Radikal Düş
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Maneviyatın , hissiyatlarımızın ve fikirlerimizin anlamını hızlı ve yoğun bir biçimde yitirdiği bu dünyada "normal" olarak yaşamak varoluşsal bir meselenin ötesinde.Nefes aldığım bu gezegende ,birşeylerin veya pek çok şeyin yolunda olmayışı kendimi haklı çıkarma mı sağlıyor, bilemiyorum.Mesela, silah tacirlerinin vicdanlarını rahatlatmak için hayır kurumları açtığı bir dünyada yaşıyorum ki bu Kant’ ın " Ödev Ahlakına " tersti.Umarım duymamıştır.Bir kıtanın kozmetik harcaması, başka bir kıtanın yoksulluk sorununu çözebilecek düzeyde bu da Karl Marx’ ın çığlıydı.Bizi ,sınırların ortadan yavaş yavaş kalktığı bir dünyaya inandırılar ve adına " küreselleşme" dediler .Oysa başka bir coğrafyaya gitmek için , pasaport kuyrukları hergeçen gün artıyor.Demekki sınırları aşan" sermayenin sınırlarıydı."
Fiziken ve ruhen ince bir çizgideyim.En ufak hareketimde kaybolmaktan korkuyorum.Neydi beni bu ince çizgiye iten?Sistemler mi, kitaplar mı, aşk’lar mı, şiirler mi?Bak gördün mü yine kendimi haklı kılıyor ve radikal hayat biçimimi meşrulaştırma eyleminde bulunuyorum ve bu yöntemimi kimsenin ulaşamayacağı yükseklere taşıyorum.Başka bir yöntem bulmam gerekir.Fikirler fikirlere, kavramlar kavramlara ve doruklar doruklara gebedir.Öyle ki dün benim için eksik ve yetersiz kalıyor.Hiç ulaşamayacağım bir geleceğin tutkusundayım.Hayır umutsuzluk değil bu! Büyük oynuyorum ve büyük kaybetmeye de hazırım. Bu yol , üzerinde gökkuşağı olan bir mayın tarlasıdır.Ben ölümü aştım!Basacağım her alan beni yine ince ip çizgisine itecek.Yani kaybedeceğim şey olsa olsa belki de zaman olur..Ama gelecek orada durur kaybolmaz.Narçicekleri açılır, Güneş feth edilir,sıcaktan yanan bir gezegen ölür ve tekrardan doğar, kuşlar son provasına uçar,kelebekler ömürlerini hesaplar , birşeyler var olur ve yok olur ama gelecek orada durur kaybolmaz!
Elimdeki çay bardağı soğuyunca fark ettim; ben ne yapıyorum, nereye doğru gidiyorum?Sistemler falan eyvallah da ben bu çok bilinmeyenli denklemin neresindeyim?Kendimi pasifize ediyor gibi görünsem de içimde narsist bir fırtına kopuyor.Evet ben de varım , aslında en çok da ben varım diyorum.Kaç kez istila ettim dünyayı bilmiyorum.Bir defasında Don Kişot’ un yoldaşı olmuştum , yolu yoktu dövüşülecekti yel değirmenleriyle.
Elimdeki tütün bitince fark ettim; gezegenemiz ,falan tamam da sıra Evren’ de.Olasılıklarla dolu bu evrene, degişim, diyalektik ve hareket algısı ile yaklaşmalıydım.Einstein izafiyet teorisi,Heisenberg belirsizlik ilkesi ve kuantum fiziği çalışmlarına da bulaştım en derinden.Uzayı büküp , zamanın evrensel olmadığını ya da belki de zaman nedir sorusunu sormam gerektiğini duyurmalıydım.
Ağaç orman ile konuşur.Ot çayır ile.Yıldız ise samanyolu ile ve ben de içimdeki evrenle konuşmaktayım.Vücudumda soğuk bir iğne.Önce dudakarımızdan başlanır uyuşturmaya ve parmak uçlarımızdan fikirlerimize yayılır.Artık ne Ay görünür ne de Güneş.Boynumuza saplanan hançer ile zamanın dışındayız ve bazılarımız" radikal bir düş" ile kendi sıramızı bekliyoruz ,zamanın içine dahil olmak için.
