HOVARDA MEMO
Sabahtan akşama kadar hovardalık yapardı Memo. Tanıkların dediklerine göre, yapmadığı halt kalmamış bu dünyada...
Hep o karısı olacak kadın, yani Hacer yüzündendi. Bi işe yaramadığı içindi bütün bunlar! Kaynanası, ona olan gıcıklığından, "Hece" adını takmıştı. ”Hece kalk, Hece otur!”
Oysa Hece, bütün "beceriksizliği"ne rağmen, üç ay parçası kız çocuğu doğurmuştu. "Hiç değilse biri erkek olsaydı ya!", diyordu gocunanlar. Sanki spermleri taşıyan Memo değilde, Hece’ydi.
"Hayır canııım! Kız hiç hünerli değil ayoool! Ne yapsın Memo! Delikanlı adam; mecbur kalıyooo... Dışarılarılarda arıyo mutluluğu!” diyordu dedikoducu konkenci kadınlar. Sanıyorlardı ki onların kocaları hovardalık yapmıyor; en azından bilmiyormuş rolünü oynuyorlardı bu koca tiyatro sahnesinde. Konkene sarmaları da bundan değil miydi? Ve kaynanayı fitneleyen de onlardı, hem de olanca güçleriyle.
Bir gün bıçak Hece’nin gırtlağına dayandı. Özellikle o kocası olacak herifin, onu hiçe saymasına dayanamadı. Üç çocuğunu kaynanasının başına bıraktı. Ve "şimdi ne haliniz varsa görün!" dedi. Kapıyı çarptı arkasından. Ama onun bu ani gidişine kimse akıl erdiremedi. O ki, onca sessiz ve uysaldı!
Anında, Memo’nun evini tarifsiz bir telaş aldı. Kaynana kriz geçirdi. Komşular onun etrafını sararak "ah ah ha bahtsız Memo!" dediler. "Kader işte!" dediler. Hovarda Memo da, karısının peşinden yollara düştü. Neymiş efendim; Hece’yi kolundan tutup, tıpış tıpış getirmezse, ona erkek demesinlermiş...
Bu sansasyonel haber, bakkalından çakalına kadar bütün mahalleye, jet hızıyla ulaştı. Şimdi gel de bu çuvalın ağzını büz!
Kimi dedi ki; "yok canım! O kesin sevgiliye kaçtı!”
Kimi; ”zaten inatçıydı!” dedi.
Kimisi de, ”yahu, hiç görmediniz mi? Kadın bırak yemek yapmasını, çay demlemesini bile beceremiyor!” dedi ve kaynanayı hepten provoke etti.
Sanki bir tarikat cemaatine gelmiş gibiydiler. Bir şeytan belirleyip hedef almaları, öldüresiye taşlamaları gerekiyordu...
Yok efendim, hep o anne ve babasının suçuymuş da, zavallı Memo gereken dersi zamanında vermesini becerememiş de; işte gidişi bundanmış da...
Onlar, gece gündüz öyle spekülasyonlar yapıyordu ki, Hece duysa, kesinlikle bilincini yitirirdi.
Hele kaynanası; o zaten ısrarla diyordu ki; "Hece yanlış terbiye edilmeseydi, böyle izinsiz çıkıp gitmezdi. Ben oğluma boşuna demedim ”bu kız bir kelimenin bir tek hecesi dahi olamaz” diye. Şu başımıza gelen felakete bakar mısınız? Memo’ya dönüp "ah kuzum benim ah!" diyordu. Fakat bu laflar Memo’yu iyice zıvanadan çıkarıyordu. Kadın böyle hararetle söylenirken, bi ara Memo yerinden fırladı: "Anne yeter, yeter, diyorum!" dediyse de nafile. Yirmi saniye sonra, kadın yine aldı zurnayı eline:
- Şımarıktı ayol, Aaaa! Taaa başından dedimdi! Tek çocukları diye, kulu kölesi olalım istediler. Görmediniz mi o anasını. Vıdı vıdı... hep peşinden gider kuyruk gibi! derken el kol hareketiyle, domates gibi kıpkırmızı oluyordu tombul suratı.
