Namlunun Ucunda Tek Başına
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ölüm, ölmeden önce sözcüklerin bittiği yerdi.
Tek bir kurşun kalmıştı, 200 mm’lik kök uzunluğu olan Colt Revolver’sında...bu sefer hedefi tutturacaktı, geriye elle tutulur başka bir seçeneği de kalmamıştı zaten. Bu işi bugün bitirmesi gerekiyordu ama her şey kafasında kurup hesapladığı gibi yolunda gitmiyordu işte. Ayağına değen her taş bir engel çıkardığı gibi zaman da giderek daralıyordu ve namlunun ucundaki merminin suyu da iyice ısınmaya başlamıştı. Beynindeki cümleler peşi sıra mermi hızıyla gözünün önünden geçerken; parmaklarının titreyip iyice terlediğini fark etti. Sinek gibi vızıldayıp duran iç sesini susturmak yerine, içinde tepinip duran nal seslerini sadece 16. yüzyıla kadar sürmekle de kalmayıp, ayağına dolanan işi de iyice yokuşa sürürek pusulayı tümden şaşırdı. O zamanda olsaydı bu işi daha kolay ve sancısız çözebileceğine iyiden iyiye kendini inandırdı. Onurunu ve gururunu zedeleyen eskiden kalma bir hesabı tekrar cilalayıp parlatarak; intikam ateşiyle yanıp tutuşan halihazırdaki ezeli düşmanının önüne yem olarak atacak ve rakibi de kendi haysiyetini korumak uğruna düelloya tutuşacaktı. Ölüm böyle durumlarda başka birinin elinden daha caydırıcı ve caziptir her zaman. Eğer yeryüzünde kalmanı gerektiren daha ikna edici bir bahanen yoksa orayı terket ve uzaklaş hemen! Tükenen bir umudu yoktan var etmek cesurların işi, korkakların değil!
Tuzlu terini silmek uğruna; sağ elini cebinde bir haftalık buruşuk vaziyette duran mendili kıskıvrak yakalayıp atağa geçirmek isterken, bozuk paraların şıngırtısıyla aniden irkilip, metal soğukluğun tüylerini havaya kaldırışına hiç aldırmadan, bu süre zarfında yüzünü kırıştıran donuk ifadelerle de adamakıllı sarmalanarak; yol boyu elinden geldiği kadar ve tüm gayretiyle, tıpkı bir hastane koridorunda gözü uyku tutmayan bir refakatçinin gösterebileceği duyarlılık ve şefkãtle onlara eşlik etti beraber. Mutlu bir anısına sıkı sıkıya tutunmak pahasına; yolunda gitmeyen son bir senelik bilançonun kãbus efektleri üzerine çullanıp pul pul dökülünce, sömürge altında yaşamını sürdürmekte olan karınca kolonisi hatıranın da ayyuka çıkıp üstüne yürüyerek sesini yükseltmesine mani olamadı bir türlü. Her şey ne kadar da basitti oysa. Bir insan birkaç ayda rahatlıkla tükenebilir, suyu sıkılabilir, yarın öbür gün donuna kadar beş parasız sokakta bulabilirdi kendini. Hayatı da böyle topu topu cebindeki üç beş kuruş kadardı. Ya hayata tutunup her şeye sıfırdan başlayacak ya da silahı alnının ortasına dayayıp, yüzde doksanı suyla kaplı bu et torbasının, yüzde beşlik hayatta kalma ihtimalini de; en acımasız şekilde, en kestirme yoldan tek bir vuruşla minimuma indirip önünü kesecekti. Bütün bunları düşünürken de ince eleyip sık dokuması gerektiğinin de farkındaydı. Her olasılığı gözden geçirip, en ufak ince ayrıntısına kadar hesaplaması gerekiyordu. Bir milimlik ıskalayış fiyaskoyla sonlanabilir ve iki ayağın zaten ucu ucuna denk getirip, zoraki direttiği bitkisel hayatı iyice kötürüm olabilirdi. Düşüncesi bile korkunçtu, ilk kurşunlar boşalmadan son kez olacakları süzgeçten geçirdi. Önünde üç seçeneği vardı. Ya alnının ortasından, ya şakağından ya da ağzının içinden isabet alacaktı. "En ağrısız ve hızlı nasıl can veririm?" diye sormadan edemedi, evet silahtaki son mermiye güveni tamdı ama eline de güven olur muydu, titretmeden sözünü geçirebilir miydi ona da? Söylemek istediği son bi sözü var mıydı peki? Manuela olsa şimdi gözünü bile kırpmadan "Manapi!" derdi. Hiçbir şey. İdama giderken gözlerini bağlamamayı bunun için istememiş miydi?
