- 521 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Et Yiyen
Liseden arkadaşımın evinde, yeni hazırladıkları çocuk odasını geziyorum. İlk çocukları olacaktı. Her şey sanki başka kardeşi olmayacakmış gibi hazırlanmıştı: Bebek pembesi duvar kağıdı ile kaplı, üzerine yapıştırılmış prenses, karaca, tavşan resimleri, arka planda şato silueti...
‘Kardeş düşünmüyor musunuz?’
‘Artık, kısmet’
Anlaşamamışlar galiba aralarında. Uzatmadım.
Gözüm duvarda asılı haça takıldı. Kosta bakışlarımı farketti:
‘Eşim istedi. Atalarının itikadından uzak kalmasın istedi’
‘Sizin ailede ben sadece seni Hristiyan sanıyordum.’
‘Öyle ama talep Elif’ten geldi.’
Elif’in bileceği iş üzerine daha fazla fikir yürütmedim.
Masaya geri döndüğümüzde Kosta kadehimi sözüm ona Bozcaada şarabı ile doldururken:
‘Senin evin duvarlarında da haç vardı, yanlış hatırlamıyorsam?’ diye kapandığını sandığım konuyu devam ettirdi.
‘Vardı, doğru. Eski ev sahiplerinden kalmıştı. Evin tüm odalarına bırakmışlardı bir tane. Birini tuttum yıllar içinde. Diğerlerini en yakındaki kiliseye bağışladım.’
‘O tuttuğun hala duvarda asılı demek?’
‘Çoğunlukla asılı. Geçen sene bir süreliğine yer ve sahip değiştirdi ama şimdi eski yerinde asılı.’
‘Niye başkasına gitti ki?’
‘Bu Bozcada’nın yerli şarabı değil. Düpedüz Cabarnet Franc!’
‘Şarabı karıştırma, iç. Lafı dolaştırma, anlat.’
Yarısı gitmiş kadehime baktım...
...
‘Eski bir arkadaşım vardı: Etienne...’
‘Hani şu üniversitede Et Yiyen diye dalga geçtiğiniz arkadaşın mı?’
‘Yok, bu Etienne saygın bir adam; öbürü hırttı. 4. Haçlı Seferinin 800. Yılı seminerinde tanışmıştık. O zamanlar Montpellier’de rahipti.’
‘Katolikti yani?’
‘Kiliseye bağlı bir akademisyendi. Hayatının baharında ruhban sınıfına katılmış, kırk yılda öyle kalmıştı. Sonra...’
‘Sonra?’
Boş kadehi işaret ettim. O da Fransız kökenli Bozcaada şarabı ile tazeledi. Şarapla ilgisi fazla olmayan Fransızın hayatına devam ettik.
‘Sonra o seminerde peder Etienne genç bir Bizansçı olan Vasiliki ile tanıştı. Vasiliki gayet güzel bir hanımdı. Benim de ilgimi çekmemiş değildi. Ama kendini kaptıran Etienne oldu.’
‘Amcam katolik rahip değil miydi?’
‘Dedim ya, ilk kırk yıl öyleydi. Ama Vasiliki adama üzerindeki çıkarttıran hatunlardan biriydi. Etienne’nin rahip cübbesi de fazla dayanamadı. Kiliseden ayrıldı, Vasiliki ile evlendi.’
‘Evlenince de Ortodoks oldu deme?’
‘Yok, Vasiliki’nin Tanrı’ya inancı yoktu ama evliliğe vardı. Gayet güzel bir on yıl geçirdiler.’
‘Etienne kiliseyi bıraktığına pişman olmadı yani?’
‘Uzun süre evet. İki sene önce Etinne’e dördüncü aşamada yumuşak doku kanseri teşhisi kondu. Altmış yaşında evlenen biri olarak çocuğu yoktu. Vasiliki baktı ona son zamanlarında.’
‘Genç birinden beklemezdim.’
‘O noktada Vasiliki de kırk yaşlarındaydı. Kocasının da durumunun çok uzamayacağı belliydi, uygun olanı yaptı. Yalnız Etienne’i görmeye son gidişlerimden birinde, adam karısının odadan çıkmasını bekledi; sonra beni yanına çekip, sanki aldığı o ağrı kesiciler beynini hiç uyuşturmamış gibi benden yardım istedi’
‘Niye ki? Vasiliki’nin sadakatsizliğinden mi şüpheleniyordu?’
