- 274 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YOKLUKTAN VARLIĞA GEÇİŞ 1
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde insanın dikkatini devamlı olarak gökyüzüne çekmiştir. Tabii sadece İslamiyet’in gelişiyle paralel olarak kâinat ve içindekilerle ilgili düşünceler oluşmuş değildir. İnsanın ilk varoluşuyla birlikte dünyayı ve gökyüzünü tanıma, keşfetme gayretleri giderek gelişmiştir. Bu günkü modern manada hiçbir aletin olmadığı çağlarda, şimdi olduğu gibi ve ileride daha fazla olacağı gibi, modern aletlerle olmasa da kâinatı tanıma gayretleri eksik olmamıştır.
Alet ve bilgi eksikliğinden bazı zamanlarda bir doğru keşfediliyorsa yanında on yanlış bulunabilmektedir. Bu gayretleri asla yadırgamıyorum. Tam tersi ilmi keşiflere çabalarıyla katkıda bulunan bütün insanları saygı ile anıyorum.
İlimde ilerleme basamak misali birbirinin üzerine bina edilerek tek tek yükselmektedir. Her bir fikir yanlış veya eksik dahi olsa, bir sonraki keşfe bir basamak oluşturur, yeni keşiflere zemin hazırlar.
Kâinatın keşfi de şimdi olduğu gibi en eski çağlarda da hep ilgileri kendinde odaklamıştır. Devrin ilim adamları tarafından birçok araştırmalar yapılmıştır. Kâinatın ve içinde bulunan varlıkların, ilk meydana gelişleriyle ilgili birçok görüş ileri sürülmüştür. Kâinatın ve dünyanın yaşı ile ilgili çeşitli rakamlar verilmiştir; halen de verilmektedir. Bu rakamların yüzde yüz isabet oranı yoktur. Olmaması da normaldir. Aslında bu o kadar da önemli değildir. Fakat tartışmalı olmayan bir konu var ki; kâinatın ve sakinlerinin tarihin belli bir devresinde varolmasıdır.
Varoluş noktasında birtakım değişik tezler ileri sürülmüştür. Biz burada bunun ayrıntısına girmeyeceğiz. Asıl üzerinde durulması gereken nokta dinin de, ilmin de ortak görüşü; yani kâinatın ve sakinlerinin belli bir zaman diliminden önce olmadıkları ve sonradan olduğudur. Bu dikkate değer bir konudur, çünkü bir şey önceden yoksa sonradan var edilmiş demektir. Yoktan var edilen kendi kendine olamayacağından, bir var ediciye ihtiyaç duyar. Yani varlığı kendinden olup, başkasına muhtaç olmayan ve başlangıcı, evveli olmayıp, ezeli olandır. Bu da ancak Yüce Allah için geçerlidir.
Allah’u Teâlâ’nın ezeli olarak varoluşu, kâinatın ve sakinlerinin oluşmasında tek yeterli bir ifade olmanın yanında, dikkate değer bir başka nokta da yaratıcının yaratmayı dileyip, istemesi gerekmektedir. Ayrıca yaratılanların ne şekilde olacağı, ihtiyaçları, yiyeceği, içeceği ve benzeri birçok ihtimali bilip hesaplaması gerekir. En önemli problemlerden bir tanesi de bütün bunların gerçekleşmesi için güç ve kuvveti olması gerekir. Evet, bu özelliklerin hepsi Cenab-ı Hak’ta fazlasıyla mevcuttur.
İrade, İlim ve Kudret sıfatlarının neticesinden Tekvin, yani yaratma sıfatı ortaya çıkar. Böylece kâinat sarayında gördüğümüz ve göremediğimiz sayısız canlı ve cansız ve ruhani varlıklar ortaya çıkmış olur.
Bu bakımdan yokluktan varlığa çıkmayı sağlayan bir tercih vardır. Peki, kimdir tercih eden? Niçin tercih etmiştir? Kendi kendine yetmemiş midir? Niçin yokluğu değil de, varlığı tercih etmiştir? Günümüzde çeşitli ilimler ve ilim adamları bu soruların cevaplarını araştırmakla meşguldür.
Aslında soruların cevabı yaratılanların yaratılış gayesinde saklıdır. Her bir varlık yaratılış gayesi istikametinde hareket ederse bu soruların cevabı otomatik olarak verilmiş olur.
Ahmet TULGANER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.