- 900 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SHAFİGA RAHİMLİ. BULGARİSTANDA TÜRK NÜFUSUNA KARŞI SÜRDÜRÜLEN ASIMILASYON VE ZORUNLU GÖÇ POLİTİKASININ SONUÇLARI
Balkanlar’da 19. yüzyılda başlayan Müslümanlara yönelik temizlik ve sürgün politikası, 20. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında daha şiddetli hissedilen bu politika, bir arada yaşama yerine tek uluslu devletler kurma amacına hizmet etmiştir. Bulgaristan kurulduğunda Bulgarlar çok endişeliydi çünkü Türklerin nüfusu yüzde elliden fazlaydı. Bulgaristan sınırları içindeki Türklerin sayısını azaltmanın tek yolu Müslümanları yok etmek veya bölgeden sürgün olarak görülüyordu. Bulgaristan’daki Türklerin sayısını azaltmak, Bulgarların hükümetteki konumunu güçlendirmek için tasarlanmış anti-hümanist bir siyasi taktikti. Yeni sınırların çizilmesi sırasında büyük çaplı kitlesel göçler yaşandı. Ve bu göçlerin asıl mağdurları Türkler oldu. Bulgar Türkleri üzerinde asimilasyon uygulaması uzun sürmüş, Balkan Savaşları ve Dünya Savaşları sonrasında aşırı derecede yoğunlaşmıştır. Hətta Soğuk Savaş döneminde bile Balkanlardaki Türkler anlaşmalar yoluyla göçürülmüştür. Bulgaristan’daki Türklerin asimilasyonu, Bulgar milliyetçiliğinin Bulgar Türkleri üzerindeki baskısı bugün de devam eden acı bir gerçektir. Bu çalışmada, Bulgaristan’da Türklere karşı uygulanan asimilasyon, göç politikasının sebepleri ve sonuçları, tarihi ve bilimsel gerçekler ve belgelere dayanılarak analiz edilmiştir.
Türkiye’nin en eski komşularından biri olan Bulgaristan, en büyük Türk nüfusuna sahip (Bulgaristan’ın toplam nüfusunun %10’u) Balkan devletidir. Tarihçiler, Türklerin Balkanlar’a sonradan gelmediğini yazarken, Türklerin Osmanlı işgalinden yüzlerce yıl önce bile yerli halk olduklarını vurgulamaktadır. Bu bölgenin adı bile en eski sakinlerinin Türkler olduğunu gösteriyor. “Balkan” kelimesi Türkçe kökenli olup “yoğun orman, bataklık ve dağlık alan” anlamına gelmektedir. Milattan önceki yüzyıllarda Hunların soyundan gelen Türklerin bu bölgede yaşadıkları bilinmektedir. Avar, Peçenek, Uz, Berend, Kuman, Kıpçak Türk boylarının Osmanlılardan en az bin yıl önce Balkanlara yerleştikleri yadsınamaz bir gerçektir. Prof. Dr. Ali Arslanın “Balkanlarda Yaşanan Göç mü Göçürülme mi?” başlıklı yazısında belirttiği gibi, Türklerin Balkanlara özellikle Güney Balkanlara gelişleri Slavlardan daha sonra değildir. Selçuklu ve özellikle Osmanlı döneminde Balkanlara gidiş Balkan Türkleri ile Oğuz Türklerinin bir kaynaşması hadisesidir. . Türklerin bu topraklarda ne kadar kadim olduğuna dair net bir fikir edinmek için bu gerçeği hatırlamak yeterlidir.
Oğuz Türk boylarının Bulgaristan Cumhuriyeti topraklarına yerleşmesinin tarihi, üçüncü yüzyılın sonlarında ve dördüncü yüzyılın başlarında başlamış ve Bulgaristan topraklarının Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethine kadar sürmüştür. Bulgaristan, 14. yüzyılın sonundan 19. yüzyılın sonuna kadar 500 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Bulgaristan’daki ilk Osmanlı zaferinden - Sultan I. Murat Cirmeni feth ettikten sonra Oğuz türkleri bu topraklara yerleştiler. Böylece Balkan Türkleri ile Oğuz Türkleri kaynaşmış ve dünyada Bulgar Türkleri olarak tanınmaya başlamıştır. Sultan I.Muratın başlattığı başarılı savaşlar 1389 yılında Yıldırım Beyazıd tarafından tamamlandı. Sonuç olarak, Bulgaristan Osmanlı egemenliğine girdi.
19. yüzyıla kadar Balkanlar’da özgürce yaşayan Bulgar Türklerinin kaderi, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra değişti. Bu savaştan önce ülkede yaşayan Türklerin sayısının Bulgarlardan fazla olması da bu özgürlüğün göstergesidir. Ancak tarihte 93. savaş olarak bilinen bu savaştan sonra Bulgarlar ülkedeki Türklerin sayısını azaltmaya başladılar. Bulgar zulmünün en zor yılları olarak anılan bu yıllarda Türk katliamları yaşanmış ve Türkiye’ye büyük göçler gerçekleşmiştir.
Balkan Savaşları dönemi, Bulgarların Türklere yönelik siyasi saldırılarının arttığı, asimilasyon ve göç politikalarıyla anıldığı ikinci dönemdir. Balkan savaşının hızlandırdığı Türklere yönelik asimilasyon planı ve göç politikası Birinci Dünya Savaşı yıllarında arttı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında korkunç sonuçlar verdi. 1950-51 göçü ve 1989 göçü, Soğuk Savaş döneminde göçün devam ettiğini ve Bulgarların Türklere karşı politikasının hiç değişmediğini ve yeni asimilasyon yöntemlerinin kullanıldığını göstermektedir.
Bulgar milliyetçiliği politikası 1989 yılında Bulgar Türklerinin göçü sonrasında amacına ulaşmış, 1 milyonun altına indirdiği Türklere yönelik asimilasyon politikasını Soğuk Savaş sonrasında yumuşatmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde iskan politikası – Türkleştirmek ve İslamlaştırmak amacıyla Balkanlar’a yerleşen Oğuz Türklerinin ve bir Türk kavmi olan proto-Bulgarların (Kıpçakların) soyundan gelen Bulgar Türkleri Birinci Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’da ırkçılığa maruz kalmışlardır. Osmanlı döneminde, Rus destekli Bulgar ayaklanmaları, Bulgaristan’ın Osmanlı yönetiminden kurtulmasına yol açmıştı. Mustafa Burma’nın bir yazısında dediği gibi, “1789 Fransız İhtilâlinin yaydığı milliyetçilik ve hürriyet akımı, giderek güç kaybeden Osmanlı Devleti’ndeki çeşitli unsurları da etkiledi. O döneme kadar kendilerini Hıristiyan tebaa olarak gören insanlar artık kendilerini, Bulgar, Sırp, Rum ve Ulah olarak görmeye başladılar. Osmanlı Devleti 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarıyla gayrimüslimlerin temel hak ve hürriyetlerine saygı gösterdiğini açıkladı” . Böylece 1841’de başlayan Bulgar isyanları, Bulgaristan’ın bağımsız bir devlete dönüşmesine kadar giderek daha sık devam etti. Bu ayaklanmalar sırasında en çok Bulgar Türkleri zarar gördü. Acımasız şiddet ve zulme maruz kalan on binlerce Bulgar Türkü çete eylemlerinin kurbanı oldu.
Büyük Göç Dalgasını başlatan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan önce Türkler, Balkanlar’da Rumlar, Sırplar veya Romalılar kadar “yerel bir halk” idi. Türkler, öldürülmeye ve göçe zorlandıkları 19. yüzyıla kadar 400 yıl boyunca Balkan halklarının ayrılmaz bir parçası olarak yaşamış, zengin kültürleri ve milli değerleri ile Balkan topraklarının refahına katkıda bulunmuştur. Türklerin Balkanlar’dan ve Bulgaristan’dan göçü, Avrupalı ve Amerikalı bilim adamlarının belirttiği gibi, Balkanlar’ın yabancı unsurlardan temizlenmesi değildi. Türklerin yüzlerce yıldır yaşadıkları ata topraklarından ayrılmaları, bir bütün olarak Müslümanlara karşı büyük bir siyasi saldırının başlangıcı oldu. Bu siyasi saldırı 93 Harbi’den sonra gerçekleşti.
Osmanlı padişahı II. Abdülhamit ve Rus çarı II. Alexander döneminde yapılmış olan, Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Bulgarlar Türklere karşı daha acımasız davrandılar. O zaman “Bulgaristan’daki Türkler iki bölgede hâkim durumda idiler. Bunlar: Kuzeydoğu kısmında Şumen, Razgrad ve Tırgovişte şehirleri civarındaki Deliorman ve güneyde Kırcali eyaletleriydi” . Bu savaştan önce Bulgaristan’daki Türk nüfusu Bulgarlardan daha fazla olmasına rağmen, Bulgar hükümetinin Türkler üzerindeki baskısı yüz binlerce Türk’ün ülkeyi terk etmesine neden oldu. Bu savaştan önce Bulgaristan’da 1.600.000 Müslüman yaşıyordusa, savaştan sonra 800.000 Müslüman kalmıştır. Yani Müslüman nüfusu yarı yarıya azalmıştı. Bazıları Müslüman köylerine, yerleşim yerlerine ve sokaklara yönelik kitlesel saldırılar sırasında vahşice katledilmiş, bazıları sürgün sırasında soğuk, açlık ve hastalık nedeniyle yollarda ölmüş, bazıları da göç etmişti.
Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklarda yaşayan Türkler, Balkanlar’da yaşayan Türklere göre daha fazla zulme uğradığı için 500.000 Türk, anavatanlarından göç ederek Doğu Rumeli, İstanbul ve Rodop Dağları’na yerleşmiştir. “Doğu Rumeli Eyaleti’nin 1885’te ilhakından sonra, 250.000 Türk daha göç ettirilmiştir” . Mültecilerin ölümlerinde en önemli etkenlerden birinin hastalık ve açlığın kaçınılmaz olduğu düşünüldüğünde, savaşın Türkler için ne kadar yıkıcı sonuçları olduğu açıktır. Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin bu büyük göçün tüm ihtiyaçlarını karşılamak açısından zor durumda olduğu da yadsınamaz. Türk tarihçileri ve politikacıları, bu savaştan sonra Göçün, Müslüman ölümlerinin ve Türklere uygulanan zulmün baş suçlusu olarak Rusları görmektedirler: “Ruslar Sırbistan, Romanya ve Bulgaristan’daki Müslüman ölümlerinden doğrudan veya dolaylı olarak sorumluydular. 1877-78 yıllarında Bulgaristan’da Müslüman ölümleri ile Müslüman’lara ait mülklere el konulmasının arka planında yer alan askeri güç Ruslardı. Savaştan sonra Türklerin evlerine dönmesine engel olan temel güç de, işgal ordusu olarak halkı koruma görevlerini bilinçli olarak ihmal eden Ruslardır” .
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’na vergi ödeyen özerk bir prenslik olarak kurulmasından sonra, öncelikle ulusal azınlıklara karşı bir politika izlenmiştir. Bu politikanın ana hedefi olarak Bulgaristan’daki Müslüman Türkler büyük acılar çekmiştir. Genel olarak savaşlardan sonra Osmanlı devletinin değişen sınırları Türklerin yerinden edilmesiyle sonuçlanmıştır. Balkan topraklarından Anadolu topraklarına büyük göç dalgası bu savaştan sonra başlamıştır. Bu göçler sırasında Bulgarlar, Türklerin tüm mal varlığına el koymuş ve onları tam bir yoksulluk içinde bırakmışlardır. Böylece Osmanlı-Rus Savaşı ile başlayan Türk göçü, Birinci Balkan Savaşı’ndan sonra daha da yoğunlaşmıştır. Osmanlı devleti göçleri durdurmak için uzun süre çözüm aramıştır. Türk Göç Hareketi’nde mübadele fikri ilk olarak 1878 yılında Osmanlı-Rus barış görüşmeleri sırasında bu göçlerin önüne geçmek için ortaya atılmış ancak hayata geçirilememiştir.
Prenslik Dönemi (1878-1908), Krallık Dönemi (1908-1944) ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Dönemi (1944-1989) olmak üzere üç aşamada Bulgaristan topraklarında değişen hükümetlerle birlikte Türklere uygulanan politikalar da değişmiştir. Ancak her üç aşamada da Bulgar milliyetçisi politikası bu topraklarda yaşayan Türklerin sayısını azaltmaya, yok etmeye odaklanmıştır. Halbuki Bulgarların Türklere karşı bu acımasız politikası, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki 500 yıllık varlığı boyunca Bulgarlara karşı hiçbir zaman uygulanmamış, dilleri, dinleri ve milli kimlikleri tehdit edilmemiştir. Mümtaz Sosyal, haklı olarak bu konuda yazar: “Osmanlı, Bizans ile Bulgar ve Sırp krallıklarından devraldığı insanları, o çağların geleneklerine uygun olarak kılıçtan geçirse ya da dinleriyle dillerini değiştirip kendine benzetseydi, bugün Balkanlar’da bağımsız devletler olarak su yüzüne çıkmış halkların hiçbirinin izine bile rastlanmazdı. Belirli bir vergi karşılığında insanları dinleriyle, dilleriyle, gelenekleriyle baş başa bırakan Osmanlı hoşgörüsü, yüzyıllar boyu işleyen bir koruyucu mekanizma gibi, bu halkların varlığını saklı tutmuş, onlar da günü geldiğinde bağımsız devletlerini kurmuşlardır. Tarihin ne garip bir tecellisidir ki, Osmanlı buzluğundan saklı kalmak sayesinde yüzyıllar sonrasının sahnesine yeniden ulusal devletler olarak çıkan o toplumlardan ikisi, Bulgarlarla Yunanlılar, şimdi kendi topraklarında kalmış Türk azınlıklarını tarih sahnesinden silmenin telaşı içindedirler…” Birinci Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgarlar, bu telaşı, Türklerin tarihini topraklarından yok etme isteklerini dünyaya gösterdiler.
