- 400 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
AH ŞU NİSAN YAĞMURLARI YOK MU? ..
NİSAN YAĞMURLARI...
Annem Kinevart, babam Razmik açtıkları özel bir okulda onun bunun çocuklarına sanat öğretendiler. İkiz ablalarım Dalita ve Akabe aileye bir erkek veliaht olarak da ben Lernig. ismimin anlamı "Ermeni dilinden türetilmiştir ve Lernig adı ’küçük dağ’ anlamına gelir,"di.
Evimiz, güzel Türk tarihinin beslediği cadde sokakları yanı sıra her, millet ve ırkın varlığını barındıran İstanbul’un, en güzel ilçesi fatih de idi. " Bizans döneminde sarnıç, olarak kullanılan ve 2004 yılında yeşil olan çukur bostana tepeden bakıyordu. Daha çok da sokakta ki kahramanlıklara!
Annemlerin endişe duyarak kapı komşularımıza, biz okuldayız; bizim çocuklara bakar olun gibi bir tembihte bulunduklarını hatırlamıyorum.
En hatırımda kalan güzel şey, sokak da oynayacak olsak, kasap Ali kemal, bakkal Barkev, kahveci Yusuf gibi ve pencereden dışarıyı izleyen bütün büyük teyzelerin gözleri üstümüzdeydi.
Gönülden bize sahip çıkıyorlardı. Kısaca yaşadığımız bu coğrafya ait insani duruşun koşullarıydı bu durumlar.
Ve artık ergenlikle başka bir kimlik kazanmışız ev girişi çıkışlarımızda kararlarımızı kendimiz alma rahatlığı içindeyiz de.
Hafta sonları arkadaşlarla beraber Rumeli Cefa Samatya Sahil de esintisi güzel bir çay bahçesi vardı. manzarası sevimli ve ergence takılan bizler için güzel bir yerdi.
O kâffeye gide gele bir Müslüman kızı önce gözlerim sonrada kalbim çok fena sahiplenmişti.
İki cümlesinde biri şu olurdu."seni Nisan yağmurların da öpesim var," derdi. Ne ben nisanda onun gözlerine bakabildim; nede o beni öpe bildi.
İşte nedeni inançların getirdiği o şekilcilik benim inandığım senin inandığınla bağlantı kuramamak vs, vs.
Gün boyu kilisenin önünden mi? yoksa cami minarelerinin gölgesinden mi geçtim? İnan ki hiç umurumda değil.
Sevginin ortak dilini konuşamıyorsan, nereden gelip geçtiğini sorgulamam. kimseye de sorgulatmam!
Ve bu gün, o kızın bana bakan mavi gözlerinden, yağmurlu Nisan ayı ve İstanbul’un iç içe nefes nefese olduğunu anladım…
Gerçekten Nisan yağmurlarının aşka etkisi nedir? Benim yarım can eşitim olan o güzel kızın isteğini bu gün ki karmaşık hayatıma nasıl uyarlayabilirim telaşına dalıp gitmişim…
Çocukluğumun gençliğimin geçtiği yerler, bilindik sokaklar… Biliyorum ki ne yapsam o kızın bana beslediği güzel sevgisine bir daha rastlayamayacağım.
Rastlayamasam da Nisan yağmurun davetine ve bu sevginin anısına bu günün çağrısına icabet etmek lazımdı.
Doğrusunu söylemek gerekirse bende bu kadar uzun zaman geçtiğini unutmuşum. Vaaaay beeee! Gidişi anımla dönüşümün arasında ki yıllar reşit olmuş. Dile kolay On sekiz koca yıl, geçmiş
Doğduğum evin burunun dibinde oturmuşum ve bir gün bile hadi gideyim de eski anılarımla bir selamlaşayım dememişim.
Yürüyorum aklımın bir ucunda çocukluğum diğer ucunda gençliğe doğru uzanan keyifli anılarımla.
Bir iki bina çöküş sürecine girmiş. Diğerleri hep aynı, demir parmaklı pencerelerin değişmeyen yüzü sardunyalar ve küpe çiçekleri.
