- 284 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Merhaba, Karanfil Çiçeğim
Bu gün sana bir kez daha merhaba demenin onuruyla yaşamak sevincine nail olduğum için çok mutluyum sevgilim, iyi yürekliliğin, zeka düzeyinin mükemmeliği şiiri, sanatı edebiyatı ve müziği özel bir ilgiyle sevemen beni hoşlandığım bir dünyanın kapısına getirerek sana teslim etmiştir. Bir Tanem, Aşk Abidem. Teslimiyet ağır aşk koşullarının müzdaripliğinde boynu bükük bir edadan uzak ve gurulu adımlarla gelmiş hemde kapını bir kez tıklatarak. Görüntülerin yanılgılarından uzak, insanın ödevleri üzerine felsefe yürütürken, ani bir göz atışıyla sana çarpan gözkapaklarım, yeni ödevlerimin olduğunu bir kez daha bana hatırlattı. Kendime karşı, samimi, açık yürekli ilkelerimle bir eser yaratma düşüncesi beynimde kuluçkaya yatarken çarptın sevinin baharıyla yüzüme, Bahar Yüzlü Meleğim. Sen her şeyi açık yüreklilikle izah ederken ben hiç bir şey dinleyemediğim gibi şimdide dinleyemiyorum bazen seni. Sadece ressamın tuvaline yansımış ince belli edanla sallıyorsun yüreğimi beni afallatarak.
İşte bu anlar benim sözlerimin kaybolduğu, dilimin tutulduğu, aşk meyinin sarhoşluğunun beynimi durdurarak buz gibi dondurduğu verimsiz zamanlar olarak geçiyor sevinçle … Sen, tutkularıma, içime, dışıma işleyen sarı tütün gibi, esans gibi, aroma gibi, gül bahçesi gibi, bahar gibi, mis gibi kokuyorsun o dünyaya bedel hümanist kişiliğin, sağlam ve dürüst karekterinle. Doğa yasaları, fiziğin kanunları, hukuksal yasalar, modeller, insanların kendilerini arıtmak, temizlemek için ister göründükleri normlar senin varlığında sıfırlaşıyorlar. Değersizleşiyorlar, yozlaşıyorlar, bozuluyorlar, birbirleriyle çelişiyorlar, yapayım derken yıkıyorlar, viraneye döndürüyorlar yaşamak istediğimiz şu kısacık hayatı… çünkü bu zibidi burjuvazinin uyduruk yasaları, kendi kirlettikleri düzeni aklamak için „akla karayı“ seçiyor adeta saçma sapan fikirleriyle. Olanaksız olanların yapılması için de uyduruk buyruklar, fermanlar, beraatlar, emirnameler, kanun hükmünde kararnamelerle de, sadece kuru sözlerden uydurulmuş bir safsata olan ve düzenin koltuk değneği olarak her zaman elinin altında tutup kullandığı „din’in“ yıprattığı yığınlar oy potansiyeli olarak görülüyor.
