- 261 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TÜRKÇÜLÜK MÜ, OSMANLICILIK MI?
Binlerce yıllık bir kadim kültürün dünyada varlığını halen sürdürebilen ve benliğindeki o asil ruhu yitirmedikçe de kıyamete değin varolcak Türk milleti, cumhuriyet sonrasında ne de farklı ve üstelikte çelişkili fikirlere sahne olmuştur. Bu durum başka milletle için de kısmen geçerli olsa da bizdeki görünüm oldukça dikkat çeken ve zaman zaman da ucu tehlikeleri bir yere giden haldedir.
Orta Aya steplerinden kol kol batıya doğru uzanan, kimi yaşamın getirdiği zaruretlerden, çoğu ise arka planında ilahi bir de motivasyonu da içeren fetih amaçlı büyük coğrafi açılımıyla bu millet dokunduğu her yerde derin izler bırakmaya da muktedir olmuştur şüphesiz. Bu durumu yüzyıllarca hükümranlığını yaptığı toprakların şimdiki sahiplerinden dinleyecek olsaydık, büyük mitlerin dahi ortaya çıkmasına şaşırmamak gerekir. Kara Afrika`nın bağrındaki ve geçmişte de bizzat onun himayesinde yönetilmiş ülkelerde her Cuma namazlarında halen Sultan Abdülhamit adına hutbe okunuyor olması hiçte yadsınamayacak kadar gerçek ve Osmanlı`nın varolmadığı günümüzde onun kudretini gösterebilmesi bakımından çok manidardır değil mi?
İsimleri değişmiş olsa da milletimizin temel anlamda iki devlet kurmuş olduğunu dile getiren ve tarihe oldukça büyük bir derinlik ve genelleme ile yaklaşan bir görüşe göre, ilk devletimiz Doğu Türk Devleti, göçlerden sonra Anadolu merkez olmak üzere ikincisi de Batı Türk Devleti`dir. Elbette hem doğu (Asya) hem de batıda farklı isimlerde hüküm sürmüş devletlerimizi gözardı etmesek de yukarıdaki genellemeye katılmamak da mümkün değildir. Devlet olabilme erkini ve tecrübesini defalarca edinmiş ve her yeni yapılanmasında daha bir güçlüce tarih sahnesinde yer edinmiş milletimiz, en uzun soluklu icrasını Osmanlı adı altında hayatla buluşturmuştur.
Hem süreci hem de geride bıraktığı derin izleriyle günümüzde de sıklıkla dilendirilen Osmanlı Devleti, zamanla 13 milyon kilometre kareye egemen olarak imparatorluk kimliğine de kavuşmuştur. İmparatorluk ünvanını bazı bilim insanları kabul etmeseler de, Osmanlı`nın kapsam alanı, hayat verdiği medeniyeti, bilimi, sanatı ve kudreti ile bu ünvana layık olduğunu söyleyememek oldukça yanlı bir görüştür kanımca. Avrupa`da sadece iki veya üç ülkeyi ihtiva edeek kadar az bir yüzölçümü ile birden fazla imparatorluğun adının tarihe not düşürüldüğünü bir kenara koyarsak, Osmanlı için bu ünvanı kullanmaktan imtina etmenin, içten içe bir yanlı görüşün ve veya düşmanlığın sonucu olduğu kanaatine varırırz. Gerçek şu ki, üç kıtada ve oldukça büyük sahada, yedi iklimin de görülebildiği engin toprakların hamisi Osmanlı, kuşkusuz devrinin de en kudretli imparatorluğudur.
Osmanlı sonrasındaki ve içinde vatandaşı olarak bizlerin de yaşamakta olduğu, Gazi Mustafa Kemal ve yakın silah arkadaşlarının halkın gücünü de yanlarına alarak adeta bir yıkımın ardından yeniden kurdukları Türkiye Cumhuriyeti, son devletimizn resmi adıdır. Devlette devamlılık vardır ve bir önceki kültürel mirasın hiç sayılarak yeni bir devletin kurulabilmesi de pek mümkün değildir. Elbette her yenide olduğu gibi Osmanlı`ya göre daha genç olan TürkiyeCumhuriyeti Devleti`nin günün gereklerine göre bir önceki devletinin anlayışlarını büsbütün alması hem mümkün değil hem de hatalı bir seçimdir. Bu devinim yüz yıl öncesinden günümüze doğru yeni kurulan herbir devlet için de geçerlidir elbette.
