AHDE VEFA! (4)
AHDE VEFA! (4)
...Bir devrin unutulmaz hatıraları
Başbuğ Alparslan Türkeş’i ve Türkmen Onur başkanımızı Rotterdam şehrinde Hollanda Ülkücü Türk Dernekleri genel merkezinin önünden uğurlarken başbuğ hepimizin elini sıkarak, bizleri Allah’a emanet ederek başka bir şehirdeki ülküdaşlarımızı, ocağımızı ziyaret etmek için gittiler ve bizler arabanın arkasından su döşerek Rabbim’in bizleri tekrar kavuşturması dilekleri ile uğurladık. Allah yollarını açsın diyerek dualar ettik arkalarıdan. Onları uğurlarken gözlerimizden süzülen ince ince yaşları görmeliydiniz! Allah bize başbuğla bizi kavuşmayı nasip eyledi şükürler olsun. başbuğumuzla ayrılık rüzgarı sinemize vururken, Roterdam rıhtımlarının dalgaları bağrımıza bağrımıza çarparken ben, Ali Özdemir, Musa Yaman, Murat Özdemir hocam Lahey’e doğru yol aldık. Yolda gelirken Çırpınırdın Karadeniz ağıtı dilimizden düşmedi Lahey’e gelesiye kadar.
Başbuğu ilerlemiş yaşına bahmadan kahpe savcı Nurettin Soyer soysuzun idam cezası ile yolladıkları cezaevinden çıkarak özgürlüğüne kavuştuğunda ilk gelişiydi yurt dışına. Bütün Avrupa’yı o yaşlı hali ile dolaşıyordu. İnanın yorgunluğunu üzerinde hiç görmemiştik. 20’lik delikanlıydı yanımızda. Zinde bir vücuda sahip, attığı adımlarda sanki yeri titretir gibi sert ve emindi gittiği yollarda. Ona oynanan oyun kurucularının başında Özel, Evren, Soyer, yahudi Çevik Bir gibi Türklüğe düşman ne kadar kişi varsa devletin tepe noktalarında O’na şeytani planlar peşindeydi. Halbuki bağbuğ Türklüğüne, devletine, milletine ve Turan ülküsüne aşık katıksız bir Türktü. Kendini her alanda yetiştirmiş ileri görüşlü Türk devrimcisiydi. Ama onu bizden başkaları pek anlayamamışlardı.
Yazdığı kitapları okuyanlar veya sayfalarını bile açmayan fesadzadeler kıskançlıklarından çatlıyorlardı. İsmet İnönü onu ve onun gibi ülkücüleri 1944 yıllarında zindanlara attırmamış mıydı!? İnsanlık dışı işkencelere maruz bırakılmış, tabutluklarda ölüme terk edilmiş, tırnakları bile sökülmüştü. Değişen bir şey yoktu ve Türk’e olan düşmanlıklarına devam ediyorlardı kefere kılıklılar! O, bunlara rağmen şanlı mücadelesinden vaz geçmiyor, Türk dünyasına ülkücüler yetiştirmeye and içmişti! Korkusuz Oğuz’du O!
Avrupa’daki genç Türkler, onun samimi duruşundan, hakikat dolu sözlerini dikkate alarak 9 ışık kitabını ve diğer eserlerini okuyarak onun yalnız bırakılmaması bilincine vararak teşkiletlar kurmaya başlamışlardı. Tıpkı Hollanda’daki ülkücü harekeri 1976 yıllarında Lahey’de Süleyman Erdem, Zeki Erdem, Ayhan Göleli, Agah Yoncalı vs genç ülkücüler birleşerek teşkilatlanmanın ilk adımı attıkları gibi... Sonra peyder pey gençler belli noktalarda toplanarak ülkücü hareketin sesi olmuşlardı. Türkler arasında ilk teşkilatı kuran ülkücü gençler ve sol cenahı temsil edenm HİTİB’li devrimci gençlerdi. Bizlerden teşkilatçılığı görenler mantar biter gibi bitmişlerdi ülkü yağmurlarının ardından.
Lahey’de şehir merkezinin ortasındaki Yahudilerin kullanılmayan havrasını 1979 yılında biz Türkler satın alarak Mescid-i Aksa adı verilmiş, Türk İslam mabedine dönüştürülmüştü. Bu hareketi üstlenenler, öncüler Lahey’deki ülkücüler olmuştu. Ülkücülerin katkısı ile elde edilen camimiz altın tebside diyanet vakfına verilmişti. Ülkücülerin onca emeklerine karşılık caminin yönetimine bile sokulmamıştı. Ama bizler bu durumdan gocunmamıştık! Çünkü, devletimizin envanterine kaydı yaptırılmıştı mabedimiz. Devletimizin resmi binası olmuştu. Bundan niye gocunaydık? Gururdu bizlere.
Her güzel hareketin içinde bizler vardık karşılıksız, beklentisiz! Öyle arkadaşlarımız vardı ki; malını mülkünü, parasını gönül huzuru içinde camilerimize, teşkilatımız ülkü ocağına veriyorlardı. Anadolu’muzun yiğitlerinden Çorum’dan Musa Gökçe, Karaman’dan Mustafa Önasya, Dursun Önkuzu’nun memleketi Zile’den şair Ömer Fişekçioğlu, Mehmet Abacı gibi fedakar arkadaşlarımız teşkilatımızın mihenk taşları idi. Musa Gökçen ülküdaşımız bahçe içleri ile uğraştığından yanında çok arkadaşımızı çalıştırmış, onlara uzun süre iş imkanlarına kavuşturmuştu. Parasal olarak da cüzdanını ardına kadar açmış, teşkilatın ihtiyaçları için ne gerekiyorsa vermişti. Gönüllü ülküdaşlarımızın sayesinde maddi sıkıntılar pek fazla çekmiyorduk. Halen Lahey ikamet eden Musa Gökçen ve Mustafa Önasya, ülkücü duruşlarından bir milim bile sapmadılar. Ülkü yolunda yolculuklarına devam ediyorlar. Allah bunlar gibi arkadaşalrımızın bahtlarını açık eylesin, Rabbim ocaklarında güller açtırsın...
Daha önceki bölümlerde de bahsettiğim gibi birlik ve beraberlik çizgisinden ayrılmayan arkadaşlarımız her ne kadar bazı siyasi ayrışmalarda ayrı düşseler de bir birlerine son derece saygılı, yanlış söylemlere düşecek hiç bir harekette bulunmuyorlardı. Tabi her toplumda veya davada çiğ süt emmişler, hareketi yanlış yönde kullanmaya çalışanlar olsa da, bu durum genelimizi temsil etmiyordu. Ülküdaşlarımız birbirleri ile sıkı ilişkiler içerisinde ülküdaşlık bağlarını koparmadılar. Ne zaman biri dara düşse, hemen yetişiyorlardı.
Lahey’deki teşkilatımıza 10 dan fazla saldırı olmuştu. Teşkilatın ya camları kırılıyor, ya da molotof kokteyl atılarak teşkilat yakılıyordu. Önceleri devrimcilik oyunu oynayan bazı devrimci yobazlar bunu yapıyordu. Zamanla bu terör eylemlerini pkk’lılara ihale etmişler, onlarda teşkilatımıza her türlü zararı veriyorlardı. Avrupa’da ne Almanya, ne de Fransa’ydı pkk’nın merkezi! Hollanda Lahey kenti idi merkezleri. Her türlü proğramlar, planlar bu şehirden yapılıyor, Hollanda’nın muhtelif sekiz yerde terör hazırlıkları yaptıkları kampların varlığı konuşuluyordu. Pkk’lıların sürgün hükümet (!) dedikleri oluşumunu bile Lahey’de kurmuşlardı. Bizim için de, onlar için de Lahey önemli bir şehirdi. Başta meşhur Adalet Divanı oradaydı ve ülkelerin bütün elçilikleri buradaydı. Avrupa’nın çok önemli kuruluşlarının merkeziydi. Hollanda kraliçesinin ikametgahı da buradaydı. Hollanda parlemantosu da...
İşlte bu yüzden de Başbuğ bize Lahey’de teşkilatımızın kuvvetli olmasını tenbihlemişti. Pkk’nında ağırlık verdiği şehir burasıydı. Bizim kuvvetli olmamız şarttı bu şehirde. Pkk’lı terörüstler teşkilatımızın üyelerimizi gece kalleş tuzaklarla, bilhassa doğu illerimizden olan ülküdaşa-larımıza saldırıyorlar, sekiz on kişilik gruplar halinde hedefe oturttukları ülküdaşımıza saldırıyorlardı.
Hiç unutamam; bir ramazan günü biz teravi namazını kılarken teşkilatta, molotof kokteyl atarak bizleri ve teşkilatı yakmaya çalıştılar. Polisler gelse de sonuca ulaşılmadı biz kimin yaptığını bildiğimiz halde. Önwemli bir kaynaktan haber almıştık. Kimlerin olduklasrını biliyor ve isimlerini, araba lakalarını vermemize rağmen polisler sonuca gçtmemişlerdi. Hatta bizi suçlar derecesinde bilgiyi nereden ladınız diye sorguluyordu başkanımızı. O bilgiyi nasıl elde ettiğimizi burada yazmayacağım!
Türklük için ettiğimiz onurlu mücadelemizden,davamızdan asla taviz vermedik. Başımız dik yolumuzda yürüdük. Biz hakkın, hukukun yanındaydık. İnsanlık ve mazlumların yanında yer alama ülküsü ve vicanı hiç bir hayırlı işlerden bizi alıkoymuyordu. Mustafa Kemal ne demişti? ’’Bir Türk Dünya’ya Bedel!’’ Bu sözün anlamı şuydu. Türk kendini ilimle donatmalı, hem kendi devletine, hem de dünya insanlığına faydalar sağlayan önder olmalı. Oktay Sinanoğlu tam bizim aradığımız, onun gibi olmak istediğimiz Türk ilim adamı modelimizdi. O nedenle teşkilatlarımzıda geçlerimizi ilim, irfan çizgisinde yetiştirmeye gayret ederek Hollanda yüksek okullarında, üniversitelerinde ülkücü gençlerimizin okumasını, her birinin ilim adamı olmalarını canı gönülden diliyorduk. Terörden, kavgadan uzak kalmayı vazife edinmiştik ocaklarımızda. Terör odaklarının amaçları bizi teröre çekmekti. Biz bu oyuna düşecek kadar ahmak değildik!
Biz ülkücüydük, Yunus Emre’nin dediği gibi ’’Yaradılanı severiz Yaradan’dan ötürü’’ Asıl barışçı, vicdani duyguları en yüksek olan biz ülkücülerdik!
Devam Edecek
Fotoğraf: Lahey’de Ermeni ve Rusların katlettikleri Türkler için ülkücülerin yaptırdığı SOYKIRIM ANITI’nda anmas günü. Her yıl anılmaktadır günü geldiğinde.
Zafer Direniş
...
Gurbetin Bozkurtları
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.