- 367 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Altun-kol saati
Tarih 06-03 -1977 Sivas’ın bütün dağların beyaz duvağı açılmamış gelin gibiydi. Annem tek erkek kardeşinin nişanı için İstanbul’a gidip, memlekete geri dönüş yapmıştı. Her sözünün başında "İstanbul farklı bir şehir," diyordu annem.
Anlatılanı hayranlıkla dinler tekrarında ise sıkılmaz, tekrar tekrar can kulağı ile söyleneni dinlerdim.
İstanbul’un farklı şehir oluğunu bir de annemin getirdiği hediyeden de anladım.Gülizar ablama bir kol saati bana da sarı alıç meyvesine benzer boncuklu bir kolye getirmişti. Getirdiği kolye o kadar güzel bir kolye idi ki! Taksam başına bir işler gelir korkusu, takmasam ne işe yarayacaktı. çocuğum işte,bir takıp bir saklıyordum. Yani kendimle çocukça bir oyuna girmiştim.
Dayımın nişanı ile düğünün arası sanırım iki ay gibi bir süre vardı. Geldiği gibi Tekrar İstanbul gitme heyecanı annemi sarmıştı.
Her kadın gibi giyeceği kıyafeti takıyı ince ince tasarlıyordu. Elbiseyi satın almak yerine. Almanya da kesin dönüş yapan İpek teyzenin; o güzel siyah pantolonunu ve tuniğini giyecekti. Yedek kıyafetleri ise fazlası ile vardı.
O gün gelip çattı annem yanına en büyük kuzenimi de alıp İstanbul’a düğüne gittiler.
Annemin gidişi ile bütün aile büyüklerimiz; bizi ayrı bir korumaya almıştı. Yani onlara emanet edilmiştik.
O gün bir terslik oldu yengelerimden biri gelip, yarım saat içinde kalkıp geri evine gitti.
Gülizar ablam da 13 yaşında örük örük saçları ve beyaz tenli çok güzel bir kız idi; ev işlerini sevmezdi. Ondan çok küçük olmama rağmen hep bana yaptırırdı. Bir sıcak yemek ve su, konularında ondan yardım isterdim. Benden bir büyük ağabey iki kardeşim de acıktıklarında. Ne pişirip pişirmediği mi.. ona değil gelip bana sorarlardı.
Ablam da bir telaş odan odaya geçiyor bir türlü ne aradığını bize diyemiyordu. Bütün evin eşyalarını ters düz ediyor, eline ne geliyorsa sağa sola fırlatıyordu.
Ben ise adeta put kesilmişim. odayı yeni düzenlediğim için emeğime üzülüyorum ve bir bildiği var diye ona kızıyorum da.
Neden yapıyor bunları derken. Meğersem annemin, dayımın nişan töreni sonrası memlekete gelirken. ona bir saat almıştı ya! Onu nereye koyduğunu bulamıyormuş.
Maddi değerini bilmem ama o zamanlar ne mümkün bir kızın kolunda saat olsun. Daha farklı bir değeri vardı ablamın gözünde.
Bulamayınca mecbur annemin dönüşünü bekleyeceğiz. Olur da annem koluna takıp gidebilir. düşüncesini taşıyorduk ya!..
Sizin gelin görün ki o saat adı lazım olmayan yengem tarafından alınıp satılması içinde çarşıya gönderilmiş bile.
Saati kuzenim kahve de bulunan bir iki arkadaşına satmak için inceletmiş ve içlerinden mahalleye yeni taşınan ve mahallece nedensiz nefret edilen. o genç adam satın almış.
Genç adam eve gelirken bir bakıyor ki sokağın başında kadınlar toplaşmış kendi aralarında har gür konuşuyorlar.
Kız kardeşine ne olduğunu sorar; o da falancının kızının saatinin kayıp olduğunu bulamadıklarını anlatır.
Gülizar Ablamı ilk orada görüyor. Gönül işe bu kızı ilk görüşte çok beğenir. Saatin kendisine benim kuzenimin sattığına dair kimseye tek kelime etmez.
Bu arada genç adam ablamı takibine alır. İşte, mahallede günlük hallerini izlemeye koyulur.
Bakar ki böyle olmaz uzaktan onu sevmek…
Kendince bir düzenek kurar gider. Kuzenime der ki! ben senin kuzenini çok beğendim. Onun benimle evlenmesine yardımcı olacaksın.
Yoksa saati senin bana sattığını ona söylerim. Olayın rengi böylelikle değişir.
Bu açık tehdit sonrası kuzenimin eşi bize gelmelerini sıklaştırdı. Ablam ile köşelere çekilip bir şeyler konuşuyorlar.
Biz daha çok annemin yokluğu ve ablamın saatini kayıp etmiş olmasından dolayı ona teselli edecek sözler söylüyor sanıyorduk.
Gülizar ablamın bize küçük anne olması beklenirken, tamamen bizde ayrı bir dünyaya geçiş yaptığı fark edilir olmuştu.
Mesela Saç baş olayı değişti.onun saçlarını boncuklarla örerdi annem, hepsini çözüp omuzlarından aşağı bıraktı..evde suyun bolluğu varken acı suya gidip su taşımaları. İşte evinin yakın çevrelerin de. oturma süresini uzatmasına kadar gitti.
O gün ki şartlarda bu gün olsaydı. Telefonu alıp annemi arardık. Durumu kendisine bir bir anlatırdık. Belki yanlış adım atamaması için tedbirler alınırdı.
Yine kuzenimin eli uzun eşi akşamın kararmasına yakın sanki yılan gibi evimize süzüldü.
Gülizar ablamın kulağına eğilip bir şeyler fısıldayıp tekrar dışarı çıktı. O akşamın sabahında Biz diğer dört kardeş sabah uyandığımızda evin içi insan doluydu.Ne olup bittiğini anlamak o an çok zordu. Küçük bedenim daha küçüldü. Korktum kendimi yorganın içine sakladım. Yorganın altına saklanmamınbir faydası yoktu ki! Büyük amcam var gücü ile bedenimi tekmeliyordu "sende büyüyünce böyle kocaya kaçarsın," diye
Gülizar ablamın kocaya kaçtığını o cümlede netleştirdim.
ve tekmelenmiş idim; lakin serçe parmağımın çok ağrıdığını kimseye diyemedim.. çocuk yüreğimin üzerinde ki ağır yükü bir kenara atıp unutmak için neler neler vermezdim...:)yani Nasıl oldu bilmiyorum ablam bir lokma olup koca mahallede yutuldu.
Ya arkadaş bu 13 yaşında bir kız çocuğu. Nereye gider sözleri birbirine karşıtı. beni ayaklarının altında bir sinek gibi ezmeye çalışan büyük amcamın eşi biraz onun korkusunda biraz da merhametinden. Annem gelene kadar o bizimle kaldı.
Çocuğuz ya! ağlamak bir yana annemin gelişine üzülüyoruz. Nasıl ağlayacağını, babamın ona şiddet uygulayacağını düşünmeden de edemiyorduk.
Gülizar ablam kaçırılmış Zara’nın çok sevilen simalarında olan Sami paşanın konağına götürülmüştü.
Oraya götürülme sebebi de daha önceleri ablamı kaçıran gencin babasının onların hayvanlarına çobanlık etmesiydi.
Gülizar ablamın bu kaçışı bütün mahalleyi ayaklandırdı. hele hele Onu bulsalar lime lime edeceklerdi..
Ki günler sonra Sami paşa olayı netleştiriyor ki. Kız küçük ana, baba başında yok. Yiğidi öldür hakkını yeme derler bizim oralarda. Sert kuralcı bir adamdı Sami paşa
Der ki "bu bir çocuk siz alıp benim kapıma nasıl getirirsiniz ". ve Jandarmaya haber verir. Netice itibari ile ablamı genç adamdan alınıp amcama teslim edilir.
oy oy Gülizar ablamın içeri bir girişini vardı hiç unutmam.
Siyah bir çarşafa bürünmüş bir serçe yavrusuna benziyordu. Kıyamam ben sana kuzum(
Kapıdan adım atar atamaz Yakın akrabalar, komşu kadınlar. Tekme tokat onu dövmeye başladılar.
Her gün biri gelip o kızı hakaret ve dayak yağmuruna tutuyordu. Suçunun ağırlığını anlamak için o küçük biz daha küçüğüz
Gülizar ablamın kaçışı sonrası, karıncaların, gelip odanın bir köşesinde yuva yapmaları acaba ne anlam geliyor du ki...
Evet, kış günü oturma odamızın bir köşesinde karınca yuvasının olması çok ilginçti.
Büyüklerden uzaklaşmıştım ve çocukça hayallerimi eğilip karıncalarla konuşuyor onlara anlatıyordum...
Gülizar ablamın kopan saçlarını annemin dayısının kızı gülü teyzenin avuçlarında gören de bendim.
Susuzluktan avazı kuruyan kuş misaliydi ablamın hali. Annem yanımızda olaydı bence hiç biri cesaret edip ona el kaldırmazlardı.
Çünkü Annem çocuklarına düşkün bir kadındı. Asla İncitmezdi kimseyi, öyle zorba bir kadın olaydı. Kış günü karıncalar onun oturma odasında yuvasını kuramazdı.
Güya anneme ve babama duydukları üzüntü onları bu kadar söz sahibi yapıyormuş.
Allah siz bildiği gibi yapsın; kara cahiller o bir çocuktu. Kimse bunu anlamıyordu ya.
Gülizar ablamı kaçıran gencin yüz kızartan bir suçu var mı? Deseniz inan ki yoktu. Olamaz dı da.
Kendi köylerinde akrabaları miras konusunda tartışmış ve bir türlü anlaşmamışlar. Köyden Zaraya taşınma kararı almışlar.
Bizim cıbıl dayanın evi satılık olunca onlarda parasını verip almışlar. başkası ile sorunu olan kişiyi dışlamak ne kadar zavallıca durum yaaa!
Fakat benim ablamın yaşının küçüklüğünü kimsenin hesap edemeyişi halen içimde bir sızı gibi durur.
Asıl acının bedelini yedi aylık hamile yengem ödedi. Olayın nasıl geliştiğini öğrenir.
Ve bu durumun gelinin saati çalması ve oğlunun da bu işe bulaştığı anlaşılınca ve aile içerisinde bu olayı ört bas etme şanslarının olmaması. Artı, bu durumu anneme babama nasıl açıklayacaklarının üzüntü ve kaygısıyla o yedi aylık hamile kadıncağız o gece kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. Kadıncağız öldü. Karnında bebeği sabaha kadar kımıldıyordu. Al sana bir cahillik örneği daha.
Belki hastaneye götürülseydi o çocuk kurtulurdu. Küçük bebek de sabaha karşı anne karında can verdi.
Çocuğuz ya acının tam ortasındayız. Ablamın çocukluğu elinde alınmıştı. Yengem ve karnında ki bebeği rahmetli olmuştu.
Onun cenaze günü dayımın düğün günü idi; anneme, dayım hiçbir açıklama yapmamış. Ertesi gün onları otobüse bindirip yolcu etmiş..anamın yanında alıp gittiği kuzenim annesine son kez bakamadığı gibi cenazesine de yetişemedi.
Her gün bütün köylü kapımızda atmacalar gibi dolanıyor. Ne olacak; ne kopacak seyrinde idi;.
Annemlerin gelişine hiç sevinemedik. Nişanda olduğu gibi, birbirimize sarılıp ağladık ağladık sadece.
önce rahmetli olan yengemin evine geçtiler. Sonra annem eve geldi. Arkasında akraba demiyorum, akbabalar.
kapının arkasında hep duran bir balta vardı. annem o baltayı kaptığı gibi ablamın üzerine yürüdü.onu öldürmek istedi.
Şu an ki durumda olsam ulan kadın bu çocuk ve olup bitenden zere kadar suçu yoktur yapma derdim!..
Annemin ablamı suçlamaları günlerce sürdü. Kimsenin konuşacak başka konusu yoktu. Tek konu ablamdı.
Herkes bizimde çocuğumuz var. Bizim de başımıza gelebilir diye düşünmüyorlardı.. O küçücük çocuğa sanki bedeninin pazarlamış bir fahişe muamelesinde bulunuyorlardı. Ben o güne kader çaresizliği hiç tanımamıştım. Çaresizliği ve kimsesizliği hatta ölmek arzusunu ilk ablamın gözlerinde gördüm ben…
Hem o genç adam, hem de Gülizar ablam artık lafa söze dayanmadı.
Kuzenimin şu eli uzun eşi tekrar sahnelere çıktı. Gülizar ablamı çekti bir kenar konuştu…
Gülizar ablama denen söz aynen şu idi,"sen bu adama tekrar gitmek zorundasın. başka biri gelip seni alamaz…
Çünkü o adamın yanında iki gece kaldın. Bir şey yapmasa da kirlenmiş sayılıyorsun,"
Annem akşam yemeğini koymuş ocağa pişirip de bize yedirecek diye oradan oraya karıştırıp ve taşıyordu.
Evin içinde uzun bir sessizlik sonrası, yemek masasında annem ve biz dört kardeş kalmıştık. Değişen şey neydi? sadece ablam çocukluğunu başka bir eve taşımıştı.
Ailede Gülizar ablamın gidişine üzülenin kimler olduğuna gelince ağabeyim en çok üzülen idi; Ben mi? ona yapılan haksızlığın durduğuna sevinmiştim.
Evimize çok yakın bir evde ablamın kına gecesi vardı. kim öğütledi bu çirkinliği bilmiyorum! çalan kemençe sesine kulaklarımızı tıkıyoruz.
İşte eyle… Küçük bir çocuğun düğünü çocukça olur…
Annem çok merhametli bir kadındır. Ne etseler ne deseler de onun evladı idi; günler sonra çarşıya çıkıp manifaturacı Hakkı Şenol dan ablama biraz elbiselik kumaş ve puşi aldı;
Ben ve ortanca kardeşim; Birde ikrarımız Türkmen anne ile gidip ablamı Sami paşa çiftliğinde ziyaret ettik. Onun görünce çok ağlamıştım kollarında yaralar çıkmıştı. güneşin altında ne kadar kalındığını bilmiyorum. Bembeyaz yüzü kapkara olmuştu.
Bir parmak çocuk bu sefer düştü mü? Piknik tüpüne benzer bir görümcenin eline.
Anam. Anam? Ocakta yemek pişerdi; yediğini yer, yemediğinin üzerine de ocaktan aldığı bir avuç külü savururdu! çocuk gelin yemesin…
Çamaşır yıkama suyunu bir gün önceden taşımaya başlardı.
Ertesi gün herkes tek tek yıkanır. Sıra gelir çamaşırlara.. vay vay babam ister kış; ister yaz olsun.
kapının önünde ki taşlığa leğenlere konulup yıkayanın da kim olduğunu tahmin etmişsinizdir.
Bir gün mahalle fırınında bir torba undan ekmek yapılmış. üzerin hamur yumakları konulan bezleri tabi ki acı suda yıkama görevi ablamda.
Acı su dediğim yer ise gazi amcaların evinin yakınından akan küçük bir dere idi; yıkamak sorun değildi. Mart ayı her yer buza kesmişti.
Tabi küçük gelindi yaaa! ablam benim. O hamurların bulaştığı bezi yıkaması zaman alırdı.
Gelişi de öyle idi, bitirmiş işleri cayır cayır yanan sobanın başında oturmayı hayal eden ablam
dışarıdan içeri alınmıyor. dış kapı yani kapı duvar
Görümcesi kafasını pencerede uzatır. Ona derki " bizim köyde falancanın karısı vardı. Her gün çeşmeye giderdi. Kendine koca ayarlardı. Senin orada birini ayartmayacağın ne malum! sen geç kaldın eve giremezsin"…
Diyeceksiniz eşi nerede; evin büyükleri de… evet eşi askerdi ve büyüklerin borusu bu evde maalesef ötmez idi;
O gün yer fidesi görümcesi ablamı o soğuk havada dışarıda ne kadar bırakıldığını bilmem ama,Gülizar ablamın üzerinde ki mavi elbise ıslaklıkla bir balerin elbisesine dönüşmüştü.siz ona kar küresinde ki bir peri kızı da diye bilirsiniz .
O hep küçük bir gelindi.
O günde bu günde ben ona çok ağlarım... Kurban olurum… anneme o durumu anlatır anlatmaz, o karakaşlarını alnında bir topladı. Bir baktım ablamın kolundan tutmuş eve doğru geliyordu..
Ağabeyim tam yedi sene ablamla tek kelime konuşmadı. Sevmediğinden değil unutmuştu ablamla konuşmayı sadece.
İlk yeğenim Çiğdem doğdu. İkinci yeğenim ise erkekti "Tuncay" ismini ağabeyim koydu. biz ona dayı olma mutluluğu diyelim…
Bu arada ağabeyimle ablam unuttukları sevgi dilini tekrar hatırlayıp, bu nedensiz küsmeye bir son verdiler.
İçimizden küçük kız bir gelin olmuş. deyin ki; gurbette olan baban duyunca ne yapar...
İşte orası yine akraba yani akbaba sürülerinin ağzından çıkın laflar sonrası berbat bir hal aldı.
Eskiden gurbetten dönenlerin yanına gidilip hoş geldin denilirdi. Babam bir geldi pir geldi. ilk komşulardan yaşça büyük bir amca çıkıp yanına geldi. Babama olup bitenin özetini yapıyordu" işte benim kızım olaydı. Etini parçalar ite verirdim. o adamlara gelin etmezdim" vs vs…
Onca yaşı devirmiş adamın kurduğu o cahilce cümlelerine kimse çıkıp aaaay bu nasıl bir laf öyle sana ne diyemedi.
Sonra ev de el ayak çekilince babam annemi eline aldı.oradan oraya savuruyordu.
