- 470 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
Karaincirlik
Geçenlerde telefon ekranında “Hikâyesi en ilginç olan yara iziniz?” diye bir soru çıktı karşıma. Gözlerim bir lahza sol el bileğimin iç kısmına kayıverdi, dudaklarımda anbean doksan derece gülümsemeler oluştu sonra.
On iki on üç yaşlarındaydım. Saros’da ailecek yaz tatilindeydik. Tabiat ana Saros’un tertemiz, pırlanta misali parıldayan suyuna ziyadesiyle cömert davranmış; üvez çalılıklarını, meşe, incir ağaçlarını denize epey yakın konumlandırmıştı. İncir ağaçları sahipliydi ve ilekleme dönemi olduğundan üzerlerinde meyve torbaları asılıydı, fileden torbalardı bunlar. Denize giren, kumsalda güneşlenen sakinlere kavun, karpuz satan iki çiftçinin kendi bölgesel dillerini kullanarak aralarında yaptığı konuşma ilgimi çektiği için kulak kabartmıştım. O evrede incir yaprağının sapında bulunan seyyalin oldukça keskin, tutkal gibi yapışkan olmasından dolayı temas etmesi halinde deriyi tahriş edebildiği hatta yara yaparak iz bile bırakabildiğinden bahsediyorlardı. Kerime teyzenin oğlu Samim’in kendi koluna yavuklusunun ismini incir yaprağını emzirterek yaptığı dövme de işte o ilek döneminin eseriydi zaten. Üstelik günaha da girmişti, “aptal oğlan!”
Karpuz kesmek için kullandığımız çakıyı aşırıp anneme görünmeden kumsaldan uzaklaşarak günaha girmeye karar verdim. Oldum olası incir yapraklarının kokusu, özellikle de cevizi yeşile çalan rengi beni hep çekmiştir kendine, bayılırım o renge... Gözüme en sağlıklı en gösterişli görünen ağacı seçip, körpe yapraklardan bir tanesini bükerek çıt diye kopartıverdim. Uzun uzun kokladığımı hatırlıyorum bir de. Yaprağı kesip attıktan sonra geriye kalan uzunca sapı çakıyla diklemesine tam ortadan ikiye ayırdım. İkiye ayırdığım parçaları da minik minik, uzunlu kısalı keserek bir “R” harfi kalıbı oluşturdum kendime. Sol el bileğimin iç kısmına düzgünce yerleştirip sağ avucumla baskılamaya başladım. Ezdikçe tenim yanıyordu ama abanmaya devam ediyordum yine de. Bir vakit sonra harfin bir bacağını kaldırıp kontrol ettim ki deri olmuş kıpkırmızı. Kalıbı belki de bir saate yakın tenime diş geçirmişçesine bastırdım durdum. Artık yeterli olduğunu düşünerek fırlatıp attığımda kanamıyordu ancak saplardaki sütsü özü çekebildiği kadar çekmişti içine tenim. Rölyef gibi kabarmıştı bileğimdeki harf. Ardından bir güzel denize de girdim. Oysa körfezin suyu tuz zehridir. O gece ve akabindeki birkaç gece bileğimdeki acı, sızı, elem, ıstırap yüzünden uykularımdan oldum. Yara olmuştu deri ama kabuk da bağlamıştı sonunda. Tam istediğim gibi “R” harfi formunda!
Annem bana niye böyle bir şey yaptığımı sorduğunda “Bir gün beni kaybederseniz bu izden bulursunuz,” diye yanıt vermiştim.
O iz hâlâ bileğimde, büyüdüm ve kayboldum.
/ yüRekTen
İZLER 50. Sayı
YORUMLAR
"Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor"
*
Dost, ne güzel bir anı !
Sevgiyle,
/ yüRekTen
Bizi biz yapan ne varsa çocukluk denen heybede. O heybe mahfuzda, bakıyoruz göğe.
Sağlıcakla, sevgiyle.
Her yara izinin bir anısı vardır sizinki çok başka geldi nedense,kaybolursam bulunmak, iz amaca ulaşmış da büyüyünce kendinde kaybolmak işte burda ürperiyor insan, ne denebilirki neşeyle başlayıp hüzünle son bulması böyle bir sürü şey, etkili bir yazı olmuş kutlarım yazan kalemi...
/ yüRekTen
Kendini bulmak için önce kendinde kayboluş gerekiyor bence. Sonrası sokağı zihninde yürütmek gibi bir şey.
Çok teşekkürler güzel değerlendirme için♡