- 243 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇAĞLARI AŞAN, YÜREKLERDEN TAŞAN MUHABBET-İ NEBİ
M. NİHAT MALKOÇ
Hz. Muhammed(sav) kör karanlık dünyayı aydınlatan ilâhî bir nurdur
Bundan 1449 sene evvel dünyamızı şereflendiren Hz. Muhammed(sav) kör karanlık dünyayı aydınlatan ilâhî bir nurdur. Bu nur, ışığını son ilâhî kitap olan Kur’an’dan almıştır. O, cahiliye karanlığının üzerine bir güneş gibi doğmuş, ezilenler için yepyeni bir hayatın müjdecisi olmuştur. Diri diri toprağa gömülen kızlarımız onunla yeniden hayat bulmuştur.
Hz. Âdem’le başlayan peygamberlik müessesesi onunla son bulmuştur. O, âlemlerin Rabbinin "Habibim" dediği bir fazilet abidesidir. O, rahmet denizlerinde kıymetli bir inci tanesidir. O, hayatı boyunca yapmadığını söylememiş, söylediğini öncelikle kendisi tatbik etmiştir. Yaşadığı süre boyunca ne haksızlık yapmış ne de haksızlığa rıza göstermiştir.
Peygamber Efendimiz çevresindekilere her zaman güven telkin etmiştir. Onun azılı düşmanları bile güvenini kazanmıştır. O verdiği sözde daima durmuş, hiç kimseyi kandırmamıştır. Onun içindir ki kendisine "Muhammed’ül Emin" denilmiştir. O hiçbir zaman hak ve adalet yolundan ayrılmamıştır. Ruhunu vahiyle yıkayan Resulullah takva konusunda en güzel örnek olmuştur. Fakat bazılarının söyledikleri gibi o diğer insanlardan çok da farklı ve uç bir hayat yaşamamıştır. O da herkes gibi acıkınca yemiş, üzülünce ağlamış, uykusu gelince uyumuş, neticede insanî bir hayat sürmüştür. Fakat o, Kur’anî hakikatleri yaşama konusunda daima ısrarcı olmuştur. Aişe validemiz, Allah’ın Elçisi hakkında bilgi isteyenlere, “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlâki Kur’an idi” cevabını vermiştir.
Peygamberlere iman, inancımızın manifestosu amentünün esaslarından biridir
Peygamberlere iman, inancımızın manifestosu olan amentünün esaslarından biridir. Bizler ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed(sav)’e kadar bütün hak peygamberlere gönülden inanır ve onları içtenlikle severiz. Onların getirmiş oldukları kitaplara ve suhuflara(sahifelere) inanırız. Onların getirmiş olduğu kitapların bozulmamış hallerini kabul ederiz. Bu bizim inancımızın ve Müslümanlığımızın gereklerinden biridir.
Sevginin maddeye yenildiği, ikiyüzlülüğün revaçta olduğu talihsiz bir çağda yaşıyoruz. İnsanlık dost yerine, sürekli mal biriktiriyor. Doyumsuzluk ruhlarımızı kemiren tedavisi güç bir illet. Onun içindir ki biriktirdiklerimiz bizi mutlu etmiyor. Çünkü mutluluk biriktirmekle değil, eldekileri paylaşmakla elde edilebilir. Keşke bu gerçeği idrak edebilsek.
Sahabeler döneminde insanlar kıt kanaat geçinmeye çalışsalar da bugünkü zengin insanlardan çok daha mutluydular. Zira onlar öncelikle manevî açlıklarını muhabbetle gidermişlerdi. Onlar muhacirlere gönüllü ensar olmuşlardı. Ellerinde her ne varsa tasadduk etmişlerdi. Onlar velinimetleri olan peygamberlerini anne-babalarından ve evlâtlarından daha çok sevmişlerdi. Bu özellikleri dolayısıyla gerçek mutluluğa kavuşmuşlardı.