YORUMLAR
Enteresan bir makale...
Kendimizi ve "dahil" olduğumuz bu sistemi sorgulama çabamız bitecek mi hiçbir zaman? Hiç sanmıyorum...
Özellikle bizi girdabına alan kutuplaşmaların, savaşların, iklimsel kaygıların, ekonomik krizlerin, göçlerin ve sınıfsal toplumların mensubu olmamızdan kaynaklanan rahatsızlıklar, ikilemler, kaygılar, sualler...
Kapitalist sistemin acımasızlığını daha güçlü ve sürekli kılan çarkın dişlerini oluşturduğumuz aşikar.
Biz istediğimiz kadar radikal çözümler üretmeye çabasına girelim; sansürlenen ve giderek sistemin kontrol mekanizmasına prangalanan düşlerimiz azınlikta olduğu sürece -bilgisizliğimizin de etkisiyle- düşler bilinmeyen bir geleceğe ertelenecektir.
Ve rasyonel düşünmek ve hareket etmek adına. suspus olmamız kaçınılmazdır; şimdilerde olduğu gibi...
Pesimist bir portre çizdiğimin farkındayım, ama altmış yıllık hayat tecrübem bana bunu öğretti, sayın Nakira.
Teşekkür ederim düşündüren yetkin yazınız için.
Saygılarımla.
Arıkann
Örneğin F.Nietzsche'nin akıl almaz baş ağrıları olmsaydı,Paulo Coelho; üç kez akıl hastanesinde yatmasaydı,Kierkegaard ve Dostoyevski 'nin ağır depresyonları olmasaydı,
Charles Dickens; bipolar bozukluk yaşamasaydı,Kafka ;Migren, stres, uykusuzluk olmasaydı vb.. biz ne okuyor olacaktık?Biz dünyaya nasıl bakıyor olacaktık?
Dünya yaklaşık 4.5 milyar yaşında homa sapiens 300000 yıl once vardır Neolitik (tarımsal buluşlar) ve özel mülkiyetin gelişimi yaklaşık kabaca 15000 yıl önce .Bizim sömürü sistemi dedigimiz şey çok yeni ve kısa bir süre. İnsanlar uzun bir süre birlikte artı ürün üretmeden kollektif bir biçimde yaşladılar.Kapitalist sistemin gelişimi ve süresi bu verilere göre çok yeni ve kısa ama çok hızlı herşeyin değiştiği bu çağda biz bu süreci çok uzun algılıyoruz.Dolayısıyla" sözde modernite" bu tarihin üzerini silindir gibi geçmeye çalışsa da ortada bir tarihi bir zemin ve gerçek var.
Bundan dolayı Radikal Düş kesin reçete değildir ama umut ve tutku içerir.Çünkü hep sonradan anlaşılmış ve genelde sonrasında verim bulmuştur. Tekrardan teşekkür ederim..Saygımla..
Öncelikle müthiş bir çalışma olmuş tebrikler size.
Normalde günün yazı seçkiler pek de dikkatimi çekmez , bölümü de.
Hele yazı bölümü din vs. zihin uyuşukluğuyla boğulmuş durumda.
Yazınızsa düşünme eylemine ışık tutmakta veriler ışığında.
Ömer Cebeci denilen şahıs gelmeden önce her ay senelerce koşup aldığım Bilim ve Teknik dergisinin ekinde düşünce eyleminin şeması ,cerebrum (beyin) de nasıl ve hangi aşamalardan geçerek beynin ilgili hangi bölgesinin olay konusuna göre aktif olduğu ki mesela sayısalsa sol lop ,sözelse sağ lop aktive olduğunu göstermişti.
Hala da saklarım eski bilim ve teknik'i.
Düşünme de biz klasik tıp bilimleri görürken hem fizyolojik hem de ilgili anatomik organları fazlasıyla derinlemesine işlemiştik büyük bir heyecanla.
Beyin hala vücudumuzun en gizemli organı.
O kadar milyarlarca nöronun ilk çağlardaki daha homo sapiens den günümüz insan evrimi hala büyük bir hızla hem temel tıp bilimleri hem de antropoji gibi bilimler çerçevesinde araştırılmakta.
Ama günümüