Sarı Pabuç
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ayakkablarını bağrına basarak sevinen çocuk, bana çocukluğumda, bir tekini sel suyuna kaptırdığım sayası sarı renkli ayakkabımla ilgili anımı anımsattı.
Beş ya da altı yaşlarımdaydım, kalabalık ailemizle aynı oymakta amca hala çocuklarıyla beraber büyüdüm. Yeni ayakkabılarını bağrına basan çocuğu görünce , o günleri, çocukluğumu hatırladım. - Amcam ve babam Orta Anadolunun kırsal kasabalarından birinde tarla, bağ bahçe işleriyle uğraşırken birilerinin aklına uyarak, hani derlerya İstanbulun taşı toprağı altın misali, onlarda Ankara’nın taşı toprağı altın sanıp
Cebeci semtinde bakkal dükkanı açmaya karar verirler. Kimseyelere haber vermeden doğruca hedefe kilitlenir giderler. devraldıkları bakkal dükkanı açarlar. O yıllarda bakkal dükkanları çerçi dükkanı gibi, ne ararsan her şeyin bulundurulduğu dükkanlardı. Giriş kapısına bakan tezgah üzerinde kefeli terazi yanında veresiye defteri defterin cilt sırtına bağlanmış sabit kalemleri, tezgahın önüne sıralı dizilmiş cam kavanozlar içerisinde baklava dilimli çingene pembesi kızamık, akide, horozlu, aynalı şekerleri ve son kavanozda yeşil ve kırmızıya boyalı pişmiş yumurta. Raflarda yaşlılar için mes lastiği, şibidik terlik, dışarıya konulmuş sifonlu gaz yağı varili. Dükkan içerisinde yerde blok blok kaya tuzu. Yine tahta raflarda iğne iplik, tarak, horozlu ayna, gripin, daha neler neler bulunurdu. Bu ürünlerin dükkana sinen kokusuna bir de kauçuk, vanilya ve naftalin kokusu sinince, eh yani biz çocukları da hayal dünyasına götürürdü. İki katlı çörtenli kerpiç evlerin altında bulunan, akşam olduğunda kepenk sesiyle kapanan sinekli bakkallarımızâ rüyalarımıza girerdi. Biz çocuklar haşlığı bayramdan bayrama görürdük. Bakkal amcanın koyduğu yasak yüzünden dükkana tek başımıza giremez, ancak ebeveynlerimizin refakatiyle girebilirdik. Ebeynlerimizle beraber girdiğimizde, aynalı şeker horozlu şeker, akide şekeri, kırık leblebi,hannup almaları için vızıldardık. Gönülsüz olsalarda sonunda aldırırdık. Burnumuzu çeke çeke aynalı şekerimizi yalarken mutluluğumuz gözlerimizden okunurdu. Çocuktuk işte şekerden gayrı, senede bir zorlayarak olsa da tenekeden yapılmış oyuncak araba almalarına razı eder onunla vızıldayarak oynardık. Kıskanç sümüklü oyun arkadaşlarımızın oyuncak arabayı görünce suratları düşer, ağladı ağlayacak halde burunlarını çeke çeke evlerine giderdi. Oyuncak aldınız, bizim oğlanda istiyor sizin yüzünüzden zorda kaldık diye, elti eltiyle, gelin görümceyle dalaşırdı. Annelerimiz üç beş gün küser birbirleriyle konuşmazlardı. Babalarımız ise bu işlere bulaşmaz, günün yarısını bağ bahçe tarla tapan işlerinde, günün diğer yarısını köy kahvehanesinde domino taşıyla oyun oynayarak geçirirlrlerdi. O yıllarda kasaba ve köylerde hayat böyle geçerdi. İşte bu hayattan sıkılan babam ve amcam ticaretle hiç uğraşmamış olmalarına rağmen oyun arkadaşlarının dolduruşuna gelerek kimselere haber vermeden, hasattan elde ettikleri parayı da yanlarına alarak bakkal dükkanı açmak için Ankara’ya giderler . Ancak açtıkları dükkanın kazancı veresiye defterinde kalır. iş yapamaz duruma düşerler. Üç beş ay sonra sermayeyi kediye yüklerler. Posta treniyle her istasyonda dura dura on sekiz saatte evlerine dönerler . Babam, annemiçin satılmayan yükte hafif gönül alıcı, filkete toka ayna tarak, pertev marka, kapağı çift minare kabartmalı, krem gibi malzemeleri hediye olarak getirir. O yıllarda henüz plastik oyuncaklar olmadığından kardeşime bir kaç bez bebek, bana da cam akide şekeri ile sarı sayalı altı ince kösele ayakkabı getirir. Amcam ise yaşıtım olan oğlu Ali’ye, sayası kahverenkli, tabanı kalın kauçukdan kışlık ayakkabıyı getirir. Çocuktuk işte, benim aklımın onun, onun aklının benim ayakkabımda olduğunu belliydi. Değişemezdik zira ben ona göre iri yapılıydım, ayak numaralarımız farklıydı. Ayakkabıma kıyamadığım için giymeyip saklıyordum. Yatarken yatağımın başucuna koyuyordum. Mevsim ilk bahardı, olayın olduğu gün çay kenarında bulunan bahçemize, hayvanlara ot yolmaya gitmiştik. Aniden hava karardı, fırtınanın ardından gök gürledi şimşekler çaktı. Fırtanaydı yağmurdu derken, çay sel sularıyla silme dodu taştı, nevar ne yok önüne kattıp götürüyordu. Ali, o gün giydiğim sarısayalı ayakkabımı istedi vermeyince ayakkabımın tekini çay"a fırlatıp attı. Ayakkabım sel suyunun üzerinde salına salına uzaklaşıp gitti. Ayakkabımı isterim diye ağlarken, kıskanç Ali gülüyordu. Ayakkablarımı ilk kez o gün giymiştim. Benim ısrarım üzerine sel suları çekilince, acaba kıyıda bir yere takılmış olabilir mi diye annemle çay yatağını belli bir yere kadar takip etmiştik ama bulamamışdık. Aklıma düştükçe, sarı sayalı ayakkabımı sakladığım yerden çıkartıyor tekiyle uyuyordum. Bu gün, hayalimde kalan o sarı sayalı ayakkabıdan bulabilsem alır, ayakkabı için ağlayan gözü yaşlı bir çocuğu bulur onu sevindirir, ayakkablarına sahip çık çocuk, sakın kıskanç Ali’lere kaptırma derdim. 240423 mcicek