- 428 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Beyaz Melekler 9. Bölüm
Gerçeğin ötesinde bir yer var derler. Daha doğrusu gerçekliğin ulaşamadığı ya da ulaştırılmak istenmediği bir gerçeklik vardır. Bu noktaya ulaşamayan ya da ulaştırılmayan benlikler orayı ‘Gerçeküstü’ diye açıklıyor. Ama oraya ulaşanlar orayı ‘Yeni bulunmuş gerçeklik.’ Diye isimlendiriyor. Çünkü bilim yok sayıyor ya da ispatlayamıyor diye bir şeyin gerçek olmadığını kabul edemezsiniz. Bunu bilimsel bir bakışla anlamak pek mümkün değildir. Çünkü bilim, kesinlik ve tekrar ister. Çünkü bilimin bilmediği ama gerçek olan şeyler de vardır. Mesela biz; yani Beyaz Melekler. Bilim bizi bilmeyecek çünkü; biz öyle istiyoruz. Varlığımızı saklıyoruz. Saklamalıyız. Ama efsanelerde, masallarda, gerçeküstü bir öyküde, bir destanda varız. Olmamız gayet normal. Çünkü insanın özünde bir arayış var ve bu arayış insan benliğini gerçeküstüye yaklaştırıyor. Oraya yaklaşmak için yani ‘Yeni bulunmuş gerçekliğe’ erişmek için iyilik gerekiyor. Yani gerçek ötesi yerlere gidebilmenin yakıtı iyiliktir. Yakıtınız yoksa oraya gidemezsiniz.
Bu girizgâhla anlatacaklarımı sizlerin, yani iyi benliğe sahip olanların daha berrak anlaması için yapıyorum. Bazı mucizeler aslında mucize değil. Bazı tuhaf şeyler aslında hiçte tuhaf değil. Yeryüzündeki açıklanamayan her şey aslında açıklanamaz ve bilim dışı değil. İşin özünde bir insanın yıllar sonra komadan çıkması da bilim dışı değil. Hatta bilimin ta kendisi.
Evet Kadir Kara için ilk koma hali sınavına girişim işte bu şekilde oldu. Kirpiğime ilk inci tanesi böylece iliştirildi.
Işık huzmeleri, kutlu birer yağmur tanesi gibi göz kapaklarıma, oradan da göz pınarlarıma doğru sızıyordu. Büyüleyici bir karnavaldaki havai fişeklerin göğü kucakladığı gibi mor, mavi ve yeşil ışıklar görüyordum. Benliğimi muğlakta bırakan bir yerde olduğumu anlamam uzun sürdü. Bilemiyorum belki de çok kısa sürdü. Zamandan münezzeh bir yerde olacağımı, öğrenmiştim. Evet aynen böyle olacaktı. Çünkü Sema Akbuğa her şeyi en ince ayrıntısına kadar bizlere öğretmişti. O Beyaz Meleklerin lideriydi. Bir Tanrıydı. Tıp bilgisi derin ve sonsuzdu. Onu yavaş yavaş tanıdım. Tanıdıkça hayretler içerisinde kaldım. Beyaz Melekleri eğitirken elinden hiç bırakmadığı uzun beyaz sopanın hikmetini çok sonraları öğrenmiştim. İnsan formunda baktığımda her zaman bir sopa olarak görünmüştü. Ama öyle değildi. O asa Akbuğa’nın bilgisini ve bilgeliğinin temsiliydi. Bu asa ile kime dokunursa iyi ediyordu. Ama iyi etmenin hikmeti yine iyi bir benliğe sahip olmaktan geçiyordu. Sema Akbuğa’nın bir de Ak Yılanı vardı. Yeryüzündeki yılanlardan farklıydı. Onun bir zehiri yoktu. Onun ağusu ilaçtı, her türlü hastalığı sağaltırdı.
Sizlere Lokman’dan da bahsetmem gerekiyor. Hani beni turuncu minibüste bekleyen direksiyon başındaki diğer kişi. O da hikmet sahibi biriydi. Beyaz Melekler arasındaki efsanelerdendi. Ölümsüzlük iksirini bulan varlıktı. Bir Tanrı değildi ama geri kalır bir yanı yoktu. İkinci Bahar Huzurevindeki cemiyetimizde onunla bolca vakit geçirdim. Bilgisinden ve görgüsünden son derece etkilendiğimi belirtmem gerekiyor. Bir konuşmamızda bizlere ‘İyiliğin yürekten ve dilden geldiğini belirtmişti. Aynı konuşmanın devamında Kötülüğün de yürekten ve dilden beslendiğini söylemişti. O mucizevi bir benliğin sahibiydi.
İlk mucizeme devam etmeden önce belirtmem gereken bir konu daha var: Ölüm. Ölümün çoğu inanışta bir başlangıç olduğu bilinir. İnsanlar kendisine bir son yakıştıramadığı için olsa gerek ölümden sonra bir hayatın olduğuna inanıyor. Her durumda da ölümün bir son olmadığını belirtmem gerekiyor.
Doktorluk hayatım boyunca ölümün bir son olduğuna inanırdım. Pek çok ölümü kendi ellerimle onayladığım düşünülürse garip şekilde bir ruhun uçup gittiğine şahit olmamıştım. Belki de ölümden sonra hayat hikayeleri ölüme karşı bir direnmeden ibaretti. İnsanın yaratıcı kimliği sanırım bu noktada bir ölümsüzlük hayali ya da yeniden doğma efsaneleri yaratıyordu.
Kadir Kara olayı benim dönüşümüm için bir milat sayılırdı. Onun yanına uzandığımda koma haline geçmem, zaman algım dışında gerçekleşen, başka bir zamanda oluşmaya başlamıştı.
Koma, travmayla, felçle, beyin tümörüyle, zehirlenme gibi sebeplerle ortaya çıkan süresi belirsiz bilinçsizlik durumuna denir. Bilimin bilgi ve deneyiminin dışındaki gri alandır. Koma halinde ağrı hissedilmez, ışığa ya da sese tepki verilemez. Bu nedenle komaya giren beynin yarattığı dünyanın fizik yasaları bizim algımızın ve bilgimizin dışındadır.
Koma hali çok karmaşık bir durumu ifade eder. İnsan biyolojik olarak yaşasa da aslında ölüdür. Bu tip durumlarda beyin kendisine yeni bir dünya tasarlar. Komadaki insan benliği yaratılan bu yeni dünya tasarımının dışına çıkamaz. Orada yaşar. Arkadaşlar edinir. O hayal dünyasında sever ve sevilir. Bedeninin var olduğu dünyayla ve oraya ait gerçeklikle bağı gün be gün kopar. Komaya giren insanın benliği için artık sadece koma halindeki hayal dünyası vardır. Koma halindeki evrenin yasaları dışında gerçekleşecek her şey şüphelidir, gerçeküstüdür, fantastiktir. O dünyanın gerçekliği öyle büyük bir illüzyondur ki hasta asla gerçek hayata dönmeyi düşünmez.
Daha iyi anlatabilmek için bizim gerçeklik algımızın dışında bir varlığın bize ‘Hey! Yaşadığın hayat aslında gerçek değil. Yaşam benzeri bir gerçekliğin içerisindesin. Seni kurtarmaya ve gerçekliğe götürmeye geldim.’ Demesi durumunda vereceğimiz tepkiyi, şaşkınlığı düşünmenizi istiyorum. Ailenizin, sevdiklerinizin, bahçede kokan çiçeğin, tadını aldığınız yemeğin ve her şeyin beyninizin harika mühendisliğiyle inşa edilmiş birer hayal olduğunu düşünün. İşte komaya girmiş her beyin böyle bir hayat inşa etmeye başlar. Benlik ise bu yaşam benzeri gerçekliğin içerisinde, deyim yerindeyse kandırılır. Kadir Kara gibi koma halindeki insanları gerçekliğe döndürmek, komadan çıkarmak işte bu yüzden çok çok zor bir iştir.
Kadir Kara mor, mavi ve yeşil ışıklar içerisinde bir alandaydı. Orası tıpkı bir tarlayı andırıyordu. Orada o büyülü ışık demetlerinin asılı olduğu bu diyarda kaybolan nice benlikten biriydi. Onu bizim gerçekliğimizdeki sese ve ışığa duyarlı hale getirmem gerekiyordu. Teknik olarak bu kısmı anlatmam buraya yazacağım hiçbir açıklamayla mümkün değil. Ancak ışığı tamamen soğuran, yansıtmayan bir ışıma nedeniyle koma haline geçen bilinç buna bağlı olarak bizim dünyamızdaki ışığı algılayamaz.
