- 374 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
Beyaz Melekler 11. Bölüm
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İkinci Bahar Huzurevin’nin verandasında oturmuş, Lokman Hekim’in bana yolculuğum boyunca eşlik ettiği ve Kadir Kara’nın hayatını kurtarmak için Turuncu tırtılla çıktığımız o sisli gece yolculuğunu yazıyordum. Vakit gece yarısını epeydir geçmişti. Zamanın nasıl akıp geçtiğinden bihaberdim. Bayındır Hastanesi acilinden girerken kafamda oluşturduğumuz senaryoyu oynuyordum. Huzurevinde sıradan bir gün geçiren, ilaçlarını alan bir huzurevi sakiniydim ama o gün başım dönmüştü ve merdivenlerden yuvarlanmıştım. Bayındır Hastanesine girme planımız böyleydi.
O gün ilk defa bir hayat kurtaracağım için çok heyecanlanmıştım. Her şeye rağmen o gece gerçekleştirdiğim mucizeye herkes şahitlik etmişti. Karanlığın ve ışığın amansız bir savaşa tutunduğu o gece bir çocuğu ölümün kıyısından değil de adeta o kıyıdan düşerken çekip almıştım.
Tüm bunları yazarken etrafımda akıp giden zamanın, gölgeleri çekilen gecenin farkında değildim. Bir sona doğru yaklaşan biri gibiyim. Bana ve beni ben yapan benliğime dair dünyada bırakabileceğim tek mirasım olan kitabı bitirmem lazım.
İkinci Bahar Huzurevinde her şey olması gerektiği gibi. Beyaz Melekler, koma evreni hakkında ders alıyor, sonra içlerindeki mucizelere inanmaları için birçok insanı ölümün kıyısından almış işinin ehli Beyaz Meleğin destansı maceralarını dinliyorlardı.
Daha önce yazma konusunda yetenekli biri olup olmadığım konusunda fikir sahibi değildim. İkinci Bahar Huzurevindeki değişimimden sonra yaşadığım mucizevi şeyleri yazmaya karar verdim. Dünyada var olan gerçekliğin bir gölge olduğunun, o gölgenin yansıdığı gerçekliğin ne olduğu hakkında küçük de olsa bir fikir sahibi olacak birilerinin olmasını umuyorum.
Benliğimin büyük bir çoğunluğu hala 1999 yılında. 17 Ağustos Gölcük Depremi, Mırnav’a ağustos ayının son günlerinde aldığımız ihtişamlı kedi evi, Doktor Ercan’ın ameliyathane merdivenlerinde karşılaştığı Mırnav’ı korkutuşu, sonrasında Mırnav’ın araç altında ezilmesi ve Almila’nın acı dolu haykırışlarını duyduğum günlerdeydi.
Burada, gölgelerden uzakta; Beyaz Meleğe dönüşen insanların, karanlığa ve kötülüğe yenilmek üzere olan insanlar için verecekleri mücadeleye hazırlanışlarını, İkinci Bahar Huzurevinin büyüleyici atmosferini, Sema Akbuğa’yı, Lokman Hekim’i, Salih ve İhsan kardeşleri, Bay Baki Kalır’ı, kendisine verilen görevi sorguladığı için tekrar insana dönüşen ve adına Öngörülmeyen denilen varlığı ve dünya için yaptıklarını da ucundan kıyısından değinme gereği hissettim.
Düşündüğüm şeyler, anılarımda tazeliğini koruyan olaylar beni geçmişi düşünmeye itiyor. Kadir’i komadan uyandırdıktan sonra ‘Seni rüyalarımda gördüm. Hem de birkaç kere. Gölgeli bir yerde dolaştığını. Aynı gölgeli yerde ben de vardım. Birbirimizi gölgeler arasında bulduk.’ Demesini hatırlamam da sanırım bu nedenden.
Vakit gece yarısını geçti ve ben hala yazıyorum. Doktor Güven Alpagut’la konuşmamız anımsıyorum. ‘O tuhaf odada bir şey var.’ Demişti. Kastettiği yer yaşam destek ünitesiydi. Hatırladığım kadarıyla ‘Orada bir hastanın daha yaşamına son verdiğimizi aklıma dahi getirmek istemiyorum.’ Demişti.
Zaman akıp geçmiş, güneş ışıkları bulunduğum verandayı sarmaya başlamıştı. Yorgun değildim ama biraz uzanmak istiyordum. Gerindim ve biraz olsun rahatlamak için ayağa kalktım. Vakit benim için bir şarkının son anları gibi akıp geçiyordu. Çünkü on dokuz sayısına ulaşmak üzereydim.
On dokuz karanlığın ve ışığın, kötülüğün ve iyiliğin rakamıdır. Beyaz Melekler on dokuz hayat kurtarınca görevlerini bitirmiş olurlar. Ben on sekiz masum ve günahsız insanın hayatını kurtarmıştım. Kirpiklerimde on sekiz inci tanesi diziliydi. Son bir hayat kurtarmak için bekliyorum. Beyaz Melek olarak yapacağım son mucizeyi bekliyorum. Sonrası mı? Sonra ne olacağını ben de bilmiyorum.