Hayatla ölüm arası soğuk savaşı gözünün önünde gidip gelmekteydi hâlâ. Kararsızdı. Bir eli bozuk paralarda bir eli silahın kabzasında; ömrünün, yarı kapalı mapusu andıran seyir defterini tek tek açıp, tozları havaya kaldırarak, hiç de kolay olmayan hedefin yolunu büsbütün şaşırtıp zorlaştırıyordu. Tek kişilik ölüm mangasının bu işi bugün bitirmesi gerekiyordu. Ya kendi celladı ya da kurtarıcısı olacaktı. Bu kararı alması hiç de öyle kolay olmamıştı. Karısının gururunu hiçe sayan sözlerini her gün ivme kazandırıp yaylı ok gibi kalbine doğru fırlatışı, sevgi üzerine kurulmuş evliliğini; kötü günde zora gelince nefrete bulayıp gözden çıkarmaya hevesli oluşunu görünce, sevginin yerinde şimdi yeller estiğini ve hiçliğine baskısı gün geçtikçe ikiye katlanıp çoğalırken, çocukların anne baba arasında ablukada sıkışıp köşeye sinip çekildiklerini ve kendinden soğuduklarını hissedince; bu kararı almanın herkesin hayrına olacağını düşünüyor diğer taraftan da her şeyi ardında bırakıp gitmenin ailesinde açacağı tahribatları ve acıları düşündükçe de vicdanı bir türlü rahat nefes aldırmıyordu.
İçindeki merminin bir yolunu bulup gittiğini hayal ettikçe, ilk müdaheleyi eden doktorun ailesine söyleyeceği acıklı sözler kulağında çınlanır gibi oldu. "Beyin ölümü gerçekleşti ama vücudu beygir gibi halen çalışıyor. Böyle vakalara nadiren denk geliyoruz, oldukça dirayetli sağlam bir yapıya sahip, organları teslim olmak istemiyor ama siz yine de her şeye hazırlıklı olun!". Kafasında kura kura olacakları düşündü, olur da şans eseri kurtulursa ömrünün geri kalanını bir yaşam ünitesine bağlı geçirmek de insana verilebilecek en ağır cezaydı bu hayatta. Bu durumda şakaktan vurmak risk teşkil eden bir eylemdi. Gazete sayfalarından birinde buna örnek bir vakanın yaşandığını duyurup terli avcunun içine delil sunan; kanlı, canlı bir haberin sıcaklığını ensesinde hissetti: "mermi sinüs boşluklarından geçip diğer boşluktan çıkmıştı" diye yazıyordu. Bu üç şıktan birini böylelikle elemiş oldu. Alnından, deyim yerindeyse iki kaşının ortasından vurmak; tıbbi açıdan daha az komplikasyonlara yol açan bir durumdu. Islak mermi vital fonksiyonları kontrol eden omurilik soğanını yani hayat düğümünü tahrip edeceğinden, nişan alır almaz anında ölebilirdi insan. Geriye öbür seçenek kalıyordu, ağzına namluyu doğrultmak. O da profosyenellik gerektiriyordu biraz. Bizim çömez onu da beceremez, eline yüzüne bulaştırırdı kesin. Yanlış hedefi tutturacak olsa Allah muhafaza bu defa da ağzı, burnu dağılır, geri kalan ömrünü banka soyguncuları gibi yüzünde bir peçeyle dolaşmak zorunda kalır, hepten dalga konusu olur insan içine de elini kolunu sallaya sallaya çıkamazdı öyle. Ölmek ne zor işti böyle...İnsan huzurlu bir şekilde dilediği gibi ölemiyecek miydi bu dünyada?
Olacakla öleceğe çare yoktu. İnsan şu hayatta olsa olsa en iyi ya kendi celladı ya da gardiyanı olurdu ama ölmek; ölmeden önce cehennemine bile isteye gönüllü odun taşımak ve bütün delilleri ortadan kaldırmak demekti.
YORUMLAR
Kesinlikle ilgimi çeken bir yazı oldu. Heyecanla okudum. Hani dedim kahraman bir de vampir olsaydı, sürekli ölüp dirilseydi diye düşünmedim değil. ;)) her gidiş gelişte farklı düşünceler ;)
Gerçi kalem kendini okutuyor ne yazsa. Uzun uzun Notlar düşecektim ama black kısmın başlayınca susmayacak diye korkuyorum. ;)
Tebriklerimi ve sevgilerimi bırakıyorum.
Gule
Sen vampir deyince sesli güldüm, tam senlik bir hareket hiç şaşırmadım:)
Ben inanıyorum ama seni ne pahasına olursa olsun onlara kaptırmayacağız:)
Çok teşekkürler Sky, sevgiler çokça:)
black_sky
Ne yalan söyleyeyim güzel bir vampir filmi senaryosu yazmak isterdim ama sanki her şey yazılmış gibi geliyor ;))
Sevgimle.
Gule
Bence yazmalısın kendi senaryonu, kurgunu. önemli olan sabır ve istek biraz da özveri tabi, bende o sabır ve düşünceleri kaldıracak irade yok.
İşten güçten bunalınca filmlere sararım bazen Gülecan. Tom Hanks'in 'hayata röveşata çeken adam ' filmini hatırlattı yazı bana. Filmin kahramanı silahla intihar etmeye çalışıyordu.
Gergin bir konuyu hafiften yumuşatıp yer yer espri de katman okuyucuya bu karakter yapmaz dedirtiyor. Yani en fazla küsüp bir yerlere kaybolur bir kaç gün.
Minicik bir tavsiyem var. İntihar nedenini bir paragrafta özetlemek yerine yazının tamamına yaysaydın, aralara laf sokar gibi gizleseydin hepimiz o hayırsız ev ahalisine düşman olurduk.
Özet olunca da
-yapma be abi azıcık alınganlık etmişsin gel bi hava alalım ne var yaşamaya küsecek diyesi geliyor insanın.
tebrik ederim, bir gün güzel öykülerin kıymetli bir kitaba dönüşmesi dileğiyle
nevmizan tarafından 22.5.2023 15:14:34 zamanında düzenlenmiştir.
Gule
eylem neticesi birbirine ters gibi düşse de, yaşadıkları hayal kırıklıkları ve talihsizlikleri birbiriyle ilişkilendirilebilir uzaktan. Biri silahına davranıp acılarına artık dur deyip son vermek isterken, öbürü akıntıya kapılıp ordan oraya savrulup sürüklenerek hayatı iyice içinden çıkılmaz hale geliyor.
Tavsiyen konusunda çok haklısın nevmizan, açıkçası düşünmedim de değil ama dilime söz geçiremeyeceğimi de bildiğim için, konuyu daha fazla uzatıp dağıtmadan geçiştirdim o süreci seri bi şekilde.