Ya o kaldırım taşları yüksek ökçeli hanımların o günde; bu günde emrine amadedir. ."aay tak tuk sesleri,"geldi şimdi kulaklarıma.
Çok üzgünüm değişmez dediklerimin yerinde yeller esiyordu. Bahçede kara kazanlara koyup, kaynatılan beyaz çamaşırların hani o sabun köpükleri vardı. Sabun kokusu ve suyunun bir damlası sokağa düşmüyor şimdi.
bilim, ilim çağı olayı gayet kendini hissettirmiş desem yeridir.
Daha neler; neler….
Hani o çocuklar mesela, koşarlardı yırtık bir topun peşinde… Burunları çöpten çıkmayan korkak kedileri taşlayanlar… Bir saniye önce asfaltla ile kanka bir mutfak penceresinde yükselen yemek kokuları... Allah canımı alsın ki en azından sokağa güzel kokusunu yayan yemeklerden birisi o damak güzelliğiyle biber dolması idi;.
Bizim evin bulunduğu sokak değil de bir diğer sokaktan giriş yapmışım. Oysaki bizim evin bulunduğu sokağın tam girişinde eski medeniyetlerden kaldığı sanılan bir ermiş mezarı vardı. Abooo! Ermiş; ne ermiş rivayetleri konusunda mahalleli ustalaşmıştı ve fikrimce Fatihte besmelesiz girilmeyen tek sokak bizim sokaktı.
Demem o ki bir mezar taşına verilen değer, belki de onun içinde yatan zatta asla verilmemiştir. İnançların birbirinden etkileşmesi mi desek bilmiyorum. Annem her pazar ayini sonrası mezarı başına gelir gelip geçenlere acı badem kurabiyesi ve su ikram ederdi.
Bedenimin toprak üzerinde ağırlaşmasını daha önce dedemin ölümüne sebep olan trafik kazasında hissetmiştim.
Tonlarca taşın altında kalmış avazımın çıktığı kadar bağırıyordum "ulan beni kim bu hale getirdi."derken sanki biri kuş tüyü bir yastığı ağzıma bastırmış var gücü ile beni boğmaya çalıştığı hissine kapılmıştım.
Aynı boğulacak hislerle şu an doğduğum evin kapısındayım. yıllar sonra yürek yemiş anıların karşısına beni getiren bu Nisan yağmurlarına ve ıslaklığı bana his ettiren her damlasına ayrı bir şükran sunmama gerek. Gökyüzü ve ıslaklık savaş halindeyken, ben asla kendimi bir evin saçak altına atmayı düşünmüyorum.
O yağdıkça ıslaklığı kuruyan düşüncelerimi yeşertiyorum sanki… Apartmanın en alt katından perdenin arkasından birinin beni izlediğini fark etmem beni hem tedirgin etti; hem de sevindirdi. Eski ve tanıdık bir yüz görmeyi ne çok isterdim şu an bilemesiniz…
Perdenin arkasında gözlerin beni takibi bir dakika kadar devam etti. Daha sonra yabancılığım ve görünüşüm ona cazip gelmemiş olacak ki kıpırtısız kalmıştı perde. Hoş o hissiz hareketler ve o soğuk bakışlar da bana cazip gelmemişti ya..
İlk defa çocukluğumun peşine düşmüştüm. dediğim gibi tanıdık bir yüz görme isteğim daha da artı kalabalığın içinde. Annesinin elini bırakıp ondan uzaklaşmış bir çocuktum. Ve şu an çocukluğumu tekrar yaşarken kaybolmuşum gibi bir his
vardı içimde.
Bu yaşta bu hisle kayıpları oynamam acı vermişti. Ağlamayı beceremiyordum gülmek ise ayrı bir sorundu bende. Dudaklarımın kalınlığı, dişlerimin eğik bükük hallerine birde sesim, tomruk kesen hızar sesine benzeyince benden sempatik bir adam olamam hiç beklenmezdi.