Bu şartlar içinde hala senin gibi kişilerin ayakta kalabilmesi, yaşamını emeğiyle idame edebilmesi, yükümlülüklerini yerine getirebilmesi ise başlıbaşına bir yetenek olarak karşımıza çıkan nadir değerler olarak kalıyor. Sen, sevgilim olarak, vardığım sonuçlarda yanılmadığımın güveniyle artı değerlerini hem insanlık namına, hem de benim açımdan yükseltiyorsun. Eğer sende toplumun hedonoist döküntülerinden birisi gibi olsaydın, doğanın ve sevginin o tatlı seslerine kulaklarını tıkar, içlerinde hiç bir zaman yeşermeyen adalet ve insanlık duygularından uzak kalan insanlardan birisi gibi yaşar ve ölürdün. Ama senin yüreğinde, göğsünde taşıdığın kalp sıcaklığı, bu canlı duygululuk, bağlılıkları kurma kolaylığı ve seçicilik, seni etkileyerek kişiliğini zenginleştiren bu güç, acı çok acı çekmiş ama insanlığını kaybetmemiş yüreğin benzerleri arasında seni müstesnalaştırmış. Bu doğuştan gelme iyi dilekliliğin, bu ateşli büyük insanlık dolu onurun, gerçekliğin, güzelliğin, doğruluğun kişiliğinde sistematik bir gelişme göstererek karekterine yansımış ve seni iyi bir insan olmanın erdemine de eriştirmiş böylelikle… Kötülüğün her türlüsüne karşı duyduğun nefret, kin, zarar verme, hatta bunu isteme olanaksızlığı, erdemli, yüce gönüllü, sevimli olan her şeye duyduğun yürek sevdası, içinde taşıdığın canlı ve tatlı heyecan seni dipdiri yaparak bana vermiş, bana bahşetmiş, ödevlerin en tatlısını, sevgiyi, dostluğu, neşeyi, aşkı aşılamış doğa denen pagan tanrısı senin kişiliğine. Sistemlerin ayakları altına aldığı ahlaki ve etik değerler bozuk düzenin saglam olmayan çarkında dönen dalaverler sana vızgelmiş deyim yerindeyse bu güne kadar. Sağlam ve oturmuş kişiliğin, ne istediğini bilecek yeteneklerle donatılışın, ithal gelin olarak gelip büyük başarılara imza atışın, sevgiyle donatılmış ruhun seni duygusuzluklardan uzak tutarak bunca acılara boyun eğişin aracılığıyla değil, asil ruhunda taşıdığın faziletle seni olduğun mertebeye getirmiş, ben bununla senin adına gurur duyuyorum benim Prensesim olarak seninle…
Aldanmış olabiliriz yaşadığımız hayatta, bunların nedenleri de o kadar önemli değil, bazen inçir çekirdeğini doldurmayan şeyler, bazen dostlarımız, bazen en yakınımız sandığımız kimseler, hatta sevilip sevdiğimiz sandığımız nankörler de olmuş olabilir bunlar. Şimdi bunların hiç ama hiç bir önemi yok artık benim Yaşam Kaynağım, Sevgilim. Karanfil çiçeğim. Sen bunları unut, üzerine birer çizgi çek çekebildigin kadar, ama üzerlerini karalama, saklama kendinden, erteleme, rafa kaldırma, acılarını üst üste koyma, at içinden yüreğinden duru sulara, onlar yıkanarak bir gün sana iyilik olarak geri döneceklerdir benim Bir Tanem.
İnan bana ben seni, senin düşünüğünden birmilyar defa daha iyi anlıyorum ve de anlayacağım, benim sana yardım etmek istediğim tek konu artık kendin olman gerekliliğinin, o kadar iyi bir karekterin varki, san her bakışımda esir oluyorum. Seviyorum, tapıyorum, ilham alıyorum, bir daha aşık olyorum, senin eksenin etrafinda dönüyorum aşk sarhoşu oluyorum, şarabı kevserden içiyorum, kendimden geçiyorum ama yinede hep yeniden sana geliyor içimdeki bütün yollar, bu yollar geniş merdivenli basamaklar gibi uzuyor ve sen kapının önünde, sen de beni beyaz bir karanfille bekliyorsun, yeni bir şiire gebe ruhum birden dizlerine kapanarak patlıyor sana bir kırmızı karanfil uzatarak şiirler okuyor önce o derin düsüncelere dalmış gözlerinin içine bakarak. Utanıyorsun her zaman ki gibi, başını çevriyorsun, hayaldemiyim