Bir medeniyeti taşıyarak, sonraki kuşaklara değin besleyen mazisi, yeni ve güncel olanca yok sayılamaz. Beğenmesek de bizim için pek iyi gitmediğini düşündüğümüz 10-15 yaşlarımızı yok saymamız, yaşanmamış gibi hareket etmemiz nasıl mantıklı değilse, köklerimizle ilgili hakikatlere sırtımızı dönerek onları değersizleştirme çabası ve veya anlayışı da mantık dışıdır, bilimsel de değildir. Osmanlı hayranlığı duyan bazı insanların, günümüz gerçeklerini ikinci plana itip, cari olan devlete karşı soğuk durmaları ne denli doğru ise, genç cumhuriyetizi de sanki Osmanlı,Selçuklu olmadan, onların tarihte boy gösterdikleri gerçeğini yadsıyarak konuyu dillendirmeleri de o denli gerçek ve geçerlidir. Bu ikilem akıl dışıdır ve en yalın ifadeyle, maziye karşı da büyük bir vefasızlıktır.
Şanlı zaferleri ve fetih anlayışı ile adeta insanlığa unutulmayacak derecede büyük dersler verebilmiş Osmanlı ve onun bünyesinde yetişmiş irfan ordusu asla değersizleştirilemez, yokmuş gibi düşünülemez, ötekileştirilemez ve günümüzdeki gibi bazı aydın geçinenler yüzünden hasır altı edilemez. Varlık felsefesi gereği, bir önceki hali olmayanın sonraki halde mevcut olabilmesi de mümkün değildir. Kardinal külahı görmektense, “ Osmanlı sarığı görmeyi yeğleyen” Doğu Roma anlayışını, Boşnak Yaylalarında Osmanlının nefesinin hissedildiği o kuytu meskenlerde dahi bir grup Türk askerinin iaşe yardımı amacıyla zirvelerdeki her noktaya ulaşma gayretlerinde duydukları “Neden geç kaldınız. Geleceğinizi, bizi unutmadan geleceğinizi biyordum. Sizi bekliyorduk….” söylemleri tüyler ürpertir bi hakikat değil midir? Evet, Türk beklenendir. Hoşgörüsü, mertliği, coşkusu, hamiliği ve yüksek insanlık değerleriyle de daima öyle olacaktır. Bu durum Osmanlı`nın da ve günümüzdeki yaşayan ismiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti için de ortak paydadır. Tabelaların değişmesi, Türk`ün o asil özündeki fıtratını değiştirmemiştir. O, daima özgürdür, barış severdir,himaye edendir, mazluma ve düşküne uzanan el, zalime ise onurlu bir dik duruştur. Sözün özü, beşeriyetin asırlardan beri beklentisi ve ona esenliği getirebilecek yegane kültürdür.
Günümüz dünyasındaki kaotik sorunların hallinde Türk tarihinden çıkarılması gereken çok ders vardır. Bizler, demokrasiyi getirme vaadiyle coğrafyaları asla kana bulamadık. Katliamlar yoluyla tarihe kara lekeler çalmadık. Tersine, Yahudi milletine, Ermenilere kucak açtık ve onlarla da asırladır hiçbir sorun da yaşamadan bu günlere gelebildik. Bu saptamalardan sonra Mustafa Kemal`i, Fatih Sultan Mehmete`i, Yavuz Sultan Selim`i, Sultan Abdülhamit`i, IV. Murat`ı ve diğer değerlerimizi farklı bir yere koyarak onlar üzerinden köklerimize zarar verecek ayrımcılığın, ötekileştirmenin bizlere faydası yoktur. Bu, olsa olsa ülkemizin yüksek menfaatlerinin önüne perde çekmek isteyen düşmanca bir düşünüşün , duygunun ve kısacası kirli bir hesabın işidir. Biz Osmanlıyız, biz Selçukluyuz,Saka Türküyüz, Kırgızız, Azeriyiz ve aynı zamanda Atatürkçüyüz. Birine rağmen ötekinden yana değiliz. Herbiri bugünkü zeminde varoluşumuzun ayak sesleri, nefesi, yüksek imanı, başat dili, emeği, onurlu mücadelesi ve kızıl elmasıdır.
Yukarıda dillendirilen durumun kökünde büyük ölçüde şu ümmetçilik ve Milliyetçilik düşünüşünün karşı karşıya gelişlerini de sezmiş olmalıyız. Evet, yerinde ümmet ve yerinde de milletiz. Zira, ümmete en şerefli hizmeti asırlar boyu yapabilmiş yegane milletiz. İslâm sancağı bugün halen şerefle dalgalanabiliyorsa, bunda en büyük payın Türk milletine ait olduğunu kimse inkar edemez.
