- 605 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Beyaz Melek 7. Bölüm
O gün bir mucizeye ve bir ölüme şahit olduğumu hatırlıyorum. Evet, öldüğüne kesin olarak inandığım ezilmiş, kemikleri kırılmış bir kedi gözlerimizin önünde tekrar eski sağlığına kavuşmuştu. Ben buna mucize derim. Diğer taraftan bir de ölüme şahit olmuştum. Hayatım boyunca gördüğüm en beyaz tenli kadın ölmüştü. O güne dair anılarımda Melek Bilen’in kendisini Mırnav’ı hayatta tutabilmek için feda ettiği düşüncesi var. Fakat durum biraz daha farklıydı ve bunu anlamama çok az zaman kalmıştı.
O gün saat dörde doğru içimde bir hüzünle çalışıyorken bir anda aklımın ipleri birinin eline geçmişti. İpleri kontrol eden şey bana telefon etmemi söylüyordu. ‘Telefon et ve Melek Bilen’in kim olduğunu öğren.’
Mesaimin bitimine yakın bir zamandı ve yoğun bir tempoda çalışmama rağmen bu işe vakit ayırmaya karar verdim. Yapacak ilk iş rehberden daha önce bulduğum İkinci Bahar Huzurevinin numarasını çevirmekti. Evet, İkinci Bahar Huzurevini arayacaktım. Orada Melek Bilen’e ait bilgiler bulabileceğimi düşünüyordum. Bu bilgileri ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Tek istediğim onun kim olduğunu öğrenmekti. Merak, beynimin içerisini yiyen uykusundan yeni uyanmış bir kurt gibiydi. Bu heyecanla odama doğru gittim. Söylediğim gibi sadece bazı çalışanların odalarında dışarıyı arayabileceği bir hat bulunuyordu. O şanslı kişilerden biri bendim. Bunun nasıl bir şans olduğunu tahmin bile edemezsiniz. İletişimin bugün ki kadar rahat olmadığı, PTT jetonlarıyla ankesörlü telefon aradığımız yıllardı.
Odama geçtiğimde kapımı hemen kapattım. Derin bir nefes aldım ve İstanbul 3. Bölge Şehir Rehberinden İ harfinin olduğu 93. Sayfayı hemen açtım. Numarayı çevirdim.
Telefon uzun uzun çaldı. İçimden bir ses kimsenin benimle muhatap olmayacağını söylüyordu. Öyle bir durumda ne yapacaktım. Bu gizemli kadını unutup hayatıma kaldığım yerden devam mı edecektim? Hayır, telefonu açan olmasa bile oraya yürüyerek bile giderdim.
‘İkinci Bahar Huzur Evi. Size nasıl yardımcı olabilirim.’
Yine o son derece kibar bayanın sesiydi bu.
Boğazımı temizleme gereği duydum. ‘Iımm!’ Ben Doktor…’
‘Biliyorum Bilge Bey. Biz de sizin aramanızı bekliyorduk.’
Yine aynı şey oldu. Bir akım vücudumda ve her yerimde geziniyordu. Bu, canlı bir şeydi ve ben bunu tüyler ürpertici bir şekilde hissediyordum.
‘Pardon!’ dedim. Çünkü böyle bir şey beklemiyordum. ‘Benim aramamı mı bekliyordunuz?’
‘Evet.’
Telefonun her iki ucunda da uzun süren bir sessizlik oldu.
Gülmeye başladım. Daha çok sinir halindeki hafif ve ataklar halindeki tuhaf gülmeydi bu.
‘Neler oluyor açıklar mısın?’ dedim. Elimle alnıma mesaj yapıyordum. ‘Ve Melek bilen kim?’
Gözlerime bir uyku ağırlığı konulmuş gibiydi. Göz kapaklarım bu yükü kaldırmakta son derece zorlanıyordu.
Telefonun ucundaki ses aynı kibarlıkla konuşmaya devam ediyor ve istifini bozmuyordu.
‘Her şeyi açıklayacağız. Hazır olunca sizi alırız.’
Telefonun ahizesinden bir soğukluk yayıldı. Ahizeyi hemen bırakmam gerekti. Kafam allak bullak olmuştu. Hemen eve gitmek istiyordum. Bir şeylerden kaçmak istediğim zamanlarda öyle yapardım. Eve giderdim. Ev benim için bir sığınaktı. İnsanlardan, kalabalıklardan, gereksiz samimiyetten, sahteliklerden saklandığım bir yerdi.