Uyumak ya da dinlenmek yerine yazdıklarımı bir nihayete erdireceğim. Uykusuz geçirilen bir gecenin sabahında işe gitmek için yataktan kalkmaya ne kadar mecbursanız, ben de bu yazıyı bitirmem için uykusuzluğa ve yorgunluğa meydan okuyarak bu yazıyı bitirmeye o kadar mecburum. Sanırım bir nihayete ermenin en kestirme yolu insanın ödün vermesidir. Ben de bu ödünü vermeye kararlıyım. Bedenen zayıfladığım ve bitme noktasında olduğum bir dönemdeyim. Kısaca anlatmak gerekirse Beyaz Melek olarak ömrümün son aşamasındayım.
Kendimi tekrar yazacaklarıma bırakmak üzereydim. Verandada bir gıcırtı duydum. Başımı çevirip o yöne baktığımda Lokman Hekimi gördüm. ‘Gece uyumadın sanırım?’ dedi. Ona karşı son derece güzel hislerim vardı. Bana doktorluk mesleğinde başarılı işler yapmış eski mesai arkadaşlarımı hatırlatıyordu.
‘Evet. Uyumadım.’ Dedim. Gülümseyerek ‘Bitirmem gereken bir kitap dolusu anım var.’ Dedim.
‘Güçlenmelisin. Hala kurtarman gereken bir hayat var. Bu kadar zayıfken koma evreninden çıkamazsın.’ Dedi.
Başımı eğdim ve yazdığım şeylere bakmaya başladım. ‘Elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsin.’
Görmesem de gülümsediğini biliyordum ‘Neler yazdığın herkes merak ediyor.’ Dedi.
‘Bir mucizenin gölgeler arasında saklı kalmasını istemiyorum. Yazdığım şeylerin bilimsel bir açıklaması yok ve sanırım bu kitabı okuyan hiç kimse burada yazılan anıların ve gerçeküstü şeylerin doğru olup olmadığını araştırmayacak.’
Lokman Hekim bana doğru yaklaştı. ‘Bana dair de bir sürü efsane var. Ama kimse gerçeği hiçbir zaman bilemeyecek.’ Dedi.
‘Ölümsüzlük iksiri gibi mi?’ dedim.
Sadece gülümsemekle yetindi.
‘Çok zayıfladın ve iyi görünmüyorsun?’ Verandada bulunan sandalyelerden birini alıp karşıma geçti.
‘Ben gayet iyim. Bundan emin olabilirsin.’ Dedim ve gülümsemeye devam ettim.
Lokman Hekim gülmeye başladı. Gülmesi gayet normaldi. Yeryüzünün gelmiş geçmiş en iyi hekimi karşısında kendime teşhis koymuştum.
Bana düşünceli bir şekilde bakmaya başladı. ‘Bitirdin mi?’ dedi.
‘Bitmek üzere.’ Dedim. Yazdığım sayfaları ona uzattım. Tamamını okuması dakikalarını almamıştı.
‘Yanlış anlama ama çok karmaşık bir yazın var.’ Dedi. ‘Okurken zorlandım.’
Nezaketinden ‘Kötü bir yazın var.’ demediğini anladım. ‘Karmaşık yazmam sadece bir alışkanlık.’ Diye bildim.
Lokman Hekim sandalyeden doğruldu ve gitmek için müsaade istedi.
O an yapmam gereken şeyin zamanının geldiğini düşündüm. ‘Sana bir şey emanet etmem lazım.’ Dedim.
Lokman Hekim bana bakıyordu. İçimden bir ses her şeyi bildiğini söylüyordu.
Elli yılı aşkın süredir sakladığım sırrı bildiğini düşünmek beni biraz mahcup etmişti. Yapmamam gereken bir şeydi. Beyaz Melekleri tehlikeye sokacak bir şeye sebep olabilirdim. Her şeye rağmen kötü bir şeye sebep olmamıştım.
‘Ormanda sakladığın şeyle ilgili mi? Dedi.
Mahcubiyetim hala geçmemişti. ‘Evet.’ Diyebildim.
Bana bakmaya devam etti. Çok uzun bir süredir bana bakıyormuş gibi geldi. Sonra yazdığım sayfaları bana uzattı.
Kağıtları ondan aldım. ‘Biraz yürüyeceğim.’ Dedi ve yanımdan ayrılmadan ‘Emanetine bakacağım.’ Dedi.
Sonra yazmaya kaldığım yerden devam ettim. Aklımı kurcalayan şeyden kurtulmuştum.
Geçilecek son bir kapıya doğru gider gibiydim. Uykusuz geçirilen bir gecenin sabahında işine gitmek üzere olan bir işçi gibiydim.
Soluk mavi kapıdan geçer gibi.
YORUMLAR
Timur KOHEN
Tebrik ederim, değerlii yazarım.
Kaleminiz hep çağlasın.
Sonsuz saygı selamımla