Osmanlı`dan günümüze yansıyan ve kulakların pasını da açarken gurur vesilesi sunumuyla göğüs kabartan Mehter de bizimdir. Aynı zamanda kuvvacı ruhuyla Çanakkale`de yedi düvele karşı varlık-yokluk savaşını dünya boğaz harpleri içinde apayrı bir yere not düşüren Çanakkale Türküsüyüz. Âkif`in ölmez eseri ve bu milletin köklü imanı ve vatan sevgisinin de en güzel tezahürü olan İstiklâl Marşıyız. Sarıkamış`ta Rus ve Ermenilere karşı yapılan harekatta donanız, Yemen`e gidip dönmeyeniz. Döktüğümüzde Avrupa`nın o şımarık çocuğunu denize (Yunan ordusu) İzmir Marşıyız. Süngülerin ucunda zaferi gören büyük komutanın Afyon teperinden bakan mavi gözleri, bu asil milletin herbiri de birinci sınıf vatandaşı olan; Lazı, Türkmeni, Abazası, Kürdü, Romanı velhasılı bu ortak kaderimizi birlikte omuz omuza yaşamış ve bunda da kesin kararlı olanız.
Tarihi köklerimizi doğru elden ve vicdani, etik muhasabeleri de yağan dimağlardan okumalıyız. Aksi halde, geçmişi ile abğları giderek körelen ve hatta ona zamanla da düşmanlık besleyen bir milletin geleceğe dair hedefleri cari olamaz. Milli gücümüzün en değerli unsurlarından biri de elbette tarihtir. Onu rastgele ve yanlı elleden kurtarmak, Çanakkale kadar görkemli ve İngiliz savaş tarihinin de en büyük yenilgisi olan Kut-ul Amare`yi, onun eşsiz komutan ve neferlerinin yazdığı destanı okumak tek kelimeyle mazimize karşı da bir borçtur.
Kendilerini sadece Osmanlı torunu gören anlayışlar ne de zavallıdır. Aynı zamanda kendilerine "Türk" kimliğini yakıştıramayan bu gürûh, olsa olsa Türk sözcüğünün geniş anlamında bi haberdar ve her iki devletin de asli unsurlarının yine Türkler olduğunu bilemeyecek ve veya görmeyecek kadar şuursuzdurlar. Osmanlı`nın resmi dili de Türkçe`dir. Enderun`da okutulan ve sarayda bizzat dikte edilen dilde bugunkü Türçedir. Dili olmadan bir milleti tanımlamak nasıl mümkün değilse, salt kişisel dşmelıklar yüzünden tarih bilimize bu şekildeki egzantirik bakışın durumu da aynıdır. Bizi yarına taşıyacak olan şuur hem Osmanlı torunu olmayı ve aynı zamanda da Türk kimliğini benimsemeyi gerektirir.
Mazisi ancak iki asra yakın ABD`Lli ortalama bir vatandaşın kendini Amerikalı olarak görebilmesini nasıl ıskalarız. Kökenine bakarsanız bu coğranın insanlarının Arupa başta omak üzere Afrika ve Uzak Doğu`dan binlere kilometre yolu aşarak geldiklerini de görürsünüz elbette. Hoş ya, bazıları farklı şekilde ve insanlık onurunu ayaklar altına aldıran bir anlayışla bu kıtaya getirildi ve sonrasında da onlar da Amerikalı olmayı dillerine pelesek edebildi. Biz halen neyin kavgası ve düşünüsü ile olmadık ikilemlere giriyoruz. Bu durum tam da bir akıl tutulmasıdır. Bir kaç bin yılı da geçen ortaklığı ve onun ortak dili olan "Türk" kimliğinin gurur verici şekilde dillendirilmesi, benimsenmesi gerekirken, son birkaç yüz yıllık hanedanın ismini öne çıkarıp, kendini sadece o kültürle tanımlamak anlaşılır bir duruş da değildir.
Hengamesi bitmeyen ve bitmeyecek de olan bu coğrafyada dilimizde, dinimizde, hoşgörümüzde olduğu kadar, tarihi okuyuşumuzda da sağlıklı bir bakış açısı gerekmektedir. Gelceğe daha güçlü varabilmenin yolu, bu şuuru taze tutmaktan, ona zarar verici tesirlerden de korumaktan geçer elbette. Bir yanımızın Osmanlı, bir yanımızın da cımhuriyetten bezenmiş ve köklerini de Asya steplerinden almış tarihimizle, kültürümüzle gurur duymalıyız. Ve hatta onlara minnet hissetmeliyiz. Sizce öyle değil mi?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.