Balkan devletlerinin aralarındaki anlaşmazlıklara rağmen Rus politikasıyla canlı tutulan Balkan İttifakı fikri, Osmanlı devletine karşı güçlü bir silah olarak kullanılmış ve Balkan Savaşı’nı başlatmıştır. 13 Mart 1912’de Bulgar- Sırp Bağlaşma Anlaşması, 11 Mayıs 1912’de Bulgar- Sırp askeri sözleşmesi, 1 Temmuz 1912’de de iki taraf genelkurmayları arasında anlaşma, 29 Mayıs 1912’de Bulgaristan- Yunanistan arasında gizli karşılıklı yardım anlaşması ve 22 Eylül’de de askeri sözleşmesinin imzalanması sonuç olarak Osmanlı Devleti’nin karşısında Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’dan oluşan bir ittifak oluşturdu. Ağustos 1912’de Karadağ da bu ittifaka katıldı ve sözleşme şartlarına göre, ilk olarak Karadağ ordusu 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne harp ilan ederek taarruz harekâtına başladı.
Diğer bağlaşıklar ise daha sonra 18 Ekim 1912’de Osmanlı sınırlarını geçtiler. Türk Devletinin harbe hazırlıksız yakalandığı Balkan savaşı başladığı ilk ayda Osmanlıya sefalet ve felaket getirmiştir. Bu felaketten en çok etkilenen Bulgaristan’daki Türk Müslüman nüfus oldu.
Balkan müttefikleri Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ savaş hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz Bulgarlar hemen Türklere zulmetmeye başladılar. 1912 yılı Ekim ayının ortalarından itibaren bu baskının Bulgaristan’ın bütün kasaba ve köylerinde başladığı açıktı. Filibe Rüştiye okulunun öğretmenlerinden başlayan Bulgar baskısı daha sonra Yeniköy, Hazergrat (Razgrat), Hacıoğlu Pazarcığı, Dedenir, Şumnu, Rusçuk, Maksudlar, Kırklareli, Kızılağaç, Tutrakan, Vidin ve Silistre’de görülmüştü. Bu şiddet kısa sürede tüm Bulgaristan’a yayıldı ve Müslüman Türkleri yok etmeyi amaçladı. Bulgarlar evlere saldırıyor, paralarını ve eşyalarını alıyor, 10-15 yaşındaki kızlara tecavüz ediyor, ailesini korumak isteyenleri hemen öldürüyor, erkekleri çok zor işlerde çalıştırıyor veya hapse atıyor, kadınları taciz ediyorlardı.
Bulgarların yapmış oldukları bu mezalimler, bulqar vahşeti o dönemin Tanin, Tanzimat, Cenin, Teşrih, Alemdar Gazetelerinde de yer almıştı. Bütün bu vahşet haberleri Bulgaristan’a hızla yayıldı ve birçok Müslüman Türk, savaş başlamadan önce evlerini terk etmek zorunda kaldı. Savaş ilanından önce, çıkan kargaşayı kullanarak Türklerin yaşadığı 11 Müslüman köyünü yakıp yerle bir eden Bulgar ordusunun zulmü, hayatta kalanların kaçması ve göç etmesiyle sonuçlanmıştır. Bulgar baskısından kaçıp İstanbul’a gelirken vagonlarda bile işkence görmüşler. Genel olarak, Bulgar komitacıları her yerde Türklere zulmetmeye ve işkence etmeye devam ediyordu. Ağustos 1913’te Bulgaristan’daki Müslümanların zorla Hıristiyanlaştırıldığına dair haberler Avrupa’ya yayıldı. Bu faktör de göçün hızlanmasında önemli bir rol oynamıştır. Avusturya vapuruyla 5-13 Ekim tarihleri arasında Türkiye’ye 1.500 civarında Müslümanın gelmesi, göçün savaştan önce başladığını kanıtlıyor.
Tarihsel kaynaklardaki gerçek ve olaylara aşinalık, Balkan Savaşı ve sonrasında Balkan devletlerinden hiçbirinin Türklere Bulgarlar kadar mezalim yapmadığını göstermektedir. Hatta Bulgar zulmü öyle bir boyuta ulaştı ki, Osmanlı devleti Avrupa sefirlerinin ülkelerin dışişleri bakanlarına hitap etmesini ve konuya müdahale için bazı tedbirler almasını talep etmiştir.
Balkan Savaşı’nda Osmanlı’nın kaybetmesi nedeniyle en büyük toprak kazanan Bulgaristan devleti, Türklere karşı son derece acımasız davrandı. Balkan Savaşı’ndan sonra, barış antlaşmasının hükümlerine ve vaatlerine rağmen, Bulgar Türkleri ile Batı Trakya Türkleri, Bulgar hükümeti ve komite üyeleri tarafından zulme ve baskıya maruz kaldıkları için Osmanlı İmparatorluğu’na göç ettiler. Savaşa dahil olan Balkan ülkeleri – Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Arnavutluk zafer sonrası toprak paylaşımının adaletsiz olduğu bahanesiyle Bulgaristana karşı İkinci Balkan Savaşı’nı başlattılar.
Birinci Balkan Savaşı’ndan sonra, Bulgaristan’ın hak ettiğinden daha fazla toprak aldığı düşüncesi ikinci bir savaşa yol açmış, Romanya da bu ortamdan yararlanarak yeni topraklar elde etmek istemişdir. İkinci Balkan Savaşı Osmanlı Devletine kaybettiği toprakları geri alma umudunu verdi. Bu savaşın tek hedefi Bulgaristan olduğu için tüm Balkan ülkeleri ve Osmanlı devleti Bulgaristan’a saldırdı. Bu tür kapsamlı saldırılar karşısında kendini savunamayan Bulgaristan ağır bir yenilgi aldı. Yerel Bulgar askerlerinin geri çağrılması Osmanlı ordusunu harekete geçirdi. 21 Temmuz 1913’te Enver Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tek kurşun atmadan Edirne, Kırklareli ve Dimetoka’yı geri aldı. Lakin kaybettiği topraklardan birazını geri kazansa da, Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu yeni kurulan devletler karşısında büyük bir yenilgiye uğramışdı.
Bir ay süren İkinci Balkan Savaşı Balkan Devletleri arasında 10 Ağustos 1913’te Bükreş Barış Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı Devleti’nin, Balkan Savaşları’ndan sonra Bulgaristan ile 29 Eylül 1913 tarihinde İmzaladığı İstanbul Antlaşması’na göre Osmanlı, Doğu Trakya’ya yeniden hâkim olsa da, Batı Trakya ve Dedeağaç Bulgaristan toprağı olarak kalmaya devam etmiş, Osmanlı hâkimiyeti içerisine bir daha girememiştir. Balkan Savaşları’nın üç mağlubu - Türkler, Bulgarlar ve Avusturyalılar Birinci Dünya Savaşı öncesinde aynı ittifak içinde bir araya gelseler de, Bulgarların Türklere karşı saldırgan tavrı değişmedi, aksine daha da şiddetlendi.
Türkleri her zaman tek uluslu bir Bulgar Slav devletinin kurulmasına engel olarak gören Bulgaristan, her fırsatta onları yok etmeye çalışmıştır. Bu yok etme politikası sadece halka karşı değil, Türk milli kültürünün tüm unsurlarına yönelikti. İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra camiler kiliseye dönüştürülmüş, kuleler, köprüler, kaleler ve tarihi yapıların üzerindeki Türk sembolleri silinmiş, Osmanlı kültürünün izlerini taşıyan sanat eserleri yok edilmiştir.