Hani eskiden savaş öncesi, kılıcın keskin yüzünde ölümün sıcaklığını ensesinde hissedip bi ayağı çukurda, bir ayağı da toprakta asılı duran ulakların tedirginliği olurdu ya; yazının da, kralların elçilerine titreye titreye taşınan fermanlar gibi açıldıkça açılan, uzadıkça uzayan bi içeriği olsun istemedim:)
Ama kurduğun diyaloglar gülümsetti:)
Çok teşekkürler nevmizan, sağolasın...
yaşamdan vazgecme
nefes almaya tahammülsüzlük
mutsuzluga tebelleş olan umutsuz bir çare çıkmazı
intihar fikri ölüme atılan okmu
ölümün ruhtaki kaossa sinyalì
hayati duyguyu düşünceyi hayal gücüyle
degerleri kalbe dikte etmek belkide
çok etkiliydi anlatim
hayal gücü
tebrikler
Gule
"Gülemiyorsun ya, gülmek. Bir halk gülüyorsa gülmektir."
Mutluluk bir insanın tek kişilik yaşamıyla indirgenen ve algılanan bi kavram olmamalı. Bazı insanların hayatı dışardan bakıldığında belki tıkır tıkır her şey yolunda, dört dörtlük işliyordur, hem maddi hem manevi hiçbir derdi tasası yoktur aslında ama iç dünyasında kıyamet kopuyordur bilemeyiz. Ya da aza tamah edip karın tokluğuna çalışan, hayattaki tek derdi 'bundan iyisi can sağlığı, buna da bin şükür!' deyip kaderine razı olanın da gülmek için, gününü kurtarmak için hep bi bahanesi vardır, yangınını içinde sürdürür kimseye belli etmez. Bu insan da ufak şeylerle yetinmesini, mutlu olmasını öyle ya da böyle bilir. Ha günümüz şartlarında bu tartışılır tabi, nereye kadar? Sabrının ve gücünün de bir sınırı var. Her ne kadar para önemli değil desek de, yaşamını idame ettirebilmek ve kimseye muhtaç olmadan sürdürebilmek, ihtiyaçlarını karşılamak için de düzenli sağlam bir işe ve orantılı bir gelire ihtiyacı var...
Bu pencereden bakarsak insanın kaosu ve mutluluğu sadece aile içi değil, toplum ve çevrenizdeki her şeyle, bütünüyle iç içe geçmiş kapsamlı bir sarmal durumdur.
Yorumlar sayesinde bir çok şeyi paylaşıp konuşarak ayna oluyoruz birbirimize, bu da paylaşımların altında görmek isteyeceğimiz türden ve tabi yazar ve okur arasında naifçe kurulan diyaloglar, kısa paslaşmalar. Yazım dilinin olmazsa olmazı dediğim duygu bağları...
Çok teşekkürler Sedanur.
Sedanur
bazen birinin mutsuzlugu
birinin hayal kurdugu düsü
olabilir
yaşam bütünlüğü
her canlının sıkıntısı ruhumuza sis
ama dertlenmek yerine dert almak mutlu etmek mutlu ederken mutlu olmak
birinin yüzündeki tebessūmde iz olmak
başka hikayelerde umut olmak sevinc olmak
karanliga karamsarlığa sevdalanan beyne zulumdur acıdır belkide
sevmek
zenginlik ödül
cennetti kalp icine hapseden ruha
ölüm düsü haramdir
icim susmadi bu yazıya nedense💜
Gule
ölüm düsü haramdir"
iyi ki konuştun Sedanur...yine düşündürücü, birbirinden anlamlı güzel düşünceler kalbinden çıkıp gelmiş...iyi ki de gelmiş.
Sonuç olarak insan kendini bilmeli eğer bilemiyor ise kasabın bıçağını yalamak kuzuyu kurtarmaz şiir gibi bir yazı anlayana kutluyorum
Gule
teşekkürler, saygılar.
Merhaba Gule,
İnsan kendi ölümünü deneyimleyemez gerçeğinden hareketle ,
Hakikati asla bilemeyecek olmanın avuntularını hissiyat ve sezilerimizle bastırırken, mantık ve deneyimleri de sezilerimizin avuntusu durumuna düşürmek ya da itelemek insani çırpınışlarımızın kaçınılmaz paradoksu oluyor, olmalı. Avuntunun tatminsizliği ubuntu ile giderilebilir sanırım.
A. Camus yaşamın anlamı hakkında bir yargıya varıp varamamanın temel sorunumuz olduğunu söylerken kendi sınav kağıdını "öleceğimizi bilmek hayatımızı bir şakaya çevirir" cevabıyla noktalamış...
Diğer tarafta her şeyin hesabını bütün bu olanlar bir Fransız'ın şakasıydı diye açıklamak meşhur riziko nedir final sorusunu boş kağıt ile risk budur diye zarflamak gibi olabilir mi?, olabilir.
Anlatını sinematografik bir durum olarak görüyorum bunun için beni bağışlamanı diliyorum zira intiharın ölümle ilişkisinde "ölüm" kelimesinin ancak upuzun bir çığlığın sonunda ki hıçkırık kadar yeri olduğunu düşündüm hep ya da upuzun bir anlatının sonunda ki son yani nokta değil midir ? ölüm . Yukarıda olanlar upuzun bir nokta gibi
İntihar, zarf ile mazrufun tetabuk ettiği son an olup; sonu değil yolculuğu anlatan,
yolcunun azığı olmayıp geride kalanın terekesi veya ironi biçimde failin olumlamasını hiç bir zaman bilemeyeceği anlamlandırılma, kutsanma belki bağışlanma dilenilen son mesajı değil midir?
Yazının sonuna kadar arka planda beni sürekli gıdıklayan bir ayrıntıya takılıp kaldım Düellonun tarihi muhakkak daha eskilerde öyleyse neden ? " içinde tepinip duran nal seslerini 16. yüzyıla kadar sürmekle de yetinmeyip işi iyice yokuşa sürüp pusulayı da tümden şaşırdı"
Hırsızın rastgele girdiği evde gördüğü duvarda asılı tüfek gibi zihnime takıldı. Öyle ki aklıma çocukluğumda izlediğim ne ismi ne de yönetmenini hatırlayamadığım siyah beyaz bir filmi getirdi. Filmde yerel bir mafya, elamanlarıyla iletişimini haftalık yayınlanan bir çizgi roman ile kuruyordu ve çizgi romanın sıkı takipçisi bir çocuk ayrıntılarda takılıyor ve mafyanın tüm ağını çözüyordu :) Çözmek üzereyim seni :P
Cümlenin vakti olsaydı onunla tüm bu sohbetin özünün vize serbestisi veren bir kimlik ediniminden ibaret bir döngü olduğunu ifade etmeye çalışırdım.
Kısa yazabilmek becerim olabilseydi keşke, tebrikler
Çokça sevgilerimle
Gule
Albert Camus'un sözünü de destekliyorum. Ya şimdi ölmek sadece tıp diliyle organların bütün işlevlerini yitirip, kalbin artık atmadığı ya da ahiret kavramlarıyla sınırlı kalmamalı. son nefesini verip, bedenen ve ruhen bu dünyadan bütünüyle ayrıldığın gerçeği olmamalı yalnızca. Kimi zaman öyle acı şeyleri deneyimlersin ki ölümden beter hissedersin, burda işi şakaya vurmak ve her zorluğun karşısında hayatla dalga geçmek de bir tür tedavi şekli ve tutunabileceğin bir destek bana göre. Diğer taraftan da öleceğimizi bilmeseydik ayarımızı ya da dengemizi koruyabilir, kendimizi frenleyebilir miydik o da ayrı bir tartışma konusu. Bununla ilgili bir test yapıp sorular sormuşlardı insanlara ve çok çarpıcı yanıltlar vermişlerdi öyle hayal mayal bi şeyler hatırlıyorum sanki. Misal bizim Abuzer 90 yaşına kadar yaşamak istemiyormuş 'napim diyor, o yaşıma kadar belimi doğrultamadan yatalak mı olim?'
Yine bi arkadaşım 100'ün üstündeki devamlı müşterisine yaşam iksirini ve sırrını sormuş ve o da demiş ki "inan bana yerimde olmayı hiç istemezsin, iyi bir his değil çünkü. Savaşları, kocamın ve çocuklarımın ölümlerini gördüm, torunlarımın hastalanıp acı çektiklerini gördüm ve ben şimdi bir başıma yalnız kaldım ve hãlã o acılarla yaşıyor ve bi türlü ölemiyorum. Oysa Tanrı canımı alsın diye her gün dua ediyorum!"
Konumuz dışı olsa da örnek olsun diye verdim yoksa zamanı gelip de eceliyle ölmek takdiri ilahiye dahil bir konu.
Düelloyu da kasıtlı ortaya attım. Aslında burda vermek isteğim bir ayrıntı var. Yani kendi canına kıymaktansa, başkasının elinden canına kastedilmesinin yükünü bi nebze hafifleteceği ve kendisini bu çıkmazdan kurtaracağı yönündeki inanışı.
Ben de seni tebrik ediyorum Sahir, beni iyi yordun ama iyi de oldu. Okurdan beklediğim ve istediğim hamleler işte tam da bunlar, çok severim.
Teşekkürler eşlik ettiğin için, en az yazı kadar değerli bi yorumdu benim için.
Çokça sevgi ve selamlar...
Zeke kam vano, dir vo dir vo!
Kendimi bu intihar eylemini taraslayan, daha doğrusu öyküdeki kişinin yerine koymaya çalıştım. Ödüm koptu, Gule.
Öykün bana Pedro Almodovar'ın realizmindeki insan psikololisini düşündürdü, ki, hayranım Pedronun filmlerine.
İşte senin öykünde öyle organik ve gerşekten görselleştirilebilecek türden.
Her şeyden önce dilin nüansları, zenginliği ve metaforların olağanüstülüğü sıradışı.
Bana öyle geliyor ki sen biraz bu alanla -yani tiyatro, film- ilgilisin de. Değilsen de olmalısın; çünkü donanımlısın, yeteneklisin ve hayal gücü ve analiz yetin ile de yatkınsın kardesim. :)
Tabii uzak durulması gereken bir eylem olması dileğimle, diyor ve çok teşekkür ediyorum öykünün verdiği heyecana.
Ve sen hep yaz, olur mu, canım...
Hep sevgilede kal, Gulem.
Gule
Bir bakıma evet kendimi o alana daha yakın hissediyorum biraz...ama birçok şeye de ilgim var, böyle tuhaf karmaşık biriyim doğrusu...çürümüşlük ve hiçlik duygum da biraz burdan kaynaklı sanırım...
içini hep dürten, isteklerini ve hayallerini ayağa kaldırıp; eyleme-harekete geçirmek isteyen sürüyle şey varken, sen olduğun yerde taş kesilip, kılını bile kıpırdatmadan yerinde sayıyorsun ve günler bu ağırlığın getirmiş olduğu hiçliğin ve ezikliğin boyunduruğu altında sürü(nü)p gidiyor.
Yazmak işte burda devreye giriyor ve düşüncelerini bütün çıplaklığıyla masaya yatırıp gerçeklerle yüzleşmeni sağlıyor.
Canım benim çok teşekkürler, değerli varlığına minnettarım...çokça sevgi ve selamlar...
Tüya
Ve fakat sonunda hiçbir yere de dokunamama, hakim olamama duygusuna teslimiyeti yaşama, istem dışı da olsa...
W. Shakespeare'nin meşhur sözlerinden biri şu: "İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor."
Neden mi? Belkide "dil" yakan acılardandır...
De ki; sen ne zırvalıyorsun, Tüya?
Hiç sorma, ben de bilmiyorum...