Nisan yağmurları başımda aşağı süzülürken daha fazla ıslaklık hasta edebilir beni deyip; bizim evin çaprazında duran topal Süheyla’nın evinin giriş kapısını koruyan duvara yaslandığımı fark ettim…
İçime bir ılık özlem düştü… evet ne kadındı O topal Süheyla…
Dünya halklarının bizden milyon sene önce teknoloji ile tanışmasını bilirdik. Ama kutsal kitaplarda adı bahsinin geçmesinden bi haberdik biz.
Vay vay ne muhteşem bir duygu idi;
Doğrusunu söylemek lazım evet… O zamanlar bir hayat kadının bacaklarının arasında sadece erkeklik ispatlanırdı.
Çevremde İlk cinsel deneyimini yaşamak için ben gibi birçok ergenin onu seçtiğini duyardım.
Topal oluşunun hikâyesine gelince tahminen; beş altı yaşında ya var; ya yokmuş.
O gün kendi akranı kızlar ile evcilik oynamak için yeni bir inşaatın içine girmişler.
Kız arkadaşları ile oyunlarının dozunu kaçırınca, takılmayı bekleyen kapılardan bir onun üzerine devrilir. Bütün gövdesi kapının altında kalır. Oyun arkadaşları bu durumu görür görmez büyüklerden yardım istemeye giderler.
Yardıma gelen bir kadının ilk yaptığı şey ince bacaklarından tutup onu oradan çekmek olunca; kalça kemikleri zarar görmüş..
O kalça çıkığını kimse anlayamaz aylarca iki eline annesinin terliklerini takıp gezinmiş Süheyla.
Tabi bu sırda annesinin çıkık işini bilen bir adama götürmediğini sanmayın. evet götürmüş ama o da hiçbir şey yapamayacağını söylemiş. Yani kalça kemiği farklı bir şekilde kaynamış.
Sevdiğim bir kız ile yakınlaşmam cinsellik söz konusu olunca kendimi frenliyorum .
Benimle alakalı bir durum bu. yatak olayına gelince biraz geriliyorum, kimseye de belli ettirmiyorum.
Ya nasıl derim bir kadının özel bölgesine siftahsız olduğumu. Def koyup çalarlar beni arkadaşlarım.
Artık yapacağım tek şey yaşça benden büyük kuzenim movses den yardım istemekti.
hızlı gece hayatını severdi ve cinsellik konusunda epeyce yaşanmışlığı vardı.
Çekine çekine durumumu ona sıraladım. o da; çok konuya elleşmeden yüzeysel bir şekilde ne yapacaklarımı sıraladı.
Derdimin dermanı topla Süheyla da. O da bedensele dokunuşuna yüklüce para istiyormuş. Asıl mesele bundan sonra parayı denkleştirmeye kaldı.
Öyle ailemin verdiği cep harçlıkları ile olacak şey değildi.
Para bu nasıl ha deyince nasıl bulunur. Mahallede ki akranların bir paket sigarasına ortak çıkan biriyken hem de. Kısaca dolunun işi başından aşkın boşa koyuyorum dolmuyor.
bir ara babaannemin takıları geldi aklıma ama gizlice odasına geçip alma cesaretini bulamadım.
Hani sahilde ki kâffede çalışan Müslüman kız arkadaşımdan söz etmiştim.
Beni o kadar severdi ki canını istesem canını verecek bir aşkla severdi beni. Biliyordum ki istesem, borç paranın kuruş hesabını hayatta yapmazdı.
Yüreğimdeki sevginin yüzü suyu hürmetine deyip kızdan borç para istemeyi başarmıştım. o da hiç ikiletmediği gibi niçin istiyorsun bile demedi. çıkarıp o beş yüz kâğıdı avucuma tıkır tıkır saydı.
Kız parayı verince içime ince bir sızı yerleşti. Bunu bu kıza nasıl yaptım ben diye.
Onun parası ile karı becerecektim!. Yuh bana ben ne iğrenç adamın teki çıktım, Diye diye bir süre sahilde dolaştım.
Topal Süheyla alışkanlığımın nasıl başladığına gelince, gecenin üçünde start verdim bu başlangıca. Kapısının ziline bir iki sefer başparmağım ile dokundum. Sonra kapıyı açmasını bekledim. Malum derin uykuda ve ya iş başında da olabilirdi. Nihayetinde binanın giriş kapısı açıldı. Karşımda o minicik kadın surattı saçları tepesinde toplamış sadece üstünde bir tişört vardı belki gecelikte olabilir. O önde ben arkada onun zemin kat dairesinin merdivenlerini indik. Tekrar bir kapı selamlaması yaptı anahtarla içeride loş bir ışık yüzümüzü yaladı. İçeride. İki küçük oda, bir mutfak ve yıkanma ıkınma ihtiyaçlarını karşılayan lavabo ve banyo vardı. Nasıl bir mimari ise dört büyük apartman kol kola girmemiş sırt sırta vermemiş. Her bina iki metre ışık alma alanı bırakıp kalan o alan ise bir avluya benziyordu. Her neyse buda çağın boş beleş adamlarının son mimari eserlerinde biri deyip tekrar gözlerimi topal Süheylanın üzerine diktim. Ben kurşun asker o ise kendi kahramanlarının savaşıp öldüklerine inanır gibiydi. Onun yaşadığı savaşların adı cinsellikti ve birinin nefsine hizmet etmekti. Yaşımın küçüklüğünden olsa gerek beni odasındaki yatağına doğru öpe öpe götürdü. İlk defa kendi yatağımın dışında bir kokunun içinde ritmik hareketlerle yuvarlanıyordum. En çok da o gece Süheyla’nın şu hareketi hoşuma gitti. işi bitirip topal bacağını benim bacaklarımın arasında hapis etmesi… Ve bir de göğüsleri karanlıkta parlayan iki ışık topu idi sanki. kafamı göğüslerinin arasına sıkıca batırıp öylece uyumuştum….
O ilk denemeden sonra sokağın yüzüne yüzü kızaran bir adam olmuştum. Günlerce duşun altında suya sabuna tutum bedenimi! birde çok kızdım kendi kendime, yüzüme gözlerime aşkla bakan o kızcağızdan borç para alıp, topal Süheyla’nın kollarına koştum diye.
O ilk buluşmanın vermiş olduğu hazla kendimden utanmışlığımı çarçabuk unutmuştum. elime geçen üç beş kuruşu bir araya getirince hemen soluğu topal Süheyla da alıyordum artık.
Hani güzellik falan deseniz o da değildi. Yiğidi öldür hakkını yeme! topal Süheyla müthiş eli lezzetli bir kadındı. Börekler, tatlılar kısaca iki taşı tencereye atıp kaynatması bile, yeme yanında yat türünde idi elinin lezzeti…
Annemin ise mutfakla oldum olası arası iyi değildi. Damağımda alışkanlık yapan beli bir yemeği yoktu yani. İş dışında ev de olduğu saatlerde ise eline bir kahve eline alıp, temizlikçi kadınlara bencilce emir yağdırırdı.
Bir yanda o basit sokak lezzetlerini bize dayatan bir kadın annem; bir yanda ise mutfakta harikalar yaratan topal Süheyla vardı. Kendi seçimlerimi kadınlardan yana iyi kullandığıma eminim. Bu iki kadının birbirlerinin varlığından hoşlanmadıklarına geleyim. Annemin her cümlesi diğerinin daha kötüsü idi. nasıl çıkacaktım bu işin içinden. Cinsellilikle tanışmamın faturası çok kabarıktı. Olur da bizim sokakta topal Süheyla rastlaşmayayım diye Mutfak penceresi diğer sokağa açılan kapı yapıldı.
Ben bu taktiği yer miyim? Her gün bir arkadaşımla mont şapka değişikliği yapıp yine topal Süheyla’nın o güzel memişlerini koklayıp öpüyordum.
Bu arada annem de boş durmuyor. Bana yandaşlık eden arkadaşlarıma para teklif ediyor. Bazılarının da annelerini uyarıp benle konuşmamalarını sağlıyordu.
