Lalenin Anavatanı: Muş
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yine tarlalarda ekinler büyümeğe, otlaklarda otlar günden güne boylanmaya başladı; bir kışı daha geride bıraktık. Yakında kırlarda, dağlarda binbir çeşit çiçek açacak, her taraf cennet gibi olacak. Nisan ayının sonlarına doğru da çiçekçilerde veya caddelerdeki seyyar satıcıların kovalarında “lale” çiçeğini göreceğiz.
İster bir Mayıs bahçesinde, ister bir çiçekçide, isterse bir fotografta olsun, nerede bir lale görsem Muş’u hatırlarım. Çünkü, Mayıs ayının sonlarına doğru Bingöl’ün Solhan ilçesinden Bitlis’in Tatvan ilçesine kadar Muş ovası kırmızı, sarı, pembe, vb çeşitli renklerdeki lalelerle donanır; sanki verimi yüksek bir ovada başaklarını seçmiş buğday tarlası gibidir. Lale, Muş’un doğal bitkisidir; kendiliğinden yetişir.
Tam tamına 28 yıl önce Muştay’dım. 1982 yılının Aralık ayında Muş’a tayinim çıktı. Van Gölü Expresi ikindi sularında Muş Ovası’na girdiğinde trenin koridorunda ayakta durmuş pencereden dışarıyı seyrediyordum. Doğanın manzarası birden değişmişti; artık ne iki yanında söğüt, kavak ağaçları dikilmiş dereler, ne tekerlek izleriyle oyulmuş toprak köy yolları, ne ekini çoktan biçilmiş çıplak tarlalar; ne de tren yolları boyunca yer yer biten çalı kümeleri ve daha uzaklardaki korular, hiçbir şey görülmüyordu. Her yer beyaz bir örtü ile örtülmüş, sanki her şey bu örtünün altında uyuyordu. Trenin çıkarttığı korkunç gürültü bile doğanın bu sessizliğini bozmuyor, hiçbir yerde herhangi bir yaşam belirtisi görünmüyordu. Bu manzara karşısında ürpermiştim. Muşluların ifadesine göre, o yıl ovadaki kar kalınlığı 5 metre idi. Ovadaki kar şehir merkezinde de vardı; kentin tek caddesi olan Atatürk caddesinin sağında solunda bitişik nizam sırlanmış çoğu tek katlı, bazıları da iki ya da üç katlı ve briketten derme çatma yapılmış dükkanların tek tük kiremit veya saç çatıları sayılmazsa hemen tümünün çatısı yoktu, düz damları vardı. Damlardan kürenip caddeye atılan karların kalınlığı bir iki metre vardı; o zamanın trafiğinin en kalabalık kısmını oluşturan at arabaları ve ilçelere işleyen dolmuşlar, dükkanın önünde duran birine göre, sanki havada gidiyorlarmış gibi gelirdi. Damların saçaklarından sızan suların oluşturduğu kalın gri buz sarkıtları saçaklardan dükkanların önündeki kaldırıma kadar uzanıyor, sanki özellikle dikilmiş mermer sütunları andırıyorlardı. Her gün caddede, ara sokaklarda yürürken düşen, kolunu bacağını kıran insanlar az değildi, ancak böyle kazalara kimse aldırmıyor, adeta günlük yaşamın bir parçası gibi görülüyordu. Muş’ta bazı geceler ısı -40 dereceye kadar düşerdi, böyle gecelerde Sibirya ile Muş’un ısı farkı -10 dereceye kadar azalırdı. Ancak, kışı ölüm kadar ürpertici olan Muş’un, Mayıs geldiğinde çehresi değişmişti; insana yaşama sevinci veren olağanüstü bir doğa parçasına dönüşmüştü. Muş’un her yanını saran o beyaz ölüm soğukluğunun yerini baskın renk yeşil olmak üzere baharın tüm renkleri almıştı. Bunlar benim için sürpriz değildi, doğadaki bu tür değişimlere Türkiye’nin birçok yerinde rastlanabilirdi. Benim için sürpriz olan, onlarca kilometre uzunluğundaki Muş ovasının doğal bir lale bahçesine, daha doğrusu bir lale ovasına dönüşmüş olmasıydı. Oysa, Ankara’nın Etimesğut ve Sincan ilçelerinde, ilçe olmadan önce; henüz birer köy iken, çok sayıda bahçede –bir hobi olarak- lale yetiştirilirdi, bu, zamanla bir yarış haline geldi ve her yıl Mayısın ilk haftasında yapılan “Sincan Lale Festivalleri“ düzenlenmeye başlandı. Sabah erkenden Etimesğut Mehmetçik Ortaokulu’na ve daha sonraki yıllarda da Sincan Lisesi’ne giderken yolumuzu değiştirip, özellikle o bahçelerin duvarlarına, çitlerine sürtünerek ve lale tarhlarını hayran hayran seyrederek yürürdük. Diyeceğim o ki, Muş’tan önce de çok sayıda ve çok renkte laleler görmüştüm ama daha önceleri böylesine görkemli, olağanüstü ve taptaze, anlamla dolu bir lale bahçesi görmemiştim. Muş lalesi, İstanbul’da Boğaziçi’ndeki bazı yalıların bahçelerinde veya bir zamanlar Ankara’nın Etimesğut ve Sincan köylerinde (şimdi ikisi de devasa büyüklükte ilçe) özenle yetiştirilen lalelerden hem "boy" hem de "baş" olarak birkaç kat daha büyüktür.
Mayıs ayının hemen her günü iş çıkışı ovaya gidip boyumca yükselmiş lalelerin içinde yürüyordum, şaşırmış ve şaşkın bakışlarla ufuk çizgisine kadar kızıl bir renge bürünmüş ovayı seyrediyordum. Ovanın her tarafında, yani lalelerin içinde, büyüklü küçüklü sürüler halinde hayvanlar yayılıyordu. Muş’ta en çok büyük baş hayvan besiciliği yapılırdı, bu nedenle ovadaki hayvanların en çoğu sığır sürülerinden oluşuyordu. Yine de, uzaktan bakıldığında lalelerin hayvanlar tarafından sanki hiç yenilmemiş, ezilmemiş gibi bir görünümü vardı; o kadar çoktu ki, tükenmek bilmiyordu. Muşlular laleye herhangi bir ot gibi bakıyorlardı, yani hayvanlarının karınlarını doyuracak bir ot ! Mayıs - Haziran ayları Muş’ta ot biçme zamanıdır. Atatürk caddesi boyunca beşerli onları gruplar halinde elleri tırpanlı yüzlerce genç erkek toplanır, bekleşirlerdi. Derken önlerinde duran bir kamyona, kamyonete–kısa süren bir pazarlıktan sonra, yevmiyede anlaştıktan sonra- binerler, ot biçmek için ovaya, dağlara götürürlerdi. Ovada diğer otlar gibi laleler de tırpanla biçilir, üst üste yığılır, daha sonra kamyon, traktör, at arabası gibi araçlarla besicilerin köylerine ya da mezralarına götürülürdü.
Muş’ta 10 ay kaldım, bu sürede sık sık Malazgirt, Bulanık, Varto ilçelerine ve bu ilçelerin köylerine görevli olarak gittim. Ayrıca fırsat düştükçe Muş ovasındaki köylere de gezmek/görmek amacıyla gittim.
Muş, seni ve “lale”ni çok sevmiştim. Seni 30 yıl sonra bile dün gibi hatırlayabiliyorum: bir yüzünle yoksul, kaba, düzensiz ve ilkelliğinin içinde umarsızdın. Öteki yüzünle doğanın en narin, en güzel, en soylu çiçeği olan “lale”ni Solhan’ın çıkışından Tatvan’a kadar insanın ayaklarına serecek kadar engin... Benim için, görkemli dağlarınla, coşkun nehirlerinle, lale ve zambaklarla örtülmüş platolarınla gizemli bir sevgili gibiydin. Ve ben "Lale"ye aşıktım...
Mayıs-Haziran aylarında baştan başa lalelerle kaplanan Muş Ovasına duyduğum özlem çoksun bir devinimle beni bu yazıyı yazmaya zorladı. Dilerim ki, bir gün “Muş Ovası”nın adı “lale ovası” olur ve "lale" denildigi zaman Muş, Muş’tan söz edildiği zaman da "lale" akla gelir.
Not: 15 Mayıs-15 Haziran arasında Batı’ya gidecek Siirtlilerin yollarını Muş’tan geçirmelerini öneriyorum.
Siirt- Mayıs-2006
Dr. Sadık Top
YORUMLAR
bohun
Ayşe1, "taşkın bir hazla" , çok güldüm. Çok naziksiniz. Teşekkürlerimi , iyi dileklerimi gönderiyorum.
Merhaba syn Bohun..
Öncelikle büyuk bir vefa örnegi göstererek güne getirdiğinizde okuma şansı buldugum bu, ünlü yazarlarin romanlardaki kadar guzel bir tasvir ve betimlerle süsleyip tanittiginiz, benim de dogup, büyüdüğüm, ekmegini ,suyunu yiyip ictigim havasını soldugum Memleketim Muşl'a ilgili yazınız için sizi ve secki kurulun yurekten kutlayarak tebrik ederim.. Ben bile kendi memleketimin sizin kadar güzel tarif edemez anlatamazdim.Lalesiyle menekşesiyle ovaya hoş bir koku yayan Muş
gerçekten de yazdıklarınızı hak eden ancak o doğasıyla bile en gerinkalmis illerimizde biridir.Lalele tohumlarının Hollanda ' ya üzumlerinin Frans'aya ihrac edilerek Hollandayi lale, Fransayi markali şarap ülkesi yapan memleketim Ermeni techiri ve Kurtuluş Savaşından sonraki enkazlarin kaldirilmasi adina yapilan calismalar nedeni ile ihmal edilmişti daha sonra tüm bu gelişimler durdurulmuş malumunuz tek şeker fabrikası ilan şeker fabrikası bile özelleştirilerek il ve ülke ekonomisi büyük yara almıştı. Menderes donemin de demiryolunun Muşa kadar gelmesi ile Batiya dogru gidisler seyahatler artip hizla devam etti Bizler de 70 li yıllarda Bati illerinde bulunan denizlerin uzun yaz mevsimlerin fabrika üniversite ve iş kollarının daha fazla olması nedeni ile Bursa ' Ya taşınmıştık
80 li yillar terorun en hizli donemkeriydi Terörün ve işsizliğin getirdiği baskılar sonucu diger insanlar da Batıya doğru göç ederek daha rahat yaşam merkezleri aramaya başladılar .Zikrettğiniz gibi 5 metreye kadar yükselen kar ve 5- 6 ay süren uzun kış mevsimleri vardı..Tek bir sosyal eğlencemiz olan sinemaya bile gidemedik havuz göl Karasu ve Murat nehsinde çok bogulanlar oldugu için korkardık yüzmeye göl yoktu derelerin önüne taşlar öperek suni küçük gölcükler yapardık sıcak temmuz aylarında serinlemek için irmak ve dereler de yüzerek dağlarda ovalarda koşup oynarak gecerdi cocuklugmuz Batıyi ve oralardaki guzelliklerini konusup gelenlerden dinleyerek filmlerde yüksek katli apartmanları görüp tek katlı düz damli çatısı olmayan evlerimizde bir an önce büyüyerek görmediğimiz şehirleri gormek hayallerini kurardık. Oysa ne büyük hataymış oyle düşünmek ve goc edip gelmek Simdi.hasretiz o topraklara lakin mümkünü de yok bu donúslerimizin..Babalarımız hersyimizi satarak geldiler zira. Şehre girerken yukarıda tepede yani Kale mahhallesindev gördügujuz o ağaçları yeşillikleri yarısından fazlası bizim di o bahçeleri babam dedem ve amcaların dikmişler buyurmuşlardır daha sonra toki ye verilip konut yapıldı. Bir kısmı da kale parkı adı altında park yapılmıştır evimiz parkin 100 metre altindaydi Manzaraliydi evimiz pencereden baktigimizda bütun bir Muş ovasi ayaklarimizin altinda kalirdi. Kalacak evimiz yok artık orada. sadece üniversitenin ustunde çiris koyunde 5 dönum üzum bagimiz kaldi. o da bakan olmadığı icin dag olup gitti.gözümde tüten memleketime 17 yildir gitmedim bu yaz gidecegim insallah Güzel yazınızda şair in güzün geçerken deniz yazın geçerken kankirmizi gördüğü lale şehrimizin adi simdi Lale kent oldu bilmenizi isterim bir cadde daha yapilarak sehri bastan sona yaran Atatürk caddesi ve istasyon caddesiyle universite Cafe ve ünlü markaların olduğu mağaza ve otellerin avmlerin acılmasiyla cok gelisti ancak eskibguzelligi kalmadi dediginiz gibi caddelere lale sembolü ısiklandirmalar yapılmış ozellikkevgece gecerken kırmizi ve sari ısiklarla guzel bir gorsel oluşmus video ve fotolardan gördüm ben de .. sayfam da Muş ile ilgili şiir ve yazılarım var okumak hasret gidermek isterseniz bekler sizi tanımaktan memnun olurum değerli yazar
Mus' un insanı da sizin gibi dır vefalıdır bilirsiniz .
Yemen de hepsi akraba olan en çok şehit veren ilimizdir...
Bir şiirimle size veda ederken tekrar yazinizi kutlar şahsınıza en kalbi sevgi ve selamlarimi iletirim ..
Sana gidenlerin dönmediği o yerden,
Sana gidenlerin gelmediği o yerden.
Menekselerinden lalelerinden,
Havası hoş, yolu yokuş sehrimden,
Ah! O Yemen' den,
Gülü çemenden;
Sultan Alparslan' ın serhat sehrinden
Kurtik Dağından Muş ovasindan.
Kenger göndermişim jağ gondermisem.
Kocerlerle Bingöl yaylalarindan
Güllük toplamısam
Lor gondermişem.
Ülkemdir kalbimde en ücra yerin
Ilgit ilgit esen seher yelimisin
Sen gözümün nuru Anadolu'mda
Türkü türkü çalan memleketimsin.
Abydr
Ağaçların efendisi tarafından 4.5.2023 12:23:42 zamanında düzenlenmiştir.
bohun
Benim çocukluğum da Divriği'nin bir dağ köyünde sizin köydeki yaşantınız gibiydi; derelerde, göllerde çimme(yıkanma), çobanlık, vb. 1982 yılında Muş'taydım ve yurt dışına -özellikle gençlerin- yoğun göçünün tanığıyım.
Muş'ta hem Muş'lu, hem de Muş'lu olmayan insanlarla (öğretmen, doktor, esnaf, vb) çok iyi arkadaşlıklarım oldu, ama Muş sonrasında ne yazık ki devam ettiremedik arkadaşlıklarımızı/dostluklarımızı.
Muş'la ilgili bir başka anımı yakında bu siteye aktarırım.
Yazıma gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ediyor, esenlikler diliyorum.
Seyehatname mi yoksa Lale'nin tarihçesi miydi bizlere sunulan?
Ben, ikisi gibi kabul etmek isterim...
Sayın Top, öyle yalın bir anlatımla tasvir etmişsinizki lalenin ehvalini, kendimi bir an o muhteşem ovalarda hissettim. Siz adeta görsel kıldınız o bahçeleri...
Sadece laleleri değil, Muş'un insanlarını ve yaşam koşullarını da büyük bir duyarlılık ve objektif bir yaklaşımla analiz etmişsiniz.
Kısacası çok değerli tecrübe ve izlenimlerdir bizlerle paylaştığınız.
Bir gün yolum düşerse o coğrafyaya, aklımda olacak bu kıymetli yazınız.
Müteşekkirim emeginiz ve paylaşımınız için.
Çok saygı ve selamlar, efendim.
Tüya tarafından 4.5.2023 00:33:14 zamanında düzenlenmiştir.
bohun
Yine beni göklere çıkarmışsınız, teşekkür ederim.
Şimdi Van'dayım, her yıl Şeker Bayramı'nda köyüme gidiyorum; ama, Sivas'a bağlı köyüme Malatya üzerinden gitmek daha kolayıma geliyor. Bunun için bazen Van- Ankara-Malatya aktarmalı uçakla, bazen de Van-Malatya arasını otobüsle(yaklaşık 10 saat) gidiyorum. Otobüs ile Van'dan Muş'a yaklaşık 3 saat sürüyor. Birkaç kez Muş'tan gündüz geçtim, Muş otogarında da otobüs durup yolcu indirip-alıyor. Görebildiğim kadarıyla eski Ermeni Bağları'nın olduğu Kurtik Dağı yerli yerinde duruyor, ama ne Muş eski Muş, ne de ova eski ova. Şehir dağa doğru değil, Türkiye'deki her şehrin, kasabanın , hatta köyün yaptığı gibi ovaya doğru gelişmiş ve o görkemli Muş Ovası'nı yüzlerce binlerce apartman, otel, rezidansın kapladığını yol boyunca görmek mümkün olabiliyor. Yani, ne kadar bakarsam bakayım eski ovayı göremedim, gözlerden kaybolmuş!
Muş'ta on ay kaldım, ama anneme-babama ve arkadaşlarıma yazdığım uzun mektuplarda sanki orada on yıl yaşamışım gibi anlatılar yaptım. Bazen Kurtik Dağı'ndan , bazen Ermeni mezarlığından, bazen Murat Nehri kıyısındaki Azeri köylerinden, bazen de Bingöl'ün Şerafettin dağlarındaki gezilerimden söz ettim. Evlendikten sonra da bu kez eşime ve çocuklarıma anlattım oraları; Hepsi Muş'u çok sevdi, annem bugün 97 yaşında, bu Şeker Bayramı'nda yine köydeydim ve annem sürekli Muş'tan yazdığım mektuplardan söz etti. Eşim ve çocuklarım Türkiye'de ve İtalya'da birçok kenti gezdiler ama zihinlerinde benim anlattığım Muş'un yeri başka... Daha ilginci; Ankara'da birlikte çalıştığım bazı arkadaşlarım uzun yıllar beni Muş'lu sanmışlar.
Elimi uzatsam tutabileceğim mesafede olan Muş'a bu lale mevsiminde bile -anılarımın yıkılacağı endişesiyle- gitmiyorum.
Tüya
Daim olsun kaleminiz ve paylaşımlarınız.
Çok selam ve saygımla.