diye önce beni sonra kendini yoklayarak bir tebessüm fırlatıyorsun dudaklarından kımıl kımıl kımıldayan bir ses eşliğinde, gözlerinden dökülen damlaları öperek siliyorum, hafiften terliyorsun hükmeden soğuğa ragmen. Görenler olur diye hemen kaybolmak istiyorsun, saklanmak istiyorsun kendini ve sevgini kafanin biryerlerine hükmeden kültürel gericiliğin içimize isleyen yanlarını düşünerek. Kendin olmaktan zorlanıyorsun, yada olmak sana zor geldiği için bahanesizce alıyorsun beni içeri bir kaçak aşık gibi. Önce doyayısıya öpüyorum seni, zamanı unuturak, saatleri hiçe sayarak. Öyle bakıyorsun etrafına koltkta otururken gözlerini kaçırarak benden. Ben ask kervanın yolcusu, aşk adamı, ruhların özgürlüğüne sadık prensiplerin koynundan kalkarak geldiğim uzun yolculuğu hiçe sayarak seni ta yürekten çağırarak selam salıyorum dünyaya… Gülümsüyorsun, hep gülümsüyorsun, yorgun gözüküyorsun, yılların matemlerine boyun eğerek bana gelişin, benimle tanışman, sana verilen değerlerin muhasebesini yapıyorsun içinden sessizce ılık ılık akan gözyaşların eşiğinde… Mendil arıyorum etrafa bakarak, bulamıyorum, cefakarlığın, sitemkarlığın geçmişle simdi ki zamanı kıyaslayarak yaptığın orantısal bağlantı seni daha da üzüyor, gözyaşların döküldükçe arınıyorsun, temizleniyorsun, paklanıyorsun, yüceliyorsun, hümanistleşiyorsun, bereketlileşiyorsun, yağmur gibi berraklaşıyorsun ağladığın her an. Teselliye yeltenmiyorum, sadece seni sarıp öpüyorum yanaklarından, gözyaşlarını gözyaşlarımla silerek. Batmış dikenler birbir çıkıyor kendiliğinden içinden, nankörlere verdiğin değer geçiyor gözlerinin önünden, seyyah oluyorsun, gidip geliyorsun ruhunda verdiğin mücadelelerin derin izlerini taşıyarak. Akıyorsun berrak su gibi, ırmak gibi, Amazzon Nehiri gibi bana doğru gülümseyerek. Hemen bir soru soruyorsun: „İçimden geçenleri nasıl biliyorsun?“ diye. Cevap bulamıyorum verecek ve felsefeye sarılıyorum hemen bende: „İnsan düşünen en büyük hayvandır.“ Sözüyle icimde kendi kendimi tesellinin kollarına atıyorum gözlerine bakarak, bana ilham veren gözlerine bakarak. Hep beni meşgul eden mahzun yüzün ve gözlerine yeniden ve yeniden bakarak. Tanrı denen bir şeye inanmadığımız için yaradana sığınma prensibide bize dokunmadan teğet geçerek gidiyor, aldırmıyoruz biz böyle insan fantazilerinin kendi yoksulluğunu miskinlikle ve tembellikle aşması için uyduruk modellerine… sadece egemenlerin ellerindeki en iyi malzeme olan din ve inancın insanlığa bir fayda getirmediği ortak paydasında birleşerek birer çay içiyoruz aşkımızı işleyerek yüreğimize… işleme gibi, demli çaylar, tavşan kanı çaylar içiyoruz sessizce.
Balayı planı, tatil planı derken zamanın nasıl geçtiğini bilmeden birde bakıyoruz ki, şarabız karafada bize el göz ve işmar ederek yudumlamanın zamanın geldiği haberini veriyor. Sadece birer kadeh içerek gözlerimizle okşuyoruz gözlerimizi, …. Yaylalarda geziyoruz, önce ben sizin köye iltica ediyorum, sizin memleketi geziyorum senin refakatinle sessizce seni sararak. Annemi, babamı anlatıyorum, sınavları, sınırları, köyü dereleri, Marburg Şehiri’ni, okuduğum üniversiteleri, ders aldığım ve sevdiğim insanları, şairleri, şiirleri, edebiyatı yazarları konuşarak şafak vaktinin geldiğini anlıyoruz ağarmağa başlayan tan yerine gözlerimizi doğrultuğumuzda, bize merhaba demek isteyen güne bakarken.
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan - Frankfurt am Main, 02/03.02.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.