‘Senin aklın orada. Konu o değil. Benden kendisine bir haç getirmemi istedi. Vasiliki evde haç barındırmasına izin vermiyormuş.’
‘Sen de evindekini götürdün o zaman?’
‘Evet. Götürdüğümde haçı aldı, benim ‘Dur!’ dememe fırsat vermeden haçı öptü.’
‘Niye durdurmaya çalışıyorsun adamı?’
‘Kosta, o haçın hiç tozunun alındığını mı sanıyorsun?’
‘Alınmasın,ne farkeder? Adam zaten ölüyor; iki damla tozun fazla bir etkisi olmaz’
‘Neyse, haçı öptü, sonra ona sarılıp bir şeyler fısıldamaya başladı’
’Ne dedi son dakikada?’
‘İki çeki odun, ben Fener’e kodum dedi’
‘Sahi mi?’
‘Ne bileyim, ne dedi! Zaten zar zor konuşuyor, bir de işin içine latince girince ben dışarı çıktım’
‘Adam o haliyle latince konuşabiliyor mu?’
‘Zamanı gelince sen bana söylersin, latince mi konuşuluyor, grekçe mi? Neyse, dediğim gibi dışarı çıktım. On küsur yıldır ayrı kaldığı yaratıcısıyla son bir kere görüşsün istedim.’
‘İyi yapmışsın.’
‘Yılbaşından altı gün sonra vefat etti. Vasiliki haçı bana kargoyla gönderdi. Bir de not düşmüş, cenaze kaldırılmayacağını, Etienne’in yakılacağını söylüyordu. Böylece ne onunla, ne de Etienne ile vedalaşabildim’
‘Haça ne oldu?’
‘Ne olacak, yerine geri astım. Benim de vedalaşmam gerektiğinde el atında dursun’
‘Senin Hristiyan olduğunu bilmiyordum.’
Bir şey demedim. O da benim bileceğim iş üzerine daha fazla fikir yürütmedi.
YORUMLAR
Yazmaya başlayınca şöyle biraz edebi ve kültürel yük alıyorsun isteyerek ya da istemeyerek. Sanki yazar olmanın asil gerekliliği gibi. E zamanla bu kasıntıya sebep oluyor, kurgunun akışı bozuluyor bazen, bazen yok yere sosyal mesajlara sarılıyorsun...
Bu sizde yok, iyi mi kötü mü diye yargılamayacağım. ama yazdıklarınız edebi açıdan kuvvetliler... Neden belirtme gereği duydum, şu sebeple;
Bir edebiyat hocamız yazarlıkta Tahiri ( Kemal Tahir'i okuyup anlamak) olmayan yol alamaz, bu coğrafyanın dilinden anlamaz, kendisi de meramını anlatamaz demişti. Bu meram işiyle ilgilendiğinizi sanmıyorum gerçi ama, sizin yazdıklarınızı okurken her iki gözle de bakıyorum. Sinema ve edebiyatla iyice küresel takıldığımız sınırların eridiği şu günlerde Tahiri olmak herkes için elzem değil bence.
:) yazının başlığı tuzak olmuş
İlhan Kemal
Tahiri olmak da güzel bir tartışma konusu. 21 Nisan'da Kemal Tahir'in vefatı üzerinden yarım yüzyıl geçmiş oldu. 2023 Türkiye'si %78 şehirleşmiş (Şehirli olmuş değil) bir ülke. 1973 te bu oran %40 idi. Sadece bu bile coğrafyanın dilinin belirli ölçüde değiştiğinin göstergesi. O yüzden son cümledeki yorumunuza katılmamak elde değil.
Yazının başlığı gençlik yıllarımda tanıdığım Frere Etienne'e ait. O bize 'Les Piç de Kadıköy' derken biz de ona Et Yiyen diyorduk (Arkasından) Saygılarımla.
Sizi okumayı hep ama hep seveceğim. Bitirince düşündüm, son sözlerim ne olacak acaba? Şimdiki kararım, elimi kalbime koyup "Tanrım, sayfayı çevirebilirsin."
Çok sevgilerimle.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Sevgilerimle.