- 201 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KÜLTÜR VE DİN İLİŞKİSİ
“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” (Ebû Dâvud, Libâs, 4/4031)
Din bir inanıştan ziyade yaşam tarzıdır. İnsana tuvalet adabına kadar her şeyi nasıl uygulayacağını öğretir. Bu sebeple Osmanlı’da milliyet kavramı aynı ırka mensup insanlar için değil ortak dini inanca sahip insanlar için kullanılmıştır.
Din içinde doğduğu kültürü kendi esasları doğrultusunda şekillendirir. Aynı zamanda kültürün kendine has değer ve yargıları, yer aldığı toplumun dini inançları ile aynı doğrultuda oluşur. Dolayısıyla kültür ve din arasındaki ilişkiyi inkar etmemiz mümkün değildir.
İslamiyet, kültürün din doğrultusunda şekillenmesine önem vermiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) Yahudiler ile muhalefet edilmesi adına aşure orucunun iki gün tutulmasını öğütlemiştir. Orucu dahi muhalefet etmek amacıyla uzatan Peygamber’in ümmeti ne yazık ki günümüzde Hristiyanlar gibi yılbaşı kutlayarak yüzlerini İslam’dan çevirip batıya dönmüşlerdir. Maalesef anayasamız da buna ortam hazırlamıştır. Nitekim tatilin Cuma’dan Pazar’a alınması, hicri takvim yerine miladi takvim kullanılması, Arap alfabesinin yerini Latin alfabesinin alması gibi hiçbir şekilde ekonomiye katkısı olmayan inkılaplar halkımızın yüzünü Avrupa’ya çevirmesine yol açmıştır. Bu inkılaplar belki devletin ilerleyişine hiçbir etkisi olmamıştır ancak bin yıllık Müslüman Türk kültürüne ağır darbe vurmuştur. Bu yüzden kültüre yönelik yapılan inkılaplar asla basit görülmemelidir. Gelin şimdi birkaç inkılabın kültürümüze ne şekilde zarar verdiğini inceleyelim.
En basitinden tatil günlerinin Cuma’dan Pazar’a alınmasını ele alacak olursak; böylesine sıradan gözüken bu inkılap Müslümanların kalbinin mühürlenmesine yol açmıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadisinde, “Her kim önemsemediği için üç Cumayı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler,” buyurmuşlardır. Böylesine işlevsiz bir inkılap, ki Pazar günü tatil olmasının ekonomiye hiçbir katkısı yoktur, Müslümanları Cuma namazından alıkoyarak hadiste yer alan kimselerden olmalarına yol açmıştır.
Hiçbir işlevi olmayan bir diğer inkılap da Hicri takvimin yerini Miladi takvimin almasıdır. Yılbaşını kutladıkları için insanlara nefret kusulacağına bu gereksiz inkılabı hayatımıza sokanlara kızmak daha yerinde olsa gerek. Kimi insanlar bu inkılabın bir zorunluluk sonucu anayasada yer aldığını savunurlar. Çünkü Hicri takvim Ay’ın Dünya etrafındaki dolanımını esas alır. Böylelikle Müslümanlar yılın her ayında oruç ibadetlerini gerçekleştirmiş olurlar. Ancak ay yılı hesaplı takvim ekonomik bazı sıkıntıların doğmasına sebep olur. Misal ay yılı takvimi kullanan ülkeler ekim ve hasat zamanını her yıl yeniden hesaplamaları gerekir. Ve daha bunun gibi pek çok sorun ile karşılaşırlar. Bu yüzden Selçuklu döneminde güneş yılına göre düzenlenen Celali takvim, Osmanlı döneminde ise yine güneş yılına göre düzenlenen Rumi takvim kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise Celali ya da Rumi takvimi kullanmaya devam etmek yerine veya yeni bir güneş yılına göre düzenlenen takvim hazırlamak yerine Avrupa’nın kullandığı miladi takvimi kullanmayı tercih etmiştir. Eğer Celali takvim kullanılsaydı yılbaşı kutlamaları 15 Mart’ta, Rumi takvim kullanılsaydı 1 Mart’ta kutlanacaktı. Şimdi söyleyin 1 Ocak’ta Hristiyanlar ile aynı zamanda yılbaşı kutlamak insanların suçu mu?
Yine hiçbir işlevi olmayan ancak geçmiş ile kültür bağını kesen bir diğer inkılapta Harf Devrimi’dir. Kimilerine göre dünya ile daha kolay ilişki kurabilmek için bu devrim gerçekleşmiştir. Oysa Latin alfabesi kullanmayan Çin, Japonya ve Güney Kore’nin ekonomisi yüz yıldır Latin alfabesi kullanan Türkiye’den daha gelişmiştir. Sizce de yapılan inkılaplar da bir sorun yok mu? Sözde Türkiye Cumhuriyeti’ni ileri taşıması gereken inkılaplar Peygamber Efendimizin (sav) hadisiyle tamamen ters düşmektedir. Sanki birileri bizi bir başka kavme benzetmeye çalışarak hadisteki gibi onlardan yapmaya çalışmışlar.
Başörtüsünün yasak olduğu anayasa da şapka takma zorunluluğu var. İngiltere’de Müslümanlara tanınan haklar ne yazık ki ülkemiz Müslümanlarına tanınmadı. Nitekim halkının çoğunluğu Hristiyan olan İngiltere’de şeriat mahkemeleri varken, maalesef bizim ülkemizde Müslüman gibi giyinmemiz dahi yasaktı yıllarca. Kılık Kıyafet Kanunuyla başlayan bu ötekileştirme günümüzde halk nazarında hala sürmektedir. Maalesef sarık ve cübbelerle fethedilen bu topraklarda, sarıklı ve cübbeli insanlar yobaz olarak görünmekte. Peygamber Efendimiz (sav) bıyığı kısaltıp sakalı uzatmayı öğütlerken günümüzde gençler bıyık uzatmaya özendirilmektedir. Laiklikle birlikte sadece din ve devlet işlerini değil, din ve kültürü de birbirinden ayırdık. İşte o günden bu yana kimlik bunalımındayız. Ne zamanki Müslüman olduğumuzun idrakine yeniden varırsak, işte o zaman yeniden büyük bir medeniyet inşa ederiz. Ki bunu geçmişte ecdadımız Müslüman Türk kültürü ile başarmışlardır. Onların torunları olarak bizler de karamsarlığa düşmeden kim olduğumuzu hatırlayarak yeniden ayağa kalkabiliriz.
Son olarak yazımı kültürümüzün nasıl yozlaştığına bir örnek olan Uğur Mumcu’nun bir sözüyle bitirmek istiyorum.
“Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalya ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.”
Gülşen TOSUN
08.10.2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.