Önlüğümü çıkardım ve hastaneden çıkmak için hazırlandım.
Hastane bahçesinden geçtim. Aklımda verdiğim bir düşünce savaşı vardı. Tüm bu olup bitenler beni hem meraka itiyordu hem de korkutuyordu. Gözlerimin önünde beliren şekillerden, o tuhaf huzurevindeki kadından ve sonunu göremediğim bu tuhaf durumdan garip bir heyecan buluyordum.
Bahçeden çıkıp yolda yürümeye başladım. Havalar artık yavaştan serinlemeye başlamıştı. En azından terletmiyordu.
Karşı yolda turuncu renkli bir minibüsün olduğunu fark etmem uzun sürmemişti. Zaten zor bir süreçten geçiyordum. Korkularım vardı. Bir de üzerine birinin beni takip ediyor olduğunu düşünmek dahi istemiyordum. Bir hasta yakını, yüzünü unuttuğum bir hastam sırf bana olan kinini ve nefretini kusmak için beni takip ediyor olabilir miydi?
Hayır. Öyle değildi tabi ki. Bu minibüsü hatırlamıştım. O gece Melek Bilen’i acil kapısından içeri alırken hastane yolunda bekliyordu. Turuncu rengi ve insana güven veren bir havası ile tehlikeli görünmüyordu.
İstifimi bozmadım ve yürümeye devam ettim. Fakat iyiden iyiye de merak içerisindeydim. Bir an başımı çevirdim ve tekrar minibüse baktım. Sağ ön camı açıldı ve bir el bana oraya doğru gitmemi isteyen nazik bir hareket yapmaya başladı. Merakım korku karşısında galip geldi. Araçların geçmesini bekleyerek karşımdaki yola geçtim.
Şoför koltuğunda ve yolcu koltuğunda birer kişi vardı. Yan koltukta oturan bir bayandı. Omuzunda beyaz bir yılan vardı. Bu yılan kadının vücuduyla bütünleşmiş gibiydi. O yılanı gördüğümde hiç korkmadığımı bugün bile hatırlıyorum.
Onlara ne istediklerini sordum. İkisinin de tenleri bembeyazdı. Aklıma bir şimşek düşmüştü. Evet, Melek Bilen de aynı bu iki insan gibi bembeyaz bir kadındı. Kuşkulu gözlerle onlara bakıyorum. Kalbim hızlı çarpıyor, hafif esen rüzgâra rağmen nefesim kesiliyordu.
Sağ ön koltukta oturan bayan bana baktı. Onun da kirpiklerinde tıpkı Melek Bilen’de olduğu gibi tuhaf toz zerreciklerinden vardı.
‘Bir tercih yaptığını biliyoruz.’ Dedi.
Kafamın içerisinde bir şimşek daha çaktı o an. Ama bu defa öyle böyle değildi. Çünkü Melek Bilen yüzük parmaklarımı tuttuktan sonra ‘Kalbinin ve zihninin tertemiz olduğundan emin olmak istedim. Seninle konuştuk ve Tercih yaptın.’ Dediğini beynimin içerisinde duyar gibiydim.
Ürperdim ve iyice artan kuşkuyla onlardan bir iki adım uzaklaştım. Şimdi kalbim daha hızlı çarpıyor, ciğerlerim nefes alırken daha zorlanıyordu. Elimle istemsizce boynumu tuttum. Kalp atışlarımı sayıyordum. Ense kökümde müthiş bir ağrı hissetmeye başladım.
‘Evet yaptım.’ Dedim. Bir anda… Hiç korkmadan… Kaygı duymadan söylemiştim.
Minibüsün arka kapısı açıldı. İçerisi karanlıktı ama güzel kokular geliyordu. Şu arabalara özgü yapay kokular gibi değildi bu koku.
Hiç düşünmeden içeri girdim. Bazı zamanlarda insan sonunu düşünmediği şeyler yapar. Bunu o an ben de yapmıştım. Araca bindiğimde gözlemlediğim ilk şey; aracın içerisinin kalabalık bir topluluğu alabilecek şekilde dizayn edildiğiydi. Arka koltuklar sökülmüştü. Onların yerine daha küçük ve minibüsün arkasına paralel gelen köşelere oturma yerleri yapılmıştı. Aracın içerisi son derece temizdi.
1994 yapımı Salak ile Avanak filminde kullanılan araba kadar güzel dizayn edilmişti. Araç Volkswagen Type 2 modeldi. İçerisi bir karavan gibiydi. Zarif ve ince bir sanatkarın elinden çıkmış gibiydi. Sıcak renkler kullanılmıştı.
Araç hareket ettiği anda ilk sorumu sormak için nefesimi kontrol ettim. Sağ elimle sol elimin bileğini tutarak nabzımı ölçtüm. Düzenli ama hızlı atmaya devam ediyordu. ‘Nereye gidiyoruz?’
Ön koltuktaki bayan elindeki beyaz çubuğu torpidoya vurdu. Bu araç için ‘Git’ manasına geliyordu. Bu arada bu arabaya bir isim verdiklerini konuşurlarken duymuştum. Turuncu Tırtıl. Evet ismi buydu. Hızlı giden bir araç için tezat bir isimdi ama bir başka açıdan tırtıl bir metamorfozu temsil ediyordu.
‘Soruma cevap verecek misiniz?’ diye sordum. Ön koltukta oturan bayan bana doğru döndü. Gözleri maviydi. Teni ise tıpkı Melek Bileninki gibi beyazdı. Vücudunun farklı yerlerinde dövmeler vardı. Bunlar geometrik dövmelerdi. ‘Adım Sema. Yanımdaki arkadaşım ise Lokman. Kendisi hekimdir.’
‘Benim adım…’ Şoför koltuğunda oturan kişi ‘Bilge Göker.’ Dedi. Gözlerimi kıstım ve ona baktım. Dikiz aynasından bana bakıyordu ve gülümsüyordu.
‘Siz…’ dedim. ‘O gece Melek Bilen hastaneye geldiğinde oradaydınız.’
Sema ve Lokman bir an birbirlerine baktılar. ‘Çok dikkatli birisin.’ Dedi Sema. ‘Bence gözlem gücü yüksek birisi.’ Dedi Lokman.
Araç gitmeye devam ediyordu. Ömrünü İstanbul’da geçirmiş ve İstanbul’un neredeyse her yerini gezmiştim. Ama gittiğimiz bu yolu daha önce görmediğime ve bilmediğime emindim.
‘Hala soruma cevap alamadım.’ Dedim. Kendinden emin bir ses tonuyla konuşmaya çalışıyordum.
Lokman vitesi yükseltirken ‘Her sorunun bir cevabı, her girilen yolun bir hikmeti vardır.’ Dedi.
İçimden ‘Ne saçmalıyorsunuz?’ diye sormak geldi ama kendime hâkim oldum.
Sessiz kalıp bu işin nereye varacağını beklemenin daha mantıklı bir hareket olacağını düşünüyordum. Yolculuk boyunca sustum. Dışarıyı izliyor ve İstanbul’un daha önce görmediğim masalsı yollarını seyre daldım.
Araç yavaşlamaya başladı. Daha önce görmediğim kadar yeşil bir yere gelmiştik. Yolun ilerisinde duvarları tuğladan yapılmış üçgen çatılı bir konut vardı. Yol boyunca cevabını alamadığım yere gelmiştik anlaşılan. Lokman aracı uygun bir yerde durdu. Kapıyı açtım ve etrafı incelemeye başladım. Lokman ve Sema araçtan indiler ve yürümeye başladılar. Bin bir renkli çiçeklerin ve bitkilerin olduğu dolambaçlı bir yolda beni beklemeye başladılar.
Geldiğimiz yer ve o yerdeki ev masallardan çıkmış gibiydi. İnsanda hem bir heyecan hem de merak uyandırıyordu. Onlara doğru yürüdüm. Güzel görüntüleriyle ve insanı rahatlatan ve mis gibi kokularıyla karşılayan çiçeklere hayretle bakıyordum.
Lokman bana doğru dönerek ‘İçeri girelim.’ Dedi ve eve doğru yürümeye başladı. O ve Adının Sema olduğunu öğrendiğim bayan önümdeydiler. Lokman’ın ensesinde çift başlı kartal dövmesi vardı. İkisi de ilginç insanlara benziyorlardı.
İçimde korku hissetmiyordum. Ben de onlarla birlikte eve doğru yürüdüm. İşte hayatımı değiştiren ve sizlerin de merak ettiği her şey burada başlıyordu aslında. İkinci Bahar Huzurevinde.