Yüz binlerce mültecinin uygun şekilde yerleşmelerini sağlamak için Osmanlı hükümeti özel komisyonlar kurdu ve bu işi en yetenekli memurlara emanet etti. Yusuf Sarınayın belirttiği gibi, bu komisyonlar, İstanbul şehremanetinde kurulan iskân ve iaşe komisyonu, Sirkeci’de oluşturulan Sevkiyat-ı Muhacirin Komisyonu ve İskân-ı Muhacirin Komisyonu idi. Ayrıca İngiliz elçisinin eşinin başkanlığında, muhacirlere ev bulmak üzere kurulan bir iane komisyonu da bulunmaktaydı. Yine aynı amaçla Dâhiliye Nezareti’ne bağlı bir Muhacirin İdaresi oluşturulmuştu .
İstanbul Antlaşması’nın şartlarından biri şöyleydi: “Bulgaristan Krallığı’ndaki Türklerin siyasi, dini ve sosyal hakları korunacak”. Krallık bu şarta uymamakla kalmamış, Türkleri ata yurtlarından sürgün etmek için elinden geleni yapmıştır. Sadece yerel Türkler değil, Bulgaristan’da kalan Batı Trakya Türkleri de Bulgar zulmünden dolayı Türk devletine sığınmışlardır. Osmanlı devleti’nin kaybolan topraklarında, yapılan zulümler nedeniyle artık barınamayan Müslüman nüfus büyük kitleler halinde Anadolu’ya sığınmıştır. Bu göçler bugün Anadolu’nun etnik kompozisyonunu belirlediği kadar, tarımsal teknolojinin gelişmesi ve yayılmasında da çok önemli rol oynamıştır.
Balkan Savaşı, Türk devleti için en kötü sonuçları olan savaş olarak tarihe geçti. 250.000 kişi, toprakları’nın üçte birini, Avrupa’daki topraklarının %83’ünü, Avrupa’daki nüfusunun %69’unu kaybeden Osmanlı devleti için Balkan Savaşı’nın sonuçları yıkıcı oldu. Osmanlı’nın Avrupa’daki toprakları savaş öncesinde 167.000 kilometre kare iken, İstanbul Antlaşması’ndan sonra 26.000 kilometre kareye kadar küçüldü. 12 ada ve Ege Adaları yanında Girit de kaybedildi. Harbi taktikler ve savaş tekniklerinin yeniliği ve mükemmelliği nedeniyle politikacılar tarafından I. Dünya Savaşı’na hazırlık olarak değerlendirilen Balkan Savaşı, Osmanlı’nı önemli ölçüde zayıflattı. Bu savaş, sınırların kısmen değişmesiyle sonuçlansa da, daha büyük ölçekli bir savaş, I. Dünya Savaşı’nın temellerini attı.
Birinci Dünya Savaşı arifesinde Müslümanlara yönelik din ve soy değiştirme girişimleri katliamlara yol açmış ve Osmanlı’nın Sofya Büyükelçisi Fethi (Okyar) ve Ataşemiliter Mustafa Kemal Bey sert bir nota ile Bulgar hükümetinden bu zulme son verilmesini talep etmiştir. Aksi takdirde Osmanlı devletinin bunu cevapsız bırakmayacağı da belirtiliyordu.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanan kutuplaşmalar, Osmanlı Devleti ile Almanya’yı birlikte hareket etme mecburiyetinde bıraktı. İki devlet Balkanlardaki konumlarını sağlamlaştırabilmek amacıyla Bulgaristan ile yakın ilişkiler kurdu. Bunun bir neticesi olmak üzere Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında bir dostluk ve ittifak anlaşması imzalandı. Yapılan görüşmeler esnasında Bulgar yetkililer, Türklere yönelik zulme son vereceklerini ve İstanbul’a bir heyet göndereceklerini vaat ettiler. 3 Eylül 1915 tarihinde Osmanlı Devleti ile bir antlaşma imzalayan Bulgaristan, 6 Eylül 1915 tarihinde Almanya ve Avusturya ile bir anlaşma imzalayarak I Dünya Savaşı’na katıldı.
Bulgaristan’daki Türk zulmüne ilişkin maddeler, savaş öncesi belgelere, anlaşmalara ve antlaşmalara da yansıdı. Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 24 Ağustos 1915 tarihinde imzalanan tashih-i hudut antlaşması bu belgelerin en bariz örneğidir. Vatandaşlık hakkı ile ilgili bu belgeye göre Bulgaristan’dan göç eden Türkler, kendi evlerine döndüklerinde burada yaşasalar dahi Osmanlı vatandaşı sayılacaklardı. Bu tür belgeler, Türklerin Bulgaristan topraklarında dokunulmazlığını sağlamayı amaçlıyordu. Ancak Bulgar hükümetinin çeşitli belgelerinde yer alan vaatlere rağmen Türk-Müslüman nüfus, Bulgar çeteleriyle birlikte asker, jandarma ve devlet memurları tarafından her türlü zulme maruz kalmışlardı. 13 Temmuz 1915’te, Başbakanın Batı Trakya’daki Bulgar çetelerinin faaliyetleri hakkında Osmanlı elçisine sözlü ve yazılı bilgi vermesiyle Bulgar zulmü biraz azaldı. Ama kısa süre sonra tekrar şiddetlendi.
Bulgar hükümeti, I Dünya Savaşı sırasında da göç politikasını sürdürerek, savaşa girme bahanesiyle 28.000 Türk’ü Türkiye’ye göndererek geri dönmelerine izin vermemiştir. Bulgaristan, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki olmasına rağmen, Türk göçü bir sorun olarak kalıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında Makedonya Cephesi’nin çökmesi ile Bulgar topraklarının müttefik kuvvetler tarafından işgal edilmesi bu bölgelerde yaşayan Müslümanların durumunu daha da karmaşık hale getirdi. Osmanlı Devleti, sadece Bulgaristan ile değil, Balkanlar’da demografik değişiklikler yaparak Müslümanları etkisiz hale getirmeyi amaçlayan Müttefiklerle de mücadele etmek zorunda kaldı. Bu amaçla iki devlet arasındaki anlaşma, antlaşma ve antlaşmalara maddeler eklense de Bulgarların Türklere karşı acımasız zulmünü engelleyememiştir.
Ara sıra belli başlı adamlar ortadan kayboluyor, Türk nüfusuna zulüm yapılıyordu. Müslüman-Türk ahalinin emlakları gasp ediliyor, hayvanları tekâlifi harbiye usulüyle ve gayet düşük bir bedel (beş paşa ile) mukabilinde ellerinden alınıyordu. Müslüman köylerini arama bahanesiyle girdikleri evlerde değerli olan şeyleri gasp ediyor, erkekleri döverek hapse atıyor, hatta öldürüyor, genç kadınlara tecavüz ediyorlardı. Amaç, Türkleri bu şekilde mecbur ederek yurtlarını terk etmeye zorlamak ve onların yerine Anadolu, Doğu Trakya ve Makedonya’dan gelen Bulgarları yerleştirmekti. Sınırlarda bile Türk göçmenler üzerinde baskı vardı. Bulqar hükumeti muhacirlerin hayvanlarını da meccanen trenle getirmelerine izin verdiği halde bunları huduttan geçirmiyor ve orada satmağa mecbur ediyorlardı.
Osmanlı devleti Bulgaristan’dan göçe karşı olmasına rağmen, mültecilere büyük bir hümanizmle davrandı, onları altı yıl askerlik hizmetinden ve iki yıl mali yükümlülükten (yol vergisi dahil) muaf tuttu. Göçmen çocukları sanayi okullarına yerleştirildi. Osmanlı devleti, göçmenlere indirimli arazi satışını sağladı. Bu onların maddi refahlarını artırmakla kalmamış, aynı zamanda Anadolu’daki tarıma da önemli katkı sağlamıştır.
1919’da Bulgaristan’da hükümet değişikliği Türklerin lehine oldu ve yeni hükümet Türk zulmüne bir ara son verdi. Bulgaristan ile Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sırasında müttefik olmaları ve Bulgaristan ordusunda çok sayıda Müslüman Türk azınlığa mensup askerin de Bulgarlarla birlikte savaşıp birlikte ölmeleri savaş sonunda Bulgaristan’ın ülkedeki Türklere karşı tutumunu değiştirmesinde önemli bir etken olmuştur. Savaş sonunda, iktidara gelen ve 1923 yılına kadar başta kalan Aleksandr Stamboliyski liderliğindeki Çiftçi Partisi döneminde Bulgaristan’daki Müslüman Türk azınlığı biraz rahat nefes alabilmiştir .
İkinci Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939’un erken saatlerinde Almanların Polonya’yı işgaliyle başladı ve iki gün sonra, 3 Eylül’de İngiltere ve Fransanın, Almanya’ya saldırısı ile kapsamını genişletti. Sovyetler Birliği ve Almanya, savaşın başında Polonya’nın paylaşılması konusunda bir anlaşma imzalasalar da Almanya bununla yetinmeyip Balkanları işgal etmeye karar verdi. Bu nedenle Almanya ve Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler zarar gördü ve 22 Haziran 1941’de Almanya’ın Sovyetler Birliği’ne saldırısıyla sonuçlandı. Tarihçiler tarafından “aptalca bir saldırı” olarak tanımlanan bu saldırı, İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini tamamen değiştirdi. Doç.Dr. İbrahim Kamilin yazdığı gibi “Sovyetlerin İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleriyle (ABD) anlaşması dengeleri değiştirmiş, savaş Müttefikler lehine gelişme göstermiştir. 1944’ten itibaren sovyet Rusya, Romanya ve Bulgaristan’a yönelmiştir. Kızıl Ordu, Romanya için halen millî bir dava olarak görülen Dobruca’yı işgal etmiş ve Güney Dobruca’yı Bulgaristan’a vermiştir. Dolayısıyla buralarda yaşayan halkın yer değiştirmesi için Romanya ve Bulgaristan arasında bir nüfus mübadelesi yapılmış, yaklaşık 100 bin kadar Romen Kuzey Romanya’ya göç ettirilirken sayıları 61 bini bulan Bulgar da ters yönde göçe mecbur edilmiştir” .
Savaşın başında Alman yanlısı olarak savaşa katılan Bulgaristan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin işgalinden sonra ülkede sosyalist bir hükümet kurdu. Yeni hükümet önce Türkler başta olmak üzere ulusal azınlıklara yönelik bir baskı, asimilasyon politikası uygulamıştır. 1946’da Bulgaristan Komünist Lideri ve Devlet Başkanı Georgi Dimitrov asimilasyon politikasını açıkça dile getirmişdi: “Balkanlar’ın yalnız Balkanlılar’a ait olmasını, Slavlar’ın Balkanlar’da başlıca rol oynamasını sağlamalıyız. Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun Balkanlar’a egemen olduğu geçmiş dönemin izleri tümüyle silinmelidir.” Türkleri asimile etme, dinlerini, milliyetlerini, ad ve soyadlarını değiştirme planı gerçekleşmeyince Bulgarlar yeniden göç uygulamalarına başvurdular.
Sadece 1944-1945 belgelerine bakıldığında, yüzlerce Türk’ün Sofya’daki Türk temsilciliğine başvurduğu, pasaport ve vize istediği, aceleyle göç etmek istediği görülmektedir. Eylül 1949’dan Temmuz 1950’ye kadar 26.788 Türk, Türkiye’ye Göç Vizesi için Bulgaristan’daki Türk Konsolosluklarına başvuruda bulunmuşdur. Ancak Bulgarlar zorlukla göç izni alan Türkler için göç sırasında bile suni bariyerler oluşturmuş ve onları haftalarca sınırda bekletmiştir. Ve Türkler evlerini boşaltmaya zorlandıkları andan itibaren Bulgarlar o evlere yerleştirilmiştir.
Stalin’in teşvikiyle, sınırların güvenliğini sağlamak için Bulgaristan komünistleri Türklerin yoğun yaşadıkları sınır bölgelerden ülkenin iç bölgelerine sürgün edilmesi kararını uyguladılar. Bu politika uygulanırken birçok insanın evlerini terk etmeye isteksiz olması ciddi protestolara yol açtı. Bu yıllarda, 1945’ten beri Sofya’da Türkçe yayınlanan “Işık” gazetesi Türkleri yeni hükümet ve siyasi rejimle “uzlaştırma” propagandası yapıyordu. Bulgar hükümeti, yeni rejimi kabul etmeyenlerin devlet düşmanı olarak sürgüne gönderileceğini duyurmasına rağmen, komünist düşünceyle kitleleri etrafında toplamak, yani Türk nüfusunu kaybetmek değil kazanmak istiyordu. Evlerini terk etmek istemeyen ve bu nedenle yeni hükümetten memnun olmayanların sayısı çoktu. Türkler, 1948 yılı Temmuz ayında 50 vagonluk 5 tren ve Eylül 1950’de 63 vagonluk 1 tren ile sınır bölgelerinden Kuzey Bulgaristan ve uzak bölgelere zorla gönderildi. Sonuna kadar direnenler göç yasağının kaldırıldığı 1950-1951 yıllarında Türkiye’ye sürgün edildi.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Bulgaristan’da siyasi rejimin değişmesi ile Türkiye’ye göç durdurulmuş ve sınırlar yaklaşık 10 yıl göçe kapalı kalmıştı. Ancak bu sürede zorlukla da olsa göç edenler oldu. “1945 – 1949 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye, yıllara göre sayıları 631 ile 1670 arasında değişen Türk göçmeni zorlukla gelebildi” .
İki super güç olan Amerika Birleşik Devletleri önderliğinde Batı Bloku ile Sovyetler Birliği’nin liderliğinde Doğu Bloku ülkeleri arasında 1947’den 1991’e kadar devam etmiş olan Soğuk Savaş dünyanın 44 yıl boyunca siyasi ve askeri gerginlik içinde yaşamasına neden oldu. Ekonomik, siyasi, bilimsel, psikolojik ve teknolojik çatışmalardan oluşan bu savaş 1947 yılında Truman Doktrini ile başlamış ve 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla son bulmuştur. Soğuk Savaş döneminde Bulgaristan’dan Türkiye’ye iki büyük göç olmuştur. Bunlardan birincisi 1950-1951 göçü, ikincisi 1989 göçüdür.
Bazı araştırmalara göre 1950-1951 göçünün nedeni, Türkiye’nin Batı Bloku’na dahil olmasının bölgedeki Sosyalist rejimler için ciddi bir tehdit olarak görülmesiydi. Türkiye’nin ABD’nin yanında yer alarak Kore Savaşı’na tugay göndermesi Bulgar hükümetini kızdırmış, buna karşılık, bir göç politikası uygulanmıştı. Amaç, Türkiye’yi büyük göçün getireceği ekonomik sorunlarla sıkıştırmak ve Kore’ye asker göndermesini engellemekti. Gerçekten de bu politika Bulgaristan için işe yaradı ve Türkiye Kore’ye gerekli sayıda asker gönderemedi.
