- 375 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
-BİR İNKILAP DA VAR İNKILAPTAN İÇERİ-
"Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."
Atatürk’ün bu sözü farklı yönlerden değerlendirilmeye müsaittir. Yüzyıl önce milliyetçilik fikrinin de etkinleştiği bir dünyada muayyen bir Türklük, Türk milliyetçiliği şuurunu önümüze serdiği gibi Milli Mücadele döneminde dış istila girişimine karşı mücadele vermiş, liderlik etmiş başkomutanın askeri siyasi stratejiyi nasıl bütüncül kavradığını da gösterebilir.
Baksanıza finalin haşmetine: “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." Demektedir Gazi Paşamız.
Kuşkusuz sözün ilk bölümü Türk kökenli olmayan insanların bu ülkede artık yaşamayacağı, yaşayamayacağı, bu topraklarla tarihsel bağlarının tanınmayacağı manasına nasıl ki gelmiyorsa, dilimizde de asırlara dayanan farklı dilsel kökenden sözcüklerin tümden atılacağı, atılması gerektiği anlamını vermemektedir.
Oysa tatbikat en azından başlangıç itibarıyla böylesi radikal bir hava estirmez mi? Söz gelimi bir söylevinde de paşamız kuşkusuz farklı bir konuda “Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir durum almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu verimli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.” Demektedir.
Şimdi efendim, bu tarz söylemleri tarihsel dayanaklarından arındırarak ele almak, hiçbir evveliyata bağlı olmayan günübirlik afra tafra, trip atma, azarlama, asabiyet gösterisi gibi okumak bizi feci şekilde soğukkanlılıktan uzaklaştıracak ve beraberinde bir o kadar yanıltacaktır.
Soralım hemen: Bir asırdır uluslararası alanda yankılanan sözde Ermeni Soykırımı farfaracılığı, yaygaracılığı nedir? Hadiseleri salt 1915 olayları gibi göstermeler, göstermeye çalışmalar. 1905’de Sultan 2’inci Abdülhamit’e yönelik Ermeni Taşnak komitesinin suikast girişimi, daha önce Ermeni çetelerin Doksan üç harbi diye de anılan 1877-78 Osmanlı Rus savaşında Ruslarla birlikte doğuda yaptıkları mezalim 1915’den sonra mıdır tarihsel olarak be zalimler! Deme de dur şimdi. Ya da yine harpler döneminde kiliselerin silah depolarına çevrildiği evreler, vs. akla gelmez mi?
Öte yandan tarihimizin şüphesiz ulu çınarı Osmanlı’nın da bir siyaseti vardır kendi koşullarında. Bu siyasanın parçaları arasında nasıl bir Türk ve devşirme yahut tebaa algısı vardır mesela? Türklerin Anadolu’nun Yörük Türkmen askeri, rençperi olarak kabul edildiği, sanat, zanaat, ticaret alanlarının ise gayrı Müslimlere bırakıldığı görülmektedir değil mi? Şöyle ki, Rum, Ermeni, Yahudi tahta ortak olmayıp, Türkî unsurlar ise hanedana rakip olabilirler endişesi yok mu burada?
Peki, Kösedağ ve Ankara savaşlarında Türk’ün Türk tarafından boğazlanması, Anadolu’nun Orta Asya kökenli Tatar, Moğol, Türk yapılarca yağmalanması gibi hadiselerinde Osmanoğlu’na öğrettikleri yok mudur? Demek hiçbir şey tarihte tekil çizgide yürümüyor. Demem şu ki, Osmanlı bazı harpler ve hadiseler eşliğinde Türk’ün Türk’ten başka dostunun olmadığını değil de, Türk’ün en büyük düşmanının yine Türk olduğunu öğrenmiş olmasın sakın. Hiç şüphesiz bu gerçekliği de sınırsız, limitsiz bir imkân dahilinde okumamak gerekir. Anadolu’nun Yörük Türkmen yapıları bu kaos ve hengâmelerin çok acısını çekmiştir, çook! Madalyonun iki yüzünü hiçbir dem kaçırmamalı derim bu bağlamda.
Bunun gibi, büyük Atatürk’te yukarıdaki söylevinde Ermeni’ye karşı ırkçılık yapmıyor, çok boyutlu bir ayar veriyor gerçekte. Elbette Ermeniler bizim sanat, zanaat tarihimizde saygın bir şöhrete sahiptir. Şu kadar ki, ne neye istinaden, ne ise ne maksatla diye sormamız, yoklamamız gerekmez mi?
Şimdi Dil İnkılabının da Tanzimat’tan Cumhuriyete birbiriyle birebir örtüşmeyen ama birbirini tetikleyen süreçler manzumesi olarak okunması gerektiği kanaatindeyim. Tanzimat dönemi edebiyatımızda dilsel açıdan bir Şinasi Abdülhak Hamit zıddiyeti olduğu gibi, Recaizade Mahmut Ekrem Muallim Naci eksenli, edebiyatımızda eski yeni kavgası karşımıza çıkar. Sade dilcilerle ağdalı Osmanlıca yanlıları birbiriyle sürtüşür durur. Dilde sadeleşme tarihimizde bir Milli edebiyat evresi karşımıza çıkar. Ünlü hikâyecimiz Ömer Seyfettin’in sade dil üzerine, ağdalı Osmanlıcaya karşıt safta yaklaşımları, fikirleri, yazıları, vs.
Yazar Ahmet Ercilasun “Ömer Seyfettin ve Türk Dili” başlıklı makalesinde ünlü hikâyecimizin “Genç Kalemler” grubu mensuplarından Ali Canip Beye yazdığı mektuba değinmekte. “Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilal vücuda getirelim. Ah, büyük fikir! Sây, sebat ister…” demektedir söz gelimi.
Yine yazarın ifadesiyle “Hareketi başlatan üç ismin -Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp’ın- hedefi, konuşulmakta olan İstanbul Türkçesini yazı dili hâline getirmekti.” Denilmektedir.
Ömer Seyfettin’in ifadesiyle “Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan bütün terkipler terk olunacak... Fevkalâde, hıfzıssıhha, darb-ı mesel, sevk-i tabiî gibi klişe olmuş şeyler müstesna…” denilmektedir yine.
Ne ki, Genç Kalemler muhitinde yerleşmiş ölçülerden uzaklaşıldığı da söylenemez. “Herhangi bir kelime veya tamlama Arap ve Fars dillerinin kurallarıyla veya ekleriyle de yapılmış olsa eğer konuşma diline girmişse atılmayacaktır. Esas olan konuşma dilidir, konuşulan Türkçedir. Tersinden söyleyelim, “Yeni Lisan” ihtilalcilerinin hedefi; hayatta mevcut olmayan bir dil, o güne kadar dilde kullanılmamış kelimeler değildi. Onlar var olan bir dili hedef olarak almışlardı. İstanbul halkı arasında var olan konuşma dilini.” Denilmektedir yazar tarafından.
Diğer taraftan Ömer Seyfettin’in Cenap Şahabettin’e yönelttiği bir tenkitte manidar. “Mesela Cenap Beyefendi’yi konuşurken bütün Türkler anlarlar. Çünkü selikamızda yaşayan millî kelimeleri kullanır. Yazarken, Arapça, Acemce tahsil görmemiş Türkler anlamazlar. Niçin? Çünkü selikamızda, sevk-i tabiimizde olmayan kelimeleri ve tarzları kullanır.” Şeklinde ifade edilmektedir vaziyet.
Sayın Ercilasun makalesinin devamında ise Cumhuriyet döneminde Dil İnkılabının şekillenmesine eğilmekte.