O, ümmetini nasıl içten sevmişse ümmeti de onu yürekten sevmiştir
Peygamberler zincirinin son halkası olan Hz. Muhammed(sav), ümmetinin dertleriyle dertlenmiş, onların kurtuluşu için Rabbine yakarmıştır. O, ümmetini nasıl içten sevmişse ümmeti de onu yürekten sevmiştir. İnsanlığın gözbebeği olan Peygamberimiz çok geniş bir muhabbet halkasına sahiptir. Bugüne kadar hiçbir fâni onun kadar sevilmemiştir. Onu yürekten sevenler gerçek sevginin doyumsuz hazzını tatma bahtiyarlığına erişmişlerdir.
Üstad Necip Fazıl, hiç eskimeyen Çile şiir kitabındaki "Peygamber" adlı şiirinde onu şöyle anlatır: "Sen, fikir kadar güzel;/Ve tek, birden daha tek!/Itrını süzmüş ezel;/Bal sensin, varlık petek...//Sensin ölüme hisar;/Bâkisi hep inkisar../Sar bizi, çepçevre sar,/Rahmet rüzgârı etek!.." Aynı Necip Fazıl, Peygamberimiz için yazmış olduğu "Esselâm" adlı şiir kitabında onu şöyle tavsif eder: "Yok bile yokken O vardı;/O bir nur... Ki mutlak saffet/Âdem, Allah’a yalvardı;/O nur için beni affet!//Âdem’in alnında bir nur;/Derken öbür Peygamberde/Âyet ki, çıplak okunur;/Ne bir harf, ne zarf, ne perde//Geçti bilmem kaç nesilden,/O nur, İlâhi daire.../İbrahim’den İsmail’den,/Vesaire vesaire...//O nur, o nur, elde sancak;/Aktarılır, nebî nebî/Bir beklenen var ki, ancak,/Nurun ezelden sahibi...//Nur sırdır, ışık üstü sır;/Vurduğu eşya gölgesiz/Onsuz insan kör ve sağır;/Ülkeler onsuz, ülkesiz/Son Peygamber, son Peygamber!/İlk olunca sona geldi/Nur, fezayı tutan çember,/Ondan gelip O’na geldi"
Bugün gönüllerimiz sevgisizlikten seraba dönmüş vaziyettedir. Midelerimizi tıka basa doldursak da gönüllerimiz sevgi açlığı çekmektedir. Neredeyse bütün insanlığın manevî bakımdan can çekiştiği bir çağda muhabbet-i nebi’nin hasretiyle yanıyoruz. Zira gönüller ancak onun aşkıyla ve muhabbetiyle mutmain olabilir. "Muhabbetten Muhammed oldu hasıl,/Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl?" ifadeleri bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Peygamberi sevmek Allah’ı sevmenin işaretidir
Milletimiz tarih boyunca her dönemde Peygamber Efendimizi canından çok sevmiş, onun getirdiği İslâm dinini insanlığa yaymak ve Kur’an-ı Kerim’i hayata hakim kılmak için canını bile seve seve verebilmiştir. Çünkü onlar peygamberi sevmenin Allah’ı sevmenin işareti olduğunu çok iyi biliyorlardı. Kutsal kitabımız bunu şu ayette açıkça dile getiriyordu: “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe Sûresi, 24)
Rahmeten Lil Âlemin olan Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki; “Üç şey var ki, bunlar kimde bulunursa, o kişi, imanın tatlılığını bulur. Bunlar, kişinin Allah ve Resulünü başka her şeyden fazlasıyla sevmesi, birini ancak Allah için sevmesi, küfre dönmeyi ateşe atılmayı çirkin gördüğü gibi çirkin görmesidir.” (Buhari İman, 12)Ashab-ı Kiram’ın Resulullah’a duyduğu derin sevgi ve aşk Rabbimiz tarafından da dillendirilmiştir. “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha sevgilidir.” (Ahzab, 6)ayeti buna delildir.
Peygamberi sevmek öyle kuru lafla olabilecek kadar basit bir iş değildir. Onu sevmenin işaretleri ve ağır bedelleri vardır. Onu seven her şeyden önce onun davetine icabet eder, bu da ancak ona iman etmekle ve şeksiz teslimiyetle olur. Onu sevdiğimizi göstermek için sünnet-i seniyyesine de uymalıyız. Yine onun sevdiklerini sevmeli, sevmediklerini de sevmemeliyiz. Onun örnek ahlâkını hayatımıza taşımalıyız. Onun sözlerine her şeyden çok değer vererek emrettiklerine uymalı, nehyettiklerinden de mutlaka uzak durmalıyız.