Bulgaristan’da tarımı geliştirenlerin Türkler olduğunu kaydeden Türkiye, göçü bu şekilde engellemek istedi. Ancak Sofia’nın açıklaması tam tersini iddia etti. DP yönetiminin Bulgar düşmanlığı propagandasının Türkleri olumsuz şekilde etkilediğini ve tarım işçilerinin çalışmalarını durdurmaları sonucunda Bulgaristan ekonomisinin zarar gördüğünü belirtti.
Ancak göç için verilen dilekçelerin sayıları arttıkça bu durum Bulgaristan yönetimini endişelendirmiştir. Oluşan endişelere müteakip Komünist Parti, ülkedeki Türklerin, anavatana olan ilgi ve sevgilerini azaltmak amacıyla Türkiye’nin onları istemediğini iddia etmiş; Türklerin Bulgaristan’dan göç etmeleri engellenmeye çalışılmıştır. Ancak bu çaba, Türklerin yurtta kalması için yeterli değildir. Bulgaristan’da en ağır işlerde, tarım ve hayvancılıkta, fabrikalarda, sanayide hülasa üretimin her aşamasında çok sayıda Türk çalışması nedeniyle büyük bir göçün Bulgaristan ekonomisini zor durumda bırakabileceği kaygısıyla Türk azınlıktaki göç isteğini kırmak için Türkiye’nin göçe karşı olduğu ve sınırları kapattığı haberleri yapılmıştır.
Bulgar hükümetinin 10 Ağustos 1950 tarihinde verdiği notayla 250.000 Bulgar Türkü 3 ay içinde Türkiye’ye yerleştirilecekti. Böylece göçler başladı ve 15 ayda 140.000 Türk Türkiye’ye göç etti. Osmanlı devleti o göçte sahte vizeli ve çingene soyundan insanların olduğunu öğrendiğinde Bulgarların bu sahtekarlığına karşı önlem aldı ve sınırları kapattı. Ağırlıklı olarak şiddet içeren bu göç politikası döneminde, 1950 yılı başından 1951 yılı sonuna kadar Türkiye’ye 154.393 göçmen gelmiştir. Daha önce açıkladığımız gibi, 1950-1951 göç politikasını belirleyen unsurlardan biri de Türkiye’yi göçle zora sokmak ve ekonomisini zayıflatmaktı. Ancak Türk devleti bu zorlukların üstesinden başarıyla geldi ve Bulgar Türklerine gereken düzeyde sahib çıktı.
“1950’de Türklerin Türkiye’ye göçü, Bulgaristan’ın ağır sanayi ve tarımının çok kısa bir sürede çökmesi ve ülkenin ekonomik hayatının gerilemesi siyasi çevreleri endişelendirdi. Felaket niteliğindeki göçün önlenmesi gerekiyordu. Nazım Hikmet, Stalin’in ısrarı üzerine Moskova’dan Bulgaristan’a göçü önlemek için gönderilmiş ve bu tarihi ziyaretin ardından Bulgar Türklerinin milli-tarihi kaderi değişmiştir” . Nazım Hikmet gezilerinde Bulgaristan’daki Türklerin göç etmemesi için Türkiye’deki zor hayat şartları hakkında yaşadıklarını anlatmıştır: “Kardeşlerim! Kendi anavatanımdan kaçtım. Canım memleketim Türkiye, Amerikalılar tarafından esaret altına alınmıştır. Ben on yedi yıl boyunca, vatan göklerini hapishane parmaklıkları arasından görüyordum. Hür Bulgarya’da Dimitrofun bahtiyar memleketinde göğüs dolusu hürriyet havası teneffüs ediyorum. Fakat henüz içim rahat değil. Çünkü burada, hürriyeti, evlatlarının saadetini, sosyalist emeğinin yarattığı saadeti akılsızca bırakıp, benim güçlükle kurtulabildiğim zindana gitmek isteyen millettaşlarım var. Kardeşlerim, size bugünkü Türkiye’yi anlatmadıkça, satılmış yalancıların sizi uçuruma sürüklediklerini bildirmek olan vazifemi yerine getirmedikçe içim rahata kavuşmayacak.”
Bu dönüş öncelikle eğitim alanında kendini göstermiştir. Böylece 1950 yılında Bulgaristan’ın tarihi şehirleri Haskovo, Filibe, Kırcaali, Sofya, Razgrad, Şumnu, Eski Cuma, Silistre, Dobriç, Burgaz ve Rusçuk dahil olmak üzere birçok bölgesinde eğitimin yaygınlaştırılması ve öğretimi süreci başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin gönderdiği Azerbaycanlı aydınlar, bilim adamları, öğretmenler ve yazarlar Bulgaristan’da Türkçe okullarının açılmasında, üniversitelerde Türkçe öğretilmesinde, Türk halklarının edebiyat ve tarihinin öğretilmesinde büyük hizmetler yapmışlardır. 1943-44 öğretim yılında 424 Türk okulu, 871 öğretmen ve 37.335 öğrenci varken, 1949-50 yılında bu rakamlar sırasıyla 1.199, 3.307 ve 105.376’ya yükselmişti. İlerleyen yıllarda bu rakamlar azalarak Türk okullarının tamamen kapanmasına neden oldu. 1973’ten itibaren Türkçe seçmeli derslere bile izin verilmedi. Hatta 1970’lerin sonlarında, Türklerin ve Türk milletinin Bulgaristan’daki varlığını tamamen unutturmak amacıyla Türklerden “Türkler” değil, “Müslümanlaştırılmış Bulgarlar” olarak bahsediliyordu.
1969-1978 yılları arasında, 1950-51 göçü sırasında ayrılan akraba ve ailelerin yeniden birleştirilmesi için Bulgar Türklerinin isteği üzerine 130.000 kişi Türkiye’ye göç etti. Bu göç, Todor Jivkov’un 20-26 Mart 1968’de Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında gündeme gelmiş ve 22 Mart 1968’de iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalanmış olan anlaşma gərəği uyulanmıştır. Bu gerçek, 1950-51 göçünün sonraki on yıllarda da devam ettiğini ve Bulgar Türklerinin göç sorununun uzun sürdüğünü teyit etmektedir.
Türk milleti tarihinin en büyük trajedisi olan Bulgar Türklerinin göçü edebiyata ve sanata da yansımıştır. Hüsniye Balkanlı’nın “Güzel Hatice” (İstanbul 1958), Sevinç Çokum’un “Bizim Diyar” (İstanbul 1978), Ziya Yamaç’ın “Mehmet” (İstanbul 1979), Nermin Bezmen’in “Mengene Göçmenleri” (İstanbul 1994), Reşat İleri’nin, “Yörük Ali” (İstanbul 1953) isimli romanları Bulgaristan göçmenlerinin acı hikayelerini, facialarını kanıt ve belgelere dayanarak anlatıyor.
Bulgarların Türklere uyguladığı baskının amacını ve göç politikasını anlamak için 1948-1975 anlaşmalarına bakmak yeterlidir. Ulusal azınlıkların statüsüne yönelik bir politika kisvesi altında Türkleri bölgeden silme amacı bu belgelere açıkça yansımıştır. Bu politika, Bulgaristan Türklerinin en büyük göçünün gerçekleştiği 1980’lerde daha belirgin hale geldi.