“Atatürk dönemi, dilde de yeni bir dönemin başlangıcı demektir. 1928’de Latin esaslı Türk alfabesi kabul edilerek büyük bir devrim yapılmış ve sıra dil işlerine gelmiştir. 1932’de kurdurduğu Türk Dil Kurumu ile Atatürk, bütün kelimelerin Türkçe kökenli olmasını hedef alan özleştirme hareketini başlatmıştır. Halkın günlük diline girmiş olsa da bir kelime yabancı kökenli ise atılmalı, yerine öz Türkçesi konulmalıydı. Üç yıl kadar denediği özleştirme hareketini Atatürk, 1935 yılının güz aylarında bıraktı. Aynı tarihlerde ortaya atılan Güneş Dil Teorisi’nin bir amacı da halkın diline girmiş yabancı kökenli kelimele- 14 TÜRK DİLİ ARALIK 2020 rin atılmasını önlemekti. Teoriye göre bütün bu kelimeler, zaten Türkçeden başka dillere geçmişti; dolayısıyla dilden atılmalarına da gerek yoktu.” Demektedir yazarımız.
Atatürk bu kez halkın günlük konuşmasını baz alarak yöresel ağızları derleyen sözlükler hazırlanması yönünde direktif vermektedir. Neden ve hangi gelişmeler üzere peki, tasfiyecilik uygulamasından vazgeçmekte Gazi Paşamız?
Örnek vermek gerekirse, memleketimizi ziyarete gelen İsveç Veliahdı Prens Güstav Adolf şerefine Çankaya Köşkü’nde verilen ziyafette Atatürk’e hazırlanan konuşma metni şöyledir:
“Altes Ruvayel, Bu gece ulu konuklarımıza Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken, duygum tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi içinde bu yurtta yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankısını bulacaksınız. İsveç, Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, onu, bu iki ulus ünlü, şanlı özlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak daha başka bir alanda da onlar erdemlerini o denli yaltırıklı yöntemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özençe değer değildir. Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önerme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar. Onlar, bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: baysal utkusu. Altes Ruvayel, yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız bütün acunda saygılı bir sevginin söyöncü ile çevrelendi. Genlik, baysal içinde erk sürmenin gücü işte bundadır. Ünlü babanız yüksek kralınız Beşinci Gustaf’ın gönenci için en ıssı dileklerimi sunarken, Altes Ruvayel sizin Altes Ruvayel Prenses Luizin, sevimli kızınız Altes Ruvayel Prenses İngrid’in esenliğine tüzün İsveç ulusunun gönencine içiyorum”.
Ulu önder bu metinden fevkalade rahatsızlık duyar açıkçası. Yine “Atatürk Ansiklopedisi” adıyla yayınlanan eserin “Güneş Dil Teorisi” başlıklı maddesinde ise şu cümleler karşımıza çıkmakta: “Durumun bu noktaya geldiği günlerde Viyanalı Dr. Hermann Kvergitsch 41 sayfalık, basılmamış bir çalışmasını Gazi Paşaya göndermiştir. Güneş-Dil Teorisi’nin kaynağı bu çalışmadır. Hermann Kvergitsch tarafından ortaya atılan “Türk dilinin dünyada esas bir dil olduğu ve dünya dillerindeki birçok kelimenin de Türkçeden türediği” tezini ileri süren bu kitapçığı Atatürk okumuş, beğenmiştir. Dünyada konuşulan bütün kelimelerin güneşin oluşumu kadar eskiye ve köken olarak Türkçeye dayandığı fikri O’nu çok etkilemiştir.”