Ses de buna benzer bir mantıkla duyulmaz. Ses dalgası, mekanik bir dalga olduğu için yayılım yapabilmesi için bir ortama ihtiyaç duyar. Koma halindeki benliklere ulaşabilecek enerjiyi ileten uzay-zaman salınımı, titreşimine sahip değillerdir.
Komaya girmiş bir benliği ancak bizim algıladığımız ışık ve ses ile gerçeküstü mekândan, gerçeğe ulaştırabilirsiniz. İşte biz, Beyaz Melekler, bunun için eğitildik. Sema Akbuğa ve Lokman Hekim bu işin erbabı birer öğretmen olarak bizleri, kendi cemiyetlerinde eğittiler.
Bu bilgiler ışığında Kadir’i önce sese, sonra da ışığa duyarlı hale getirmem gerekiyordu. Koma halinde zaman hızlı aktığı için zamanım dardı. Birkaç saniye gerçek dünyada birkaç saat demekti. Bu birkaç saniye içerisinde işimi bitirmem ve gerçeğe dönmemiz gerekiyordu. Çünkü, sabaha karşı Kadir’in fişi çekilmiş olacaktı. Eğer öyle olur da fiş çekilirse her şey kara deliğin olay ufkunda kaybolup giden, uzayıp spagettiye dönen şeyler gibi bir daha asla geri dönemez hal gelirdi.
Bu anlatacaklarım, yani Kadiri gerçekliğe ikna etme çalışmalarım Planck zamanda gerçekleşiyordu. Beyninin ona kurduğu dünyanın aslında bir hayal dünyası olduğunu anlatmam gerekecekti. Kadiri koma halinden çıkarmak için zamanım dardı. Işığın on iki atto saniyede kat ettiği, insan beyninin algılayamayacağı kadar kısa süren bu zaman diliminde Kadir’i gerçeğe inandırmam gerekiyordu.
Kadir Kara kendi öz benliği için kurduğu hayal hapishanesindeydi. Sevimli ve güzel bir evi vardı. Evin dekorasyonu gerçekten insanın içini ısıtıyordu. Hayal gücü ve zekâsı ona harika bir dünya yaratmıştı. Çevremiz rengârenk çiçeklerle kaplıydı. Belli ki yaşadığı hayatta betondan ve kalabalıktan bıkmış ve kendisine böyle bir hayal inşa etmişti.
Şunu da açıklamam gerekiyor: Komaya giren insan ne kadar zekiyse hayal dünyasının sınırları da o kadar geniş olurdu. Koma halindeki bir birimlik IQ bir hektarlık alana denk gelir. IQ seviyesi ile koma halinden uyanma arasında doğru orantı vardır. IQ seviyesi arttıkça komadan uyanma ihtimali de artar. IQ seviyesi iyi olan bir insanı gerçeğe uyandırmak daha kolayken, IQ seviyesi düştükçe işler daha da zorlaşır.
Ama o dünyayı yıkmam ve onu gerçeğe döndürmem gerekiyordu. Tabi bu işi yaparken onun delirmemesi için elimden geleni yapmam gerekiyordu. Orada öylece belirip ‘Merhaba, seni bu gerçek olduğuna inandığın dünyadan-komadan uyandırıp gerçek dünyaya ve sağlığına kavuşturmaya geldim.’ Diyemezdim.
Kadir, kendi hayal dünyasında ormanlık bir alanda yaşıyordu. Mükemmel bir hayal dünyasının içerisindeydi ve onu gerçeğe inandırmam çok zor olacak gibiydi. Onunla kısa sürede tanışmam ve güvenini kazanmam gerekiyordu. Ben tüm bunları yaparken onun hayal dünyası kendini korumak için (Bir çeşit anti virüs programı gibi) harekete geçecekti. Sisteme giren bu yabancı (Yani benim benliğim) için bir savunma geliştirecekti. Bu durumda beni bekleyen üç tehlike var demekti. Uyandığımda Alzheimer olabilirdim veya koma halindeyken ölebilirdim. En güzel sonuç ise bir mucizeyi gerçekleştirip onu komadan çıkarabilirdim.