Biz çocuklar hep bir ağızdan. Bağrışıyoruz ki anamı babamın elinden alsınlar ölecek kadın…
tabi bitişik komşu çoraklı Hüseyin emmi ve karısı Sabır hala sesimizi duyunca geldiler."sen çoluk çocuğundan ne istiyorsun" deyi babama kızdılar.
Babam sinir krizi geçirip olduğu yere yığıldı. Öldüğünü düşünüp daha bir sesimizi yükselterek çığlık çığlığa bağırıyoruz ve ağlaşıyoruz.
Sesi duyan bizim eve geliyor. O kadar garip ki; gelen anneme sen ne yaptın, bu adamın başını yedin diye vuruyorlardı.
Aylarca suçlu kim? o kim ile geçti ya, bizim yaşadıklarımız bize şunu öğretmişti. Aile yaşantısı ekip işi idi; ama sen yine kendi içindeki yalnızlıklasın. bittiiiiii!.
asıl mağdur Bendim yaaa! bir gün evlenip yuva kurumayı hiç sevmedim…
Gülizar ablamın kaçışının üzerinden sekiz koca yıl geçmişti. Annemin günlük işlerinin ücretsiz çalışanıydı O. Eve bir hırsız gibi sessizce girer, çocuklarını bir köşeye bırakır evin işlerini görürdü.
Babam gidip gelmesin diyemiyordu lakin, annesine tıpa tıp benzeyen kızının gözünün içine de hiç bakmıyordu. Nedeni o çocuk gelin olmuş onu koruyamamıştı.
Toplumun hiçe saydığı kişi bir çocuk ve ailesinin onunla konuşması bir araya gelmesi yanlışmış gibi… Yürüyün gidin oradan yaaaaaa!
Bizde ikrar, kirve, musahiplik çok önemli bir değerlerdir. Babamın musahibi Ali Sarıtaş İmranlı Beğendik köyünde yaşardı. Ağzından dökülen her cümle bal gibi yapıcı ve kalıcı idi; yine böyle yaz dönemi yurt dışından izine gelmişti.
Annem ona " gardaş” ikrarının kurbanıyım, ocağına düştüm. kızımla ilgili bir yanlış var. Düzelt ne olur" dedi. Geç saatlere kadar babam, annem, musahipleri Ali ve Hüsniye Hanım konuştular.
Onlar konuşurken ben de yan odada ablamın kızı Çiğdemi dizimde salıyordum.
Uyusun… uyusun büyüsün diye.
Gülizar ablamı diğer kadınlardan ayıran özelliklere gelince say say bitmezdi. ama bir tanesi vardı. Onun halen çocuk olmasını gösterirdi. Herkes eşini, aşını konuşur, O ise o anlar eline bir ağaç parçası alır önündeki toprağa sessiz ve ıssızca çiçek, böcek resimleri çizerdi.
Çocuk gelin çocuklu anne olmuştu. göğsüne bastırdığı bebeğine süt emzirirken o yaşayamadığı çocukluğuna dalıp giderdi hep o . Çocukluğunu yaşamayan doğurduğu çocuğuna nasıl bir çocukluk hayatı aşılıya bilirdi ki!. Düşünmeden edemiyor insan…
Bu yaşanan acı olayın en şanslısı ben sayılırdım! Onun doğurduğu çocuklarla yeni baştan çocukluğumu yaşıyordum ben.
Hani doğada ki kır çiçekleri gibi renk renkti benim dünyam. Demek ki anne olmayacağım çok erken his etmişim.
Bende Gülizar ablamın doğurduğu çocukların eksiklerini tamamlayanı olmuştum.
Sabah erken anam gitti Gülizar ablamı aldı geldi. Halen reşit değildi. Ama iki çocuk annesi olmuştu.
Evet suçlu değildi. Suçlandığı yerde sesini yükseltememenin cezasını çekmişti.
Gidip babamın ayaklarına kapandı. "baba varsa günahım beni af et "dediğini duyan bizleri ağlattı.
Bu dünyan günahlarını alıp gidenlerin yasını tutamam
İyilik; her zaman iyidir
Ve hiç kimse sevdiklerinize sizin gibi sahip çıkamaz..
YORUMLAR
ve yine hayatın içinden
hem de gerçek hikayelerin
benzerliği konusunda bir örnek...
duygu dolu ve insanlığımızı sorgulatan bir yazı kaleme almışsın
abim gönül dolsu tebrikler kalemine...
Şadiye gürbüz(zaralıcan
beğenmeniz onur verdi bana iyi ki varsın .saygılarımla