Örneğin; 1934 ile 1937 yıllarındaki Dil Günü nedeniyle Türk Dil Kurumu’na çekmiş olduğu telgraflar Atatürk’ün bu konudaki düşüncelerinin değişimini gösterir niteliktedir:
“Dil Bayramı’ndan ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu genel özeğinden, ulusal kurumlarından birçok kutun bitikler aldım, gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlarım.” (26 Eylül 1934)
“Dil Bayramı münasebetiyle Türk Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarından çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetlerinizin temadisini dilerim” (27 Eylül 1937)
Ne ki, Güneş Dil Teorisini mutlak bir hakikat değerinde kucaklamakta bizi yanıltacaktır. Kimi çevreler a evet tabii ki yaparlar Türkçülük cereyanının hakim bir evresinde olunmasının etkisiyle. Dünyadaki ilk kavim Türkler, ilk lisan Türkçedir, harika nidaları semaya savrulur bir anda. Halbuki Atatürk’ün bu teoriden muradı tasfiyeciliğin kontrolden çıkmasına blok koymaktır. Sonsuz ufuk değildir yoksa.
Atatürk’ün Falih Rıfkı’ya “İsmet Paşa’yı gördüm: Konuşamıyoruz, dilsiz kaldık. Bu kadar çalıştık, küçük bir kılavuz çıkardık diyor” dediği “Çankaya” eserinin müellifi meşhur gazeteci yazarımızın ifadesi olmaktadır.
Tam tersi yaklaşım göstermek Güneş Dili evrensel değişmez bir dil bilim tezi zannetmekte fevkalade yanılgılı ve yanıltıcı olmaktadır kimi dönemlerde. Kapladığı alan önemlidir açıktır ki. Nitekim Atatürk’ün de teoriden Özleşmecilik bulutlarını dağıtacak derecede yararlanıp vefatı öncesi bu modelden büsbütün vazgeçtiği yönünde söylemler yer almaktadır.
Nihayet belirtmek gerekir ki, dil siyasi ideolojik bir arena hiç değil. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e sade dil, ağdalı Osmanlıca derken tasfiyecilik rüzgârlarının estiği evreler sosyolojik etki tepki ya da geleneksel ifrat tefrit parantezinin açık tutulduğu hallerin şairin ses bayrağımız tabir ettiği Türkçemizin lehine işlemediği tecrübeleri de önümüze koymaktadır. Şu kadar ki, çok kez sanılanın aksine yaşananlar pek çok alanda olduğu gibi iki asra yayılan süreçler manzumesi olarak görünmektedir.
L.T.
YORUMLAR
Arşivlik bilgiler barındıran ve çok yönlü araştırılarak büyük emek verilmiş olup, dikkatle okuduğum çok faydalandığım güzel bir yazı...
Çok zengin ve köklü dilimiz çeşitli kültür ve büyük çoğrafyaların süzgecinden geçe geçe bu günlere kadar gelmiştir. Ne kadar doğrusunu konuşup yazabiliyoruz bunu dahi tam olarak bilemiyor ve olanı unutmamaya, korumaya çalışmak için edebiyat dünyasında bulunuyoruz.
Bir de buna, ömrünün dörtte üçünü ülkesinden uzakta yaşayan birinin gözü ile baktığımda:
Şu anda bile zihnimizde, elimizde bulunan ata dilimizin, daha fazla erozyona uğramaması dileğimle,
kısaca diyorum ki;
Dilimiz çok güzeldir. Şiirlere, türkülere, şarkılara o kadar yakışıyor ki, melodisinin kıymetini bilelim ve sonsuza kadar koruyalım onu.
Bu güzel emeği teşekkür ile
yürekten kutluyorum...
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duyduğumu özellikle belirtmeliyim
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Deneyimleriniz ışık tutar ancak bize
Evet
Dil ve iletişim
Dil ve kültür
Dil ve millet
Ne başlıklar atılmaz ki
Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Selam ve saygılarımla.
https://youtube.com/watch?v=R_0woVEQlPA8
Tam da bu konuyu içeren bir video izlerken ve kendi yazımda da paylaşmışken bu linki buraya iliştirerek lafı uzmanına bırakmak istiyorum.
Çok güzel bir konu sizi tebrik ediyorum.
Selam ve saygılar.
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum hocam
Selam ve saygılarımla.