1960’lı yılların sonlarından itibaren yeni bir asimilasyon politikası izleyen Bulgaristan Türklerin Bulgarlaştırılma çalışmalarını başlatmıştır. Temeli 1950’li yıllara dayanan milli kimlik unsurlarını ortadan kaldırma planı, 1980’lerde son derece keskin bir asimilasyon politikası haline geldi. Türkçe isimlerin Bulgar isimleriyle değiştirilmesi, camilerin kapılarını komünist ideoloji bahanesiyle kapatmak, Türklerin yaşadığı yerlere yatırım yapmamak, Türkçe konuşanlara para cezası vermek, tüm bu asimilasyon önlemlerini protesto edenlere işkence etmek, Türk asimilasyonunun acı bir tablosudur. Hac ve hatta sünnet yasaklanmış, çocuklarını gizlice sünnet eden anne ve babaannelere beş yıla kadar hapis cezası verilmiştir. Bulgaristan Türklerinin Müslüman geleneklerine göre cesetlerini yıkamalarına bile izin verilmiyordu. Türkçe ve Arapça yazıtlı mezar taşları paramparça ediliyor, Türkler tarafından yaptırılan tarihi eserlerin üzerindeki Türk izleri siliniyordu. Ancak tüm bu uygulamalar Türkleri milli kimliklerinden asla uzaklaştırmamış, aksine milli değerlere daha sıkı bağlanmalarına neden olmuştur.
Bir yandan Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’un perestroyka (yeniden yapılanma) politikası dönemine deng geldiği, öte yandan Türkiye Bulqaristan Türklerine sahip çıktığı için 1980’li yıllarda Türk azınlığa karşı Bulgar asimilasyon politikaları başarısız sonuçlandı. 1984’te Ankara konuyu uluslararası alana getirmek amaçıyla Sofya’ya kapsamlı bir göç anlaşması için çağrıda bulunduğunda, “Bulgaristan’da Türk yok” söylenmişti. Ancak ülkede asimilasyona karşı çıkan ayaklanmalar, isyanlar Bulgaristan’da yüz binlerce Türk’ün varlığının kanıtıydı. Bulgaristan, Türkiye’nin bu asimilasyon politikalarına sessiz kalacağını, meselenin Soğuk Savaş koşullarında büyütülmeden çözüleceğini, Türkiye’nin müdahalesinin bir blok çatışması olarak algılanacağını öngörmesinde çok yanıldı. Türkiye konuyu uluslararası toplumun dikkatine sunmayı başardı. Birleşmiş Milletler (BM), İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) ve Avrupa Topluluğu (AK) gibi kurumlara konu hakkında konu hakkında bilgilendirildi.
Bu çabalar Bulgaristan’a Yönelik Uluslararası Tepkilerle sonuçlandı. Bulgar devletinin “tek millet yaratma” çalışmaları uluslararası duyarlılıkla karşılandı. Libiya, Kuzey Kıbrıs Türk Cümhuriyyeti, ABD, İngiltere Bulgar hükümetini kınamıştır. Bulgaristan’daki Türklere karşı girişilen asimilasyon politikaları Uluslararası örgütler - Avrupa Konseyi (AK), Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), NATO Parlamenterler Asamblesi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin (BMİHK) gündeminde yer almış, tepkiyle karşılammışdır. Türk nüfusunun artmasından sürekli endişe duyan Bulgar devleti, bu sayıyı 1 milyonun altında tutmak için bir asimilasyon politikası izlemiş ve 1989’da Jivkov’un izniyle 360.000 Türk Türkiye’ye göç etmiştir.
1989’da Bulgar Türklerinin başlattığı asimilasyona karşı protesto mitingleri tüm ülkeye yayıldı. Türkiye kapılarını Bulgar Türklerine açtı ve yüzbinlerce göçmeni kabul etti. 1989 zorunlu göçü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın gördüğü en büyük göç olarak tarihe geçti. Göçün hızını gören Türkiye, vize rejimine geçerek Bulgaristan’daki tüm Türklerin Türkiye’ye göç etmesini engelledi. Göç için başvuranların çokluğu nedeniyle günlük vize sayısı 1.000 ile sınırlandırıldı. Buna rağmen 360.000 Türk göç etti. Göç sırasında bazı ailelerin askerde veya askerlik çağında olan çocuklarına Bulgaristan’dan çıkış izni verilmemesi, bazılarının Türkiye’de akrabalarının olmaması, mal ve mülklerini geride bırakmaları veb. nedenler ciddi sıkıntılara yol açmış, 120 bin göçmenin Bulgaristan’a geri dönmesiyle sonuçlanmıştır. Geri dönen aileler ise Bulgarlardan eskisinden daha fazla baskı görmüştür.
Bu asimilasyon ve göçün Bulgaristan’daki Sovyet rejiminin çöküşünde ciddi etkisi oldu. Bulgaristan’da komünist diktatörlükten demokrasiye geçiş başladı.
Soğuk Savaş’tan sonra Jivkov rejiminin sonu, Sovyet rejiminin çöküşü ile Türkiye ve Bulgaristan arasındaki ilişkiler iyiye doğru değişti, Bulgaristan’daki Türklerin durumu da önceki gerilimlerden kısmen kurtuldu. Bu bağlamda, Bulgaristan’ın İstanbul Başkonsolosu Slavov’un 2 Ocak 1990’da düzenlediği basın toplantısında Türklerle ilişkileri iyileştirmeye yönelik vaatleri dikkat çekicidir. Slavov, Türkçe konuşan Müslümanların haklarının geri verileceğini, isim değiştirme sırasında tutuklanan Türklerin affedileceğini ve Bulgaristan’ın hatalarını düzelteceğini söylemişti.
Türkiye’ye göç eden Türklerin Türkiye ve Bulgaristan’da çifte vatandaşlık almak istemeleri yeni bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. 1992 yılında iki ülke arasında imzalanan “Dostluk, İyi Komşuluk, İşbirliği ve Güvenlik Anlaşması” sonrasında çeşitli askeri anlaşmalar imzalanmış ve ekonomik ilişkiler kurulmuştur.
Bulgaristan Türklerinin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), Demokratik Gelişim Hareketi, Demokratik Adalet Partisi ve Türk Demokrat Partisinin Türk azınlığın temsilcisi olarak kurulması ve HÖH’nin parlamentoda yer alması olumlu gelişmelerdir. Partinin 24 üyesi 400 sandalyeli Bulgar parlamentosuna, 27’si belediye başkanlığına ve 653’ü de muhtarlığa seçilmiştir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde Mart 2008’de Sofya ve Kırcalı’ya yaptığı ziyaretler de Türk-Bulgar ilişkilerinin gelişimi açısından önemli olmuştur. Bu ziyaretler sırasında Erdoğan, Türk azınlığın tutumunu desteklemek için Sofya’da Bulgar siyasiler ve hükümet yetkilileriyle bir araya gelmiş ve HÖH lideri Ahmet Doğan ile görüşmüştü. Kırcalı’daki Türk azınlığı temsilcilerinin büyük bir coşkuyla karşıladığı Erdoğan, Kırcali Bölge Müftüsü ve Kırcali Rahibi ile bir araya gelerek dinler arası diyalog ve hoşgörü üzerine konuşmuştu.
Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu şu anda, Balkan politikasının ana yönlerini şu şekilde tanımlamaktadır: Tarihî miras, bölgelerarası bağımlılık, bölge içi dengeler, bölgeyi kuşatıcı politikalar ve Balkan politikasında kullanılabilecek küresel stratejik araçlar. Türkiye’nin Balkanlar ile güçlü tarihi bağları olduğunu vurgulayan Davutoğlu, Osmanlı kültürel mirası ve Türk Müslüman nüfusun varlığı nedeniyle Türk devletinin bölgedeki olaylara ve süreçlere her zaman duyarlı olacağını belirtmiştir.
Sert asimilasyon yıllarında Türk nüfusunu azaltma hedefine ulaşan Bulgaristan, şu anda yumuşak bir asimilasyon politikası izliyor. Sembolik şekilde Türkçe eğitimi, isimlerin geri verilməsi, yıkılmayan veya kamulaştırılmamış camilerin Türklere iade edilmesi ve teşkilatlanma hakkının verilmesi önemli ilerlemeler kaydetmiş gibi görünse de, Bulgaristan’daki Türklerin hakları tam anlamıyla iade edilmemiştir. Türk okullarının açılmamış olması da bunun bir göstergesidir. Azınlık hakları kağıt üzerinde verilse de Türkçe seçmeli ders saatleri bile yeterli değildir. Bütün bunlar, Soğuk Savaş sonrası Bulgar Türklerine karşı yumuşak asimilasyon politikası yürütüldüğünün bir göstergesidir.
Çalışmanın bulguları, Bulgar Türklerinin tarihsel olarak zulme uğradıklarını ve Bulgar Prensliği döneminden itibaren zorunlu göçe tabi tutulduklarını göstermektedir. Balkan savaşları sırasında bu baskının aşırı derecede arttığını, yoğunlaştığını ve Türk katliamlarının ve korkunç şiddetinin büyük çaplı göçlere yol açtığını görüyoruz. İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye büyük bir göçün yaşanması, bin bir zorlukla gözlenen göçmen hayatı Bulgar Türklerinin acı kaderinin gerçeği gibi kaynaklara yansımıştır. Bulgar hükümetinin Türklere yönelik bu saldırgan tutumu, Dünya Savaşları zamanı da değişmemiş, aksine Bulgar zulmü artmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Türk katliamları ve göçü, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türklere yönelik asimilasyonun yoğunlaşması bunun açık göstergesidir.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Berlin Anlaşması ile ilk kez ulusal azınlık haline gelen Bulgar Türkleri, Balkan Savaşları ve Dünya Savaşları sırasında ulusal kimliklerini güçlendirdiler. Ne asimilasyon politikası ne de zaman zaman zorunlu göç onları Türk kimliğinden ayıramadı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Bulgarların Türklere yönelik sert asimilasyon politikası planlanan sonuçları vermese de Türk göçü ülkedeki Türk sayısını beklenen düzeye indirdi. Türkiye’ye karşı Sovyet Bloku tarafında yer alan Bulgaristan’ın Soğuk Savaş dönemi politikası Bulgaristan Türklerine ezici darbeler indirdi. Bu ağır darbelerin sonuncusu, Avrupa’nın II. Dünya Savaşı’ndan bu yana gördüğü en büyük göç -1989 yılında gerçekleşen Türk Göçü oldu. Bu göç, Bulgaristan’ın ülkedeki Türk sayısını 1 milyonun altına indirme politikasının tamamlanmasıyla sonuçlandı.
Soğuk Savaş sonrasında Bulgaristan, dünya siyasi güçleri ve uluslararası siyasi örgütlerin baskısı altında asimilasyon politikasını yumuşatmak zorunda kalmıştır. Türk azınlığı" olarak bilinen Bulgar Türkleri, şu anda kendi okullarına sahip değiller ve ana dillerinde yalnız seçmeli ders olarak eğitim alıyorlar. Bu da Türklere karşı kültürel asimilasyonun bir tezahürü olarak Türk dilini ve Türk varlığını unutturma politikasının devam ettiğini göstermektedir.
KAYNAKÇA
Kitaplar:
Balkanlar ve Göç. (2013). Örenç A. F., Mangaltepe İ. (Der.) Bursa Araştırmaları Merkezi, Bursa: 1. Baskı; Ağustos, İhlas Matbaacılık, ss. 508.
Davutoğlu A.(2009), Stratejik Derinlik - Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 37. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, ss. 600.
Kemaloğlu İnginar A. (2012), Bulgaristan’dan Türk Göçü (1985-1989), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, ss.95.
Kaya A., Şahin B. (2007), Kökler ve Yollar Türkiye’de Göç Süreçleri, 1.baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi yay., 2007, ss.448.
Şimşir B. (1986), Bulgaristan Türkleri, Bilgi Yayınları, Ankara, ss. 385.
Makaleler:
Alp İ. (1985) “Türklerin Bulgarlaştırılması”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı:37, Ağustos, ss.100-116.
Balkaya İ. S. (2004). “Balkanlar’daki Gelişmelerin Işığı Altında Türk-Bulgar Münasebetlerinin Sosyal Kültürel ve Ekonomik Boyutları (1913–1918)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Mayıs/Haziran, ss.20-36.
Kamil İ. (2016), Bulgaristan’dan Türkiye’ye Gerçekleşen 1950-1951 Göçünün Nedenleri, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 5, Sayı/Number 2, Aralık/December, ss. 31-65.
Mustafa B. (2012). Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ayrılış Sürecinde Bulgar Ayaklanmaları. Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, ss.67-89.
Rehimli T. (2019), Azerbaycan ve Balkan Türkleri Arasındaki Edebî İlişkiler, Balted dergisi, Cilt 1, Temmuz, Sayı 2, ss. 35-40.
Ulutaş S.Ö. (2020), Bulgaristan’da Komünist Rejim Sonrası Türklere Yönelik Propaganda ve Algı Çalışmalarına Örnekler, Selçuk İletişim Dergisi, 13 (2), ss. 920-941.
Tezler:
Bayraktarova E., (2009), Bulgaristan’daki Müslüman Azınlıkların Statüsü (1908-1919), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, ss. 250.
Özçelebi O.S. (1991), Bulgaristan’daki Türk Azınlığı Açısından Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç Sorunu, Yüksek Lisans Tezi İstanbul, ss.165.
İnternet kaynakları:
Özgür G. (2008). Balkan Savaşları ve Sonrasında Bulgaristan ve Osmanlı Devleti Arasında Nüfus Göçü. acikerisim.deu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12397/6675/219421.pdf?sequence=1&isAllowed=y (E.T. 06.12.2021).
Özgür U. (2007) Bulgaristan Türkleri’ nin 1950 – 1951 Yıllarında Türkiye’ye Göçleri. nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/42824.pdf (E.T. 10.12.2021)
Sarınay Y. (2012), Balkan Savaşları ve Sonuçları. www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=1223 (E.T. 07.12.2021).
Özlem K. (2010), Soğuk Savaş Sonrasi Dönem Türk-Bulgar Ilişkilerinde Türk Azinliğin Durumu, acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/8724/1/263044.pdf (E.T. 12.12.2021).
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.