Velhasıl sevgili Gule, sen de iyi en iyi enerji kaynağımsın benim.
Varlığın için teşekkür ederim canım.
Hep sevgimlesin.
Gule
Tüya
Ama bil ki, duygularında yalnız değilsin...
Hep olalım ve hep birlikte, her daim gülsün yüzümüz.
Dilerim...
Ez tora zof haskon, Waa mı. :)
Güne seçilen yazını kutlamak istedim değerli "Gule".
Normal de hiç yapmadığım bir şeydir ama bu yazının kaynağının sende anlık zihinsel çarpış olduğunu sezdiğimden ki bana yorumunla sabit , benzer teknikle hep durmaksızın şiir yazdığımdan neler hissettiğini yazarken ki düşüncelerini daha iyi anlıyorum.
O açıdan değerli kalemi kutlarım.
İyi geceler...
Gule
yani benim nazarımda yazmak ve konuşmak bu ayarda bir kavram benim için.
tekrar teşekkürler, iyi geceler.
Ölümü düşünmek mi ölümü düşlemek mi bilemedim. Yaşarken ölüyoruz her gün belki ölünce yaşarız umudu...
Ölüm kalım git-gelinde şunu düşündüm
aslında hayata en sevdalılarımız bu dünyanın yaşanılasılliğını kaybettiğini gördükleri için gitmek istiyor , kah korkakça kah cesurca...
güzel bir yazı okudum , yüreğine sağlık sevgili Gule...
Gule
teşekkürler, sevgiler...
Gule
evet hesapta yazı yazmak yoktu aslında anlık bi etkileşim, bi söz dizimiyle indik dipsiz bi kuyuya...
çok teşekkürler canım, eksik olma...
çokça sevgi ve selamlar.
Öylesine akıcı bir yazıydı ki okumanın verdiği güzellik hissini bilemezsin.
Çoğu zaman açmaza düşen insanlara dair bir yazı.
Hayatın dayanılmaz girdaplarında ya ölüm ya da yaşamak cenderesinde kalmış insanın semptomlarını olabildiğince müthiş sergilemişsin.
İçimden keşke kolay ölüm olsa geçmedi de değil.
Çünkü geçmişte ucundan sayısız defa dönmedik hayat denilen zorba sahnede.
İnsan nefesi tıkandığında anlıyor her şeyi.
Ama gücü yetmiyor işte.
Yaşasa ne anlamı var ölse ölmenin.
Ortası yok yani.
Böylesi bir yazının çelişkisinde kalsaydım ve nasıl öleceğimi, silahı hangi teknikle kısa yoldan beni kestirmeden öldüreceğini düşünseydim ben de kararsız kalırdım.
Ya alt çeneden mandibula kemiğinin altından ya da frontal bölge olan alnından tercih ederdim ama çok zor bir tercih de olurdu.
Ya ölmez de komada yarı bilinçli ya da bitkisel hayatta kalırsam.
Ne zor bir çelişki.
Sanki korku romanından alt kesit gibiydi.
Yaşamak da ölmekten daha da beterken ortasını bulamadım.
Başka bir yol olmalıydı belki.
O da başka bir yazı konusu gibi.
Güzel yazın için çok teşekkür ederim.
İyi akşamlar...
Gule
Biliyorum biraz ürkütücü oldu, beğenmenize sevindim. Bu detaylı güzel yorumunuz için çok teşekkürler ediyorum.
İyi akşamlar...
İnsanın ölümünü hayal etmesi hayallerin en gerçekçesidir diyecektim ki böyle sözlerin tıpkı ölenler gibi çabuk unutulacağını fark ettim.
Gule, dünyadaki toplam kelime sayısı insandan az, bunu bilmek ne işe yarar bilmiyorum. Yalnız kelimelere tutkunluk herhalde kimin yaşamaya devam edeceğini açıklıyor.
Öykülerini seviyorum. Onlar da beni sever umarım.
Gule
sevgi ve selamlar çokça...