Tüm bunların dışında bir ihtimal daha var; Koma halindeki Kadir Kara’nın kendi gerçekliğinde, kendi gerçekliğimi unutup kalbim durana kadar onun hayal dünyasında sıkışıp kalabilirdim.
Ona doğru gitmeye ve ilk temasımı yapmaya karar verdim. Dilime bir şarkı dolanmıştı ve onu söylüyordum.
‘Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız.
Uzaklardan bir yerlerde güneşler doğuyor.
Görüyorum
Dönence’
Kadir beni görünce ‘Merhaba.’ Dedi.
Gülümsedim ve bende karşılık verdim.
‘Devam etmemi ister misin?’ diye sordum.
Bir ormanda karşılaşılan yabancıya göre gayet güven veren bir halim vardı. Yine de bana karşı temkinli davrandığını görebiliyordum.
‘Bu tuhaf bir şarkıyı nerede duyduğunu merak ediyorsun.’ Şüpheli tavırlarla bana bakıyordu. Ona bir dejavü yaşattığımın farkındaydım. Kendi tasarladığı dünyada daha önce duymadığı ama bir şekilde notalarını anımsadığı bir müziği duymuştu.
‘Bu şarkıyı çok severim. O kadar çok söylüyorum ki dilime pelesenk oldu. Öyle ki en iyi dostlarım bana ‘Dönence’ diye hitap ederler.
‘Büyülü bir şarkı gibi.’
‘Neden olmasın? Belki de bu büyülü bir şarkıdır.’
Kadir gözlerini kıstı ve bana ‘Nasıl bir büyü!’ diye sordu.
O sırada bir bahçıvanın bize doğru kıpırdamadan baktığını gördüm. Durgunluk, eylemsizlik benim için tehlike demekti.
Kadar durumum sezmiş olacak ki ‘Korkacak bir şey yok. O bizim bahçıvanımız.’
‘Tamam. Anlıyorum.’ Dedim. Ve şarkıyı söylemeye başladım.
Kadir’in şarkıyı dinlerken kendinden geçtiğini görebiliyordum.
‘Çok özel bir şarkı.’ Diye fısıldadığını duyuyordum. ‘Ah! Bu şarkı masal gibi.’
Şarkıyı bitirdiğimde Kadir’in gözlerini kapatmış bir halde duruyordu.
‘Sen de bir masalda yaşıyorsun.’ Dedim.
Az önce gördüğüm bahçıvanın yanında, aşçı kıyafeti giymiş biri daha belirmişti. Yanında başka bir işçi vardı. Sayıları an be an artıyordu. Ve bir ayı belirmişti. Pençeleriyle, Kadir’in kurduğu hayal dünyasını yok edeceğinden emindim. Kim bilir belki de benim gerçeklik ile olan bağıma bir pençe atacak ve beni bu yapılandırılmış gerçekliğin içerisine hapsedecekti. Ya da diğerleri beni öldüreceklerdi Oradan hemen kaçmamız gerekiyordu. Ama henüz Kadir’i ikna edememiştim.
‘Bir masal mı?’ diye sordu.
‘Evet.’ Dedim. Etrafa bakınıyordum. ‘Bir masaldasın. Kendi aklının sana inşa ettiği ve yarattığı bir dünyada yaşıyorsun.
Şu an henüz on beş yaşındasın ama gördüğün gibi otuz dokuz yaşındasın.
Panikle güldü. Kesik kesik… ‘Kimsin sen?’ dedi.
‘Önemli olan benim kim olduğum değil, senin gerçeğe dönmek isteyip istememen.’
Ona doğru yaklaştım ve yüzük parmağını elimin içerisine aldım. Önce bunu yapmak istemedi ama sonra vaz geçti.
‘Okulda zorbalığa maruz kaldın ve merdivenlerden düşüp başını çarptın. O günden beri komada uyutuluyorsun.
Uyanman lazım. Işığa ve sese gitmemiz lazım. Vaktimiz daralıyor.’
Diğerleri bize doğru yaklaşıyordu. Bahçıvan ve diğerleri…
‘Hemen gitmezsek fişini çekecekler ve bu masal dünyası çöküşe geçecek. Sonsuza kadar silinip yok olacaksın.’
Söylediklerim işe yaramıştı. Okulda zorbalığa maruz kaldığını anımsamıştı. Şimdi parmağını tuttuğum koca adam yoktu karşımda. O artık on beş yaşındaki haliyle duruyordu karşımda. Kurduğu hayal dünyası içe çökmeye başladı. Tıpkı bir kara deliğin olay ufkuna girmiş bir madde gibi her şey spagetti gibi Uzamaya başlamıştı
‘Ailen seni uzun zamandır bekliyor. Abin, annen ve baban.
Çocuğun gözleri dolmuştu. ‘Abim.’ Dedi ağlayarak. ‘İbrahim de beni bekliyor mu?’
‘Evet.’ Dedim heyecanla. ‘Ama gitmemiz lazım. Zamanımız çok kısıtlı.’
Kadir önce sesi duydu. Sonra ışığı fark etti. Onun benliğini koma halinden çıkarmam için çok az sürem kaldı. Mor, mavi ve yeşil ışıklar titreşmeye ve ışık üretmeye başlamışlardı. Çok ama çok kısa bir süre daha orada kalsaydık müthiş bir sıcaklıkla yok olabilirdik. Işığı ve sesi takip ettik. Onu şimdi açıklayamayacağım bir durumda kavradım. Onu çıkarmam için benliğimi soğuran bir enerji harcamam gerekiyordu. Bu durum bedenimdeki enerjiyi bitiriyor ve beni zayıflatıyordu.
Onlar peşimizden geliyordu. Bahçıvan ve diğerleri. Gücüm azalıyordu. Son bir gayretle kristalize olmuş hayal tarlalarından geçiyorduk. Peşimizden amansızca gelen ayı uzun pençelerini sağa sola savurarak Kadir’in hayal dünyasına saldırıyor, adeta onun gerçeklikle bağını koparmak için her yolu deniyordu.
‘Şarkının geldiği yöne.’ Dedim heyecanla. Soluk alışverişim ciğerlerimi yakmaya başlamıştı.
Kadir şarkıyı anımsamıştı. Bu onun en sevdiği şarkıydı. ‘Dönence bu.’ Dedi heyecanla. ‘Onu duyuyorum.’
‘Duyduğunu görüyorum.’ Dedim.
‘Biliyorum.’ Dedi gülümseyerek.
Şarkı şimdi daha yakından duyuluyordu. Ama o ayı peşimizdeydi. Hızlanmamız gerekiyordu ama buna yetecek enerjimiz kalmamıştı.
‘Sen şarkının geldiği yöne doğru koşmaya devam et.’ Dedim.
‘Hayır.’ Dedi. ‘Sensiz gidemem.’
‘Koşmalısın.’ Dedim. ‘Hala vaktin var.’
Bana bakmaya devam ediyordu. ‘Kararlı bir sesle ‘Hemen git!’ dedim.
Tam o anda aynı beni yere yuvarladı. Işık huzmelerinin içerisinde amansız bir mücadeleye başladık.
Dişleriyle beni ısırıyor, ağırlığıyla nefes almama müsaade etmiyordu. Gücüm iyice azalmıştı. Koma halinde ölmem an meselesiydi. Son bir gayretle ayıyı biraz olsun üzerimden atabildim. Beni öldürmek için bizi takip eden bahçıvan ve diğer işçiler de gelmişti. Şansım iyiden iyiye azalıyordu. ‘Benim yıkabileceğin bir hayal dünyam yok.’ Dedim. Kısık kısık nefesler alabiliyordum.
Ayının yegâne varlık sebebi insanların hayallerini kırmaktı. Bu ayıdan bahsedilmişti. Evet, Sema Akbuğa o ayının hayalleri olan insanların kristalize bir biçimde bekleyen ve olgunlaşan hayallerini kırdığını söylemişti. Konuşmam ve gayretim onun üzerinde tesir etti ve bir anlık gafletinden yararlanarak kaçmaya ve şarkının geldiği yöne doğru koşmaya başladım. Ardımda diğerleri koşmaya ve beni öldürmeye kararlı bir şekilde geliyorlardı.
Ama en nihayetinde kader beni çıkışa sürükledi ve bir ışık huzmesi gibi oradan, Kadir’in hayal dünyasından azade olduk.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.