Her biri gökteki yıldızlar gibi olan sahabenin peygamber sevgisi dillere destandır
Peygamberimizin deyimiyle İslâm’ı yaşamada ve yaşatmada her biri gökteki yıldızlar gibi olan sahabenin peygamber sevgisi dillere destandır. Kadınından erkeğine, büyüğünden küçüğüne kadar bütün sahabeler ona aşkla bağlanmış, tabir caizse bir sözünü iki etmemişlerdir. Kişi güzel hasletleriyle tanıdığını ve emin bulduğunu daha çok sever. Ashab da peygamberinde bütün emsalsiz güzellikleri bir arada bulduğu için onu karşılıksız sevmişlerdir. Ashabın Hz. Muhammed(sav) sevgisi çeşitli örnek hadiselerle temayüz etmiştir.
Allah’tan aldığı emirleri bizlere tebliğ eden peygamberimizi sevmek aslında bir keyfiyet değil, aksine bir mecburiyettir. Çünkü Müslüman olduğunu söyleyen insan, onu sevmekle ve getirdiği hükümlere uymakla mükelleftir. Onu dünyanın içindekilerden daha çok sevmek zorundayız. Aksi halde gerçek mümin olamayız. Sahabenin Hz. Muhammed(sav) sevgisiyle ilgili birçok örnek kıssa vardır. Hz. Ömer’in Resulullh’la arasında geçen şu diyalog bu konuda bize fikir vermektedir: "Hz. Ömer (ra): - Ey Allah’ın Resûlü! Kendim hariç seni her şeyden çok seviyorum, deyince Hz. Peygamber: - Olmadı, canından da çok sevmedikçe mümin olamazsın, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra): - Seni canımdan da fazla seviyorum, deyince Resûlullah: - İşte şimdi oldu ya Ömer, buyurdu."
Dört halifenin peygamberimize duyduğu sevgi ve muhabbet çok büyüktür
İslâm’a can suyu veren dört halifenin peygamberimize duyduğu sevgi ve muhabbet çok büyüktür. İşte buna güzel bir misal... Dört halifenin ilki olan Hz. Ebû Bekir (ra) bir gün müşrikler tarafından öldüresiye dövülür. Öyle sert bir şekilde dövülmüştür ki ölüm tehlikesi vardır. Ölümle yüz yüze gelen bu peygamber dostu, daha gözünü ilk açtığında Resûlullah’ı sormuştur. Açlığını ve acılarını unutmuş, Peygamberin ahvalini merak etmiştir. Hz. Ebû Bekir (ra) ancak günün sonuna doğru kendine gelip konuşabilmiş ve “Resûlullah (sas) ne yapıyor? Ne haldedir? Müşrikler ona dil uzatmaya ve hakaret etmeye başlamışlardı!” deyip durmuştu. Annesi Ümmü’l-Hayr, Hz. Ebû Bekir’e (ra): “Bir şey yesen, içsen!” deyip duruyor, Hz. Ebû Bekir (ra) ise: “Resûlullah (sas) ne yapıyor? Ne haldedir?” diyordu.
Büyük İslâm kumandanı Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh- da içinde Resulullah Efendimizin mübârek saç ve sakalı bulunan sarığı yere düştüğünde, kâfirlerin ona basmaması için kendisini korkusuzca düşman askerlerinin içine atmıştı. (Taberânî, Kebîr, IV, 122)
Müşriklerin keskin nişancılarından Malik b. Züheyr, nişan alarak Resûlullah’a bir ok atmıştı. Talha b. Ubeydullah (ra), okun Resûlullah’a isabet edeceğini anlayınca, onu korumak için tereddüt etmeden elini oka karşı tutmuş, ok parmağına değip elini çolak yapmıştı.
Dinar oğullarından Sümeyra Hatun’un iki oğlu Numan b. Abdi Amr ve Süleym b. Haris ile kocası, kardeşi ve babası Uhud’da şehit olmuşlardı. Bunların şehit oldukları kendisine haber verildiği zaman, Sümeyra Hatun: “Resûlullah Aleyhisselâm ne yapıyor? Nasıldır?” diye sormuştu. Ona: “Ey filanın anası! O iyidir, Allah’a hamd olsun, senin istediğin gibidir!” dediler. Sümeyra Hatun: “Onu bana gösteriniz de, ona bir bakayım?” dedi. Sümeyra Hatun’a, Peygamberimizi işaretle gösterdiler. Peygamberimizi görünce: “Senden (Sen sağ olduktan) sonra, her musibet bizim için hiçtir, önemsizdir!” dedi.