Bir anlık cinsellik hevesimin sonuçları ulu orta biliniyordu. Artık birimiz pes edecek ama o pes eden ben değilim diyordum.
Asıl siz bunu duyunca şaşıracaksınız. Hoşlandığım kız ile evlenme hayallerim kuş olup uçup gitmişti.
Bu böyle olmayacaktı artık. kilisenin yolunu tutum. hadi peder Razmik efendiden sır çıkmaz kervanına bende katılmış oldum..
Anılara gidip gelen düşüncelerim yavaş yavaş bu gün nerede olduğumu sorgular bir durumda. Evet, doğduğum sokakta kendime ait bir yere konulamama hissim halen devam ediyor.
O günde eli kolu hayal dolu bütün şehri gezmiş ve parktan topladığım, daha doğrusu çaldığım renk renk laleler ile gizlice Süheyla’nın kapısına dayanmıştım.
oof ne harika bir durumdu.
Zaten sevişmelerimizden para almazdı, bir nevi karı koca gibiydik yani. Yedek anahtarı cebime koyalı bir iki ay olmuştu. Uzun zamandır ona bi sürpriz yapmak istiyordum. Bende kapıyı yavaşça açıp ilk önce mutfağa geçtim. Elimde ki çiçekleri vazoya indirdim.
Fakat Sühayelacığım da bir ses yok. Önce tabi ki uyduğu geldi aklıma. Ben başka âleme kul köle olmuş neler neler düşünüyorum. Uyanınca ve mutfağa gelince ona getirdiğim laleyi görünce çok sevinsin istiyorum.
Laleleri vazoya koydum. Bu arada kahve suyum kaynadı. Kahvemi alıp yavaş yavaş salona doğru yürürken yatak odasında gelen sesler dikkatimi çekti. Kapıyı açtım, bir de göreyim. Süheyla ve bir adamla çılgınca sevişiyorlar.
Benim gelişimi dahi duyamadılar. Birbirlerine kenetlenmiş iki yılanı hatırlattılar bana…
Kızgınlığımı ifade edecek çok cümle var. Ona klasik bir cümle ile" bunu bana nasıl yaptın," dedim!
Süheyla bir telaşla toparlanıp sırtını yatak başlığına doğru dayadı. Onunda ağzında şu son cümleleri çıktı. "Ne o aslanım senin güzel bakışına bu evi çekip çeviremem ya! Bacak arası sermayem bol sende ye bende yiyeyim," dedi…
Ve ben buz kesmiş bir vaziyette şok! Hiç konuşmadan odadan çıkıp dış kapıya doğru ilerledim.
Birden beyaz spor ayakkabılarım gözüme çarptı. Onları alıp kapıyı sertçe vurup çıktım. Dışarıda yine Nisan yağmurları damladan damlaya koşarken, bizim binanın önünde bir yük taşıma aracı duruyordu…
Eşyalar o kadar tanıdık o kadar tanıdıktı ki! İlk benim odamda ki eşyalarımı attırmış kamyona annem. Derken her şey bitti evin içinde…
Hiçbir zaman çocukluğumun ve ergenliğimin o yatalak nehirleri andıran görüntüsünü aklımdan atıp gözlerimden silemem.
Ne fena bir şeydi beni peşine takıp getiren şu nisan yağmuru…
Nisandı, yağmur vardı. sağ kolumda Süheyla, sol kolumda aşık olduğum Müslüman kız besmelesiz girilmeyen sokakta hem üç kişiydik, hem de tek başınaydım ben...
YORUMLAR
Şadiye gürbüz(zaralıcan
aşkına aşık birinden mevhum zevklerin için borç istemek....
peki o borcu verenin duyguları...
bir söz var Namerde muhtaç eylemesin yaradan diye...
ahhh zavallığımız vahhh kendimizi insan sanmışlığımız...
yine kural dışı bir yaşam öyküsü... hüzünlenmemek elde değil...
teşekkürler bacım ince dokunuşların ve hayatın akışına ışık tutan
bu değerli çalışman için... eksik olma emi...