Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği bu topraklardaki bu mübarek tarihî camii böyle mi (d)olmalıydı?
İmam hutbe okumak için eline kılıç alarak minbere çıktı. Önce bu duruma bir anlam veremesem de sonradan tarihî malumatlarım imdadıma yetişti. Zira Osmanlı döneminde bazı camilerde kılıçla hutbe okunurdu. Padişahlar sefer öncesi minbere çıkarak sefer emrini buradan verirdi. Demek ki bu gelenek Amasra’daki bu tarihî camide hâlâ devam etmektedir.
Bir Ceneviz Kolonisi olan Amasra, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiştir. Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra gözünü Anadolu’daki belli başlı yerlere dikmiştir. Bunların başında Trabzon Pontus Rum İmparatorluğu gelmektedir. Fakat bundan evvel yol üzerindeki Amasra’yı almak ister. Burası bir doğal liman olduğu için ticaretin can damarıdır. Üstelik Cenevizlilerin yarın problem çıkarmayacağını hiç kimse garanti edemez. Onun için bu yaranın derinleşmeden bir an evvel iyileştirilmesi gerekir(di). Bu düşünceyle Fatih, karargâhını Bartın’a kurar, Amasra’yı denizden kuşatır. Bunu gören Ceneviz senyörü Osmanlı ordusuyla baş edemeyeceğini anlayarak hiç kan dökülmeden şehrin anahtarını Fatih Sultan Mehmet’e verir. Böylece Fatih, çok kârlı bir iş yapıp Amasra’yı Osmanlı topraklarına katarak muhtemel bir tehlikenin de önüne geçmiş olur. Daha sonra Trabzon yolculuğuna devam eder.
“Lala, lala, çeşm-i cihan bu mu ola?”
Cihan İmparatoru Büyük Fatih, Bartın’dan yola çıkarak Amasra’yı tepeden gören bugünkü “Bakacak” mevkiine gelerek Amasra’yı seyre dalıp şöyle der: “Lala, lala, çeşm-i cihan bu mu ola?” diyerek Amasra’nın doyumsuz güzelliklerine olan hayranlığını dile getirir.
Amasra Kalesi, geçmişle gelecek arasında sağlam köprüler kuran, temelleri Bizans döneminde atılmış tarihî bir yapıdır. Bu kadim kalenin taşları, nice zamanların şahididir.
Antik bir yerleşim yeri olan Amasra’ya gidip de Amasra Müzesi’ni gezmeden dönmek olmaz. Bu müze Osmanlı’dan Roma’ya uzanan uzun bir döneme ait tarihî eserlerin bir arada görülebileceği farklı bir mekândır. Bu müzede Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemi eserleri meraklılarıyla buluşturulmaktadır. Zengin bir müze olan Amasra Müzesi’nde el yazması Kur’an-ı Kerimler, padişah mührü, heykeller, kilimler ve kolyeler de bulunmaktadır.
Amasra, tarihle doğanın iç içe olduğu bir şehirdir. Gürcüoluk ve İncivez Mağaraları, Amasra ilçesi sınırları içerisinde bulunan enteresan tabiî oluşumlardır. Ada ve yarımadalardan oluşan Amasra’da, tarih ve doğa iç içedir; bu yönüyle birbirlerini tamamlarlar. Boztepe ve Tavşan Adaları bu bağlamda öncelikli olarak zikretmemiz gereken müstesna yerlerdir.
Üç bin yıllık bir mâziye sahip olan Amasra, Unesco Kültür Mirası Geçici Listesine alınmış, yaşanılacak bir yerdir. Tarihî süreç içerisinde farklı uygarlıklara beşiklik eden Amasra’nın büyüleyici güzelliklerini ve birbirinden muhteşem koylarını görmek gerekir.
Tarihî dokusu ve doğal güzellikleriyle ziyaretçilerini kendine hayran bırakan Amasra’yı bir de günbatımında görmeli… Bu zamanlarda Amasra bir hasret şiiri kadar yüreğe dokunur. Anadolu’nun Karadeniz’e açılan muhkem bir kapısı olan Amasra, gerçekten bir doğa harikasıdır. Bunu bizzat gezerek, görerek tescil ettim. Herkesin de görmesini öneririm.
Bir liman kenti olan Amasra, balıkçılığıyla da ön plandadır. Balık lokantalarıyla meşhur olan Amasra’dan, tereyağında kızartılmış taze balık ve onun yanında 25-30 farklı sebze ve yöresel ot kullanılarak hazırlanan yöresel salata yemeden dönmek hiç de şık olmaz.
Bartın Kaskalar’dan Hititler’e, Roma’dan Selçuklular’a, Osmanlılar’dan Cumhuriyete uzanan zaman diliminde zengin tarihî ve tabiî dokusuyla farkı fark ettiren bir medeniyet şehri; bir turizm cennetidir. Bartın, zamanın hudutlarını aşan yorgun bir zaman yolcusudur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.