İslâm tarihi, peygamber sevgisiyle ilgili örnek yaşantılarla doludur
İslâm tarihi, peygamber sevgisiyle ilgili örnek yaşantılarla doludur. Peygamber sevgisinin ve teslimiyetinin en güzel örneklerinden birini Bedir Muharebesi öncesi Sa’d bin Muâz’ın şu sözle¬rinde görüyoruz: “Yâ Re¬sû¬lal¬lah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Yâ Re¬sû¬lal¬lah! Nasıl isterseniz öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a ye¬min ederim ki, bize denizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın se¬ninle birlikte dalarız!”
Sahabeler döneminde yaşanan ve peygamberi sevmenin ne türlü fedakârlıklara göğüs germek olduğunu anlatan bir başka anekdot daha vardır: "Zeyd (ra) öldürülmek için ortaya getirildiğinde, Ebû Süfyan ona, “Ey Zeyd! Allah adına söyle, istemez miydin ki, senin yerinde şimdi Muhammed olaydı da, biz O’nun boynunu vuraydık. Sen ise ailenle olaydın.” dedi. Zeyd (ra) de, “Allah’a yemin ederim ki, ben ailemin arasında olayım da Muhammed’in ayağına bir diken bile batsın istemem.” dedi. Bunun üzerine Ebû Süfyan, “Ben, arkadaşlarının Muhammed’i sevdikleri gibi bir sevgi görmedim.” dedi. Sonra Nistas, Zeyd’i (ra) öldürdü."
Vaktiyle bir sahabî Allah Resûlü’ne gelmiş ve onu üzüntülere gark eden şu endişesini dile getirmiştir: - Ey Allah’ın Elçisi! Ben seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken seni hatırlıyor, hasretine dayanamadığım için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve benim ölümümü düşündüm. Anladım ki, sen öldüğünde ve cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde seni göremeyeceğimden korkuyorum! Resûlallah (sas) ona bir şey söylemedi. Birazdan Hz. Peygambere (sas) Nisa Sûresi’nin 69. âyeti nazil oldu. Resûlullah (sas) “Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” mealindeki âyet-i kerimeyi sahabeye okudu ve onun için dua etti.
Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa peygamberimizi anlatmaya yetmez
İslâm tarihinde peygamber sevgisiyle ilgili kıssalardan biri de şudur: "Peygamber Efendimiz (sav) vefatından önce herkesi toplayarak ’Kime karşı haksızlık yapmışsam burada söylesin’ dedi ve bunu üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Sahabe-i Kiram’dan Ukkaşe kalkarak kendisinin bir savaştan sonra gaziler arasında olduğunu belirterek, ’Develerin yan yana gelmesiyle devemden inip ayağınızı öpmek istedim. Bu sırada bana değnekle vurdunuz. Bana mı vurmak istediniz deveye mi bilmiyorum’ dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sav) ’Ey Ukkaşe sana vurmaktan Allah’a sığınırım’ dedi. Ama madem sen öyle dedin al sopa, sende benim sırtıma vur deyince Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Ali; Efendimizin(sav) torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin "Hakkını bizden al" deyip engel olmak istediler. Bunun üzerine Peygamberimiz(sav) buna izin vermedi ve sırtını açtı. Ukkaşe bu manzara karşısında hemen Peygamberimizin sırtındaki mührü öperek "Canım sana feda olsun ya Resulallah!" dedi.
Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa bile bunlar peygamberimizi ve ona duyulan sevgiyi anlatmaya yetmez. Onun büyüklüğü karşısında her ne söylesek cılız kalır. Ahir zaman ümmetinden olmak imtihan açısından zor olsa da, onun ümmetinden olmak bize verilen en büyük manevî hediyedir. O yüzden bizleri ona ümmet kılan Allah’a ne kadar şükretsek azdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.