Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük.
TOZLU RAF adlı yazmaya yeni başladığım bir kitaptan alıntı.Bu kitapta kıyıda ,köşede unutulmuya yüz tutmuş,edebiyat kütüphanemizin raflarında üzeri toz bağlamış hikaye ve yazılara yer verilecektir.Tevessül bizden,mukadderat Allahtan .
*
Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük.
Kendi kendime diyorum ki : Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde dooğan büyüyen oynayan Türk çocukları milliyetlerinden istenilen nasîbi alabiliyorlar mı ? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez. Ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar müslümanlığın çocukluk rü’yâsını nasıl görürler ? işte bu rü’yâ müslüman rü’yâsıdır ki bizi henüz bir millet hâlinde tutuyor.
Bu günkü Türk babaları havası ve toprağı müslümanlık rü’yâsı ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur’an’ın "sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitâbullâh’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir rûh olan sarı sahîfelerini kokladılar.
İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram nazamlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbîr’leri dinlediler, dînin böyle bir merhalesinden geçtiler hayâta girdiler. Türk oldular.
Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine müslüman semt lerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenîileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocukluğunun en güzel rü’yâsını göremiyorlar.
Bu çocukların sütü çok temiz hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit ne yeni yaşayış, ne semt, hiç bir şey bu yavrulara Türklüğü hissettirmez.
Ah ! Büyük cedlerimiz ! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerinde yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, elif gibi minare, gölgeli mescid peyda olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı o toprağın o köşesi îmâna gelirdi; Beyoğlu’nu ve Galata’yı saran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz o kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi.
Biz bugünün Türkleri bilâkis Şişli, Nişanlaşı, Kadıköy, Moda gibi küçücük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler müslüman ruhundan ârî, çorak ve kurudur. Bir Üsküdar’a bakınız bir de Kadıköyü’ne, Üsküdarın yanında Kadıköy Tatavla’yı andırır. Eski Türklerin ruhları ile yeni Türklerin ruhları arasındaki farkı anlamak isterseniz bu son asırda peyda olan semtlerde İstanbul içlerini mukayese ediniz.
Medenîleştikçe müsiümanlıktan çıktığımızı tabii ve hoş gören eblehler uzağı değil Balkan Devletleri’nin şehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki baştan başa yenileşen o şehirlerin her tarafında çan kuleleri yükselir, pazar ve yortu günleri çan sesleri işitilir.
Manzara halkın dînini ve milliyetini hatırlatır. O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi millî ruhtan ârî delildirler. Artık Türk milletinin rûhu bir râyiha gibi uçtu mu ? Hayır büyük kütlede yine o rûh var fakat biz son nesil bir sürü gibi büyük kafileden uzaklaştık, kaybolduk, fakat daha uzağa gitmiyeceğiz, döneceğiz, tekrar büyük kafileye iltihâk edeceğiz.
Yeni tarzda yaşayışla, cedlerimizin diyanetini mez’cedip, bizi bu çoraklıktan, bu karanlıktan, bu ufunetten kurtaracak mürşidler, şâirler, edîbler, hatipler yetişmedi fakat gayet tabiî bir dönüşle büyük kafileye kendi kendimize döneceğiz.
Çocukluktan beri diyanet yolundan ayrılmamış olan kardeşlerimiz bizim gibi rücû hislerini itiraf edenlere henüz inanmıyorlar. Onlara tamâmiyle iltica edeceğimiz zaman da bizi birden tanıyamıyacaklar.Çünkü onlardan çok ayrı çok uzak düştük.
Dört sene evvel Büyükada’da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeğe niyetlendim, fakat frenle hayâtının gecesinde sabah namazına kalkılır mı ? Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım. Büyükada’nın mahalle içindeki sakin yollarından kendi başıma camie doğru gittim.
Vaiz kürsüde va’zediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatın gözleri bana çevrildi. Beni daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmeti Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu.
Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Va’zı diz çöküp dinliyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim bütün cemâatin arasında yalnız benim vücûdumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu.
Onlarla kendimi yek-dil, yekvücûd olarak gördüm. O sabah o müslümanlığa az âşinâ Büyükada’nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemâati idik. Namazdan çıkarken, kapıda ayandan Reşid Akif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu :
-Bu bayram namazında iki defa mes’ûdum hamdolsun sizlerden birini kendi başına camie gelmiş gördüm ! Berhudar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti . dedi.
Hem geldiğimi hem de bayramımı tebrîketti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrîkettiler. Bu basit hâdiseden pek samîmi olarak mahzuzdular. O sabah gönlüm her zamandan fazla açıktı.
Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitden çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlıyamayacaklar!
YAHYA KEMÂL BEYATLI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.