Ya kocası? O da sanki bir mahkummuş gibi, kamburuyla öylece süklüm püklüm oturuyordu koltuğunda. Durmadan ellerini ovuşturuyordu. Onu tanımayanlar, ya dilsiz, ya da deli sanırdı!
Bir kaç gün sonra bütün bu dedikodular, taa şehrin öbür ucundaki Hece’nin kulağına kadar gitti. Laflar oraya varana kadar biraz karakter değişti tabi. Haliyle, yepyeni versiyonlarla süslendi hikaye.
Efendim neymiş; Hece’nin çocuklarını aslında kaynanası büyütmüş. Memo’nun hovardalık yapmasına sebep kendisiymiş; çünkü çocukları kaynanaya bırakıp, sık sık gezmelere gidermiş. Kocayı takmazmış, feşmekan işte.
Bunları duyan Hece’nin baba evindeki iki gramlık keyfi hepten kaçıverdi. Huzuru kalmadı genç kadının. Çıldırma noktasına geldi. Ama, dedikoduları duyan bütün sülalesi başına çoktan üşüşmüştü:
- Sakın o eve bir daha ayak basma, kızım! Koca önce kocalığını yapsın. Aile babası olsun! Kadınlığına değer versin! Biz kızımızı bu günler için mi yetiştirdik? Olmaz böyle? Bize hiç yakışır mı?" dediler, her kahve ve çay fırt’ından sonra.
Hele Hece’nin annesi; ateş püskürüyordu havaya! Gün boyu aynı şeyleri tekrarlayıp durdu:
- Hayır efendim! Bu konu burada kapanmıştır! Artık onlara verecek kızım yok benim! El bebe, gül pembe, yetiştirdiğim biricik kızımı vermem o köylü kaçıklara, nokta!
Gerçekten de o, nokta dedikten sonra, bir iki dakika sessizlik oluyordu salonda. Kimi, gergin yüz kaslarıyla yere bakıyordu; kimisi de gülmemek için dudağını ısırıyordu.
Bunca ağır lafları yetmiyormuş gibi, kadın pür dikkat kesilmişti evdeki tuşlu telefon sesine. Zırt pırt gelen telefonları Hece’ye yasaklamıştı ve Memo’ysa, "canın cehenneme!" deyip, ahizeyi yüzüne kapatıyordu:
- Kızım, ben zaten başından anlamıştım, o Memo hergelesinin sana yar olamayacağını! Gözüm hiç tutmamıştı taaa başından! Amaaa... sen kızım, sen…dinlemedin sözümü. Sen de beni hiç saymadın!
Hece, annesini ve akrabalarını dinlerken, bir suçlu konumundaydı. Sadece yutkunup duruyor ve ağlıyordu. Her geçen gün, çocuklarının özleminden, biraz haha derbeder oluyordu. Ne terkettiği koca evi, ne de baba evi ona huzur veriyordu. Fakat yine de ailesini üzmemek için, dişini sıkıp kendince bir çözümler düşünüyordu.
Bu işin içinden nasıl çıkmalıydı Hece? Elindeki iki ucu boklu değneği nasıl paklasaydı acaba? Tükürdüğünü yalamak, hiç yakışık almazdı. "Gurur" diye bir şey vardı neticede!
Derken; sonunda mide ağrılarından kıvranır oldu.
Günler, hiç geçmeyen mevsimler gibiydi. İştahı kesildi. Gece uyku uyuyamaz oldu mide ağrısından. Yatağında sessiz hıçkırıklar içinde kıvranmaları bir türlü son bulmadı. Anne ve babası onun hallerinden bihaberdi; çünkü Hece, sıkıntısını onlara hissettirmemek için direniyordu.
İkinci haftanın sonunda, bir gece vakti, kalktı Hece. Mide sancılarına rağmen valizini sessizce hazırladı. Ayak uçlarına basarak, sessiz sedasız çıktı evden. Gecenin sessizliğinde ve sokak lambalarının loş ışığında, bir süre taşıdı valizi. Korku ve endişeden nefes nefeseydi.
Arkadan bir araba sesi duydu. Gelen sarı bir taksiydi. Ona el kaldırdı. Duran araca bindi. Adresi söyledi.
Trafik olmadığından, evine varması daha kısa sürecekti. ”Bu saatte mışıl mışıl uyuyor kuzucuklarım!” diye geçirdi içinden.
Çocuklarına sürpriz yapacağı için çok heyecanlıydı Hece. Kendi kendine gülümseyip duruyordu arka koltukta. Bi ara dışarıya baktı. Yol karanlıktı ve bu yolu bir türlü tanıyamadı. Telaşlandı. Sevinçten duyduğu heyecanın yerini tedirginlik aldı. "Hangi yoldan gidiyorsunuz, kaptan? diye sordu.
Sürücü yanıt vermedi. Hece, dikiz aynasından sürücünün yüzünü görmeye çalıştı, ama ayna simsiyahtı. Daha dikkatli bakınca, parlayan iki ışık çarptı gözüne. Kalbini ağzında hissetti.
- Befendi? size bi soru sordum? Bu hangi yol?
H. Korkmaz, 2015 Sthlm
YORUMLAR
Kökler.
Dallar.
Budaklar.
Biri var.
Diğeri var.
Öteki var.
Beriki var.
"Çağım aramıza çekilen kanlı bir bayrak uzayan akan bir irin yolu gibi."
Ahmet Erhan
Ben söz almayacağım Hâkim Bey.
Çok saygımla Şairim.
Çok saygımla.
Tüya
Yağmurlara uzak o topraklarda" A. Erhan.
Evet, değerli Üstadım; bazen susmak da erdemli bir eylemdir. Ben de ... daha fazla söz almayacağım!
Çok teşekkür ederim kıymet katan yoruma.
Saygı ve selam ile, esen kalın.
"Yüreği soğuyanın savaşı biter." demiş ya Sezai Karakoç, bana da öyle geliyo ki; bazı acıları ölünce terkedeceğiz gibi sanki...
Aile'yi; "bütün kötülüklerin, iyi niyetle yapıldığı yer." olarak tanımlamıştı bi senaristimiz...gerçekten de aile çatısı altında hasır altı edilen ne çok suç var...bazıları evet iyi niyetle ama Hece'ye bunu yapanların organize suç örgütünden bi farkları yok.
yine duyarlı, yine hayatın içinden...süpriz final...
güzel yazı teşekkürler canım...
Tüya
Kötülükleri bertaraf etmeye kendimizden başlamadığımız sürece, daha nice Hece'ler acı çekecek, boyun eğmek zorunda kalacaktır, Gule. Ş
Şu kutsanan kalıplaşmış kavram ve ilişkilerin doğurduğu iki yüzlü çirkeflikler ve kılıflı zulümler... ne çok can yakıyor ah...
Seviyorum derinliğini, engin pespektifini...
Hep olasın, canım.
Çok ve baki sevgimle.
Ben yazıyorum ya kalbim ağzımın içine çıkıp oturuyor diye yazında öyleydi orayı okumadan kalbim çıkıp ağzımın içine gelip oturdu.
Umarım kurgudur diyerek
Bissürü bissürü sevgiler ve tebrik bıraktımmmm
Güne geldirse muazzam olur
Çok çok iyiydi çokkk 🧚♀️🐬🐦🌊🌳🌎❣️🌹👣
Tüya
Evet kurgu, ama aramızda o kadra çok kadın varki bu rolleri üstlenen. Ve toplumun "mihenk taşı" dedikleri aile ve akraba yapısında...
Teşekkür ederim sımsıcak yorumununa, bi sürü sevgimle.