- 209 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Akşam Çökmesi
Akşam Çökmesi
Her şey bir yol gibi kavisler çize çize bir sona doğru gidiyor. Pastoral, patetik ve dahi trajik… Biz bu sonu hissediyor muyuz?
Mutlu son veya mutsuz...
Kötü bir son...
Acıklı son…
Ellerimiz açık, gövdemiz, azalarımız serbest. Gözlerimiz ufukları kolluyor. İstediğimizi yapıyor gözüküyoruz. Özgürmüşüz gibi yapıyoruz ama işin hakikati bin dereden su getirsek bile özgür olmadığımızı biliyoruz çünkü çaresiziz çünkü bir dakika sonramızı bilmiyoruz çünkü sonumuzu bilmiyoruz.
Tolstoy’un Anna Karenina’yı bitirdiğinde odasında cenin pozisyonunda yerde, nerdeyse kendinden geçmiş bir vaziyette bulunduğu söyleniyor. Onu ayağa kaldırıp, “bu halin ne” diye sordukları vakit; “Anna Karenina öldü” demiş ağlayarak. Ne dehşet sahne… İnsanın elinden düşen yazılı “trajik son”. Trajedi hali böyle bir durum sanki. Yazarsın ve yazının sonunda seni bekleyen bir büyük etki vardır. Tıpkı dünyayı bekleyen bir akşam çökmesi hali gibi.
Biz ne yazdık peki? insanın sonu için akşamın bir milat etkisini. Etkinin bir akşam atmosferi çizdiğini. Eşyanın öyle şekillendiğini. Beklenen sonun bizi ilham olarak nasıl ve nerelere göç ettirdiğini. Arada tebessüm ettiren anları, hüzünleri. Akşam çöküşünün içimizde çıkardığı yangınları. Son halin daha bizi bulmadan bizim ne duygulara gark olarak yaşadığımızı. Beklenen sonun yaşanırken olabilecek tasvirleri ve belki Anna Karenina’nın Tolstoy’daki cenin halini. O sebeple insanlığın “cenne”sini…
Filozoflar, sosyologlar, bilim insanları, yazarlar, şairler daha çok insana ve dünyamıza dair çok şeyi düşünmüşlerdir veya düşündüklerini yazmışlar. Gerek inkişaf için gerekse de daha iyi bir hal ve hayat için sözlerini söylemişler ve kalemlerini oynatmışlar. Bir nevi kendi cennetlerini inşa etmeye çalışmışlar. Başka bir taraftan, anlatımlarda hep zıtlıklara ve tamamlayıcı unsurlara dikkati çekmişlerdir. Yazla kışı, beyaz ile siyahı, gündüz ile geceyi, sıcak ile soğuğu, iyi ile kötüyü ve daha nicelerini. Bizim de yaşatmayı tasavvur ve arzu ettiğimiz cenne kendi şehrimiz, kendi dünyamız olsa gerek. Bu bağlamda gerek konu gerekse de içerik olarak yazdıklarımı daha çok akşama-geceye, gölgeye, insanın ağrıyan karanlık yanlarına ve gizemlerine uygun buldum.
Doğum kadar esrarengiz, ölüm kadar gerçektir hayat. İnsan değerli, kıymetli ve özel olduğu kadar da fanidir. Şafak gibi doğum, akşam gibi gecedir daha çok. Nasıl ki gün, kendi içerisinde evre evre olduğu gibi günü oluşturan zamanların da evreleri vardır. Şafağın gizemi kadar akşamın da, gecenin de bir gizemli bir sırlı hali vardır. Şafak bir doğumsa, kıyametin kopma vakti akşam da bir yer değiştirme, bir yenileşme, bir dönüşüm halidir. Akşam gibi bir olayın, bir konumun miladı da bir öncekinin bitimi de olacaktır.
Başlangıç daha çok şafaktaki bir doğumdur. Dünyanın sekerat vakti ve kıyametin başlangıcı da akşamdır. Gizleyen, saklayan ve kollayan bir çökmedir bu. Hayat da dünya da böyle değil midir? Cenne’yi, Miftahu’l Cenne (Mızraklı İlmihal) kitabından ve TRT Belgeselinden izlediğim, Afrika Mali ülkesinin Cenne şehrinde, bin yıldır ayakta olan çamur balçık ile sıvalı kerpiç bir bina, ulu camisinden esinlendim. İsmiyle müsemma, cennetten mülhem…
İlkay Coşkun
Mayıs 2023
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.