14
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
1034
Okunma
Kadim zamanların doğa ile içe yaşayan bilge insanları, fazla yürüyüp yorulduklarını hissettiklerinde, hemen bir ağacın altına oturup dinlenirlermiş. Onlara göre yorulmalarının sebebi bedenin hızlı hareket edip ruhtan uzaklaşmasıydı. Oturup, ruhlarının bedenlerine yetişmesini beklerlerdi. Biz buna "dinlenmek" diyoruz.
Dinlenmek kelimesinin kökü -din- Moğolcada "ten" yani eşitlik, denge. Tenlenmek/dinlenmek. Esasında biz yorulduğumuzda soluklanmıyoruz, soluklanırken geride kalan ruhumuzu bekliyoruz ki yeniden dengeyi sağlayalım.
Ruh beden gibi mekanik hareket etmez. Herşeyi görerek, tadarak, algılayarak ardımızdan gelir. Çünkü onun çok daha yüksek bir frekansı vardır. Bazen sizinle bile değildir ama farketmezsiniz. Zaman zaman dalıp gideriz hiçbir şey geçmez aklımızdan ve kalbimizden. Hiçbir şey duymayız. Baktığımız yerde hiçbir şey görmüyoruzdur. Hatta elimizdeki sigara parmaklarımızı yaksa hissetmeyiz o an. Yüz kaslarımız gevşer, dudaklar sarkar, çene istemsizce aşağı düşer. İşte bu anlarda da ruh bedende değildir. Nereye gitmiştir, Allahualem...
Eğer hayatın akışı artık sizi yormaya başlamışsa ruhunuzla dengede değilsiniz, durun, soluklanın, "tenlenin." Her ne yapıyorsanız ara verin. Ve ruhunuzu bekleyip "dengelenin." Dinleyin. Seslerin çok ötesindeki sesi. İçinizdeki sesi. Kimseye duyuramadığınızı düşünüp incindiğiniz sesinizi evvela kendinize duyurun. O nasıl sizden ve derinden. Esasen nasıl sırlı bir melodi. Bir kere içindeki o sesi duyan, dünyanın bütün seslerine kulağını kapatır. O zaman anlarsınız ki, sesinizi duyurmanız gereken sadece sizsiniz.
Selametle.
10.05.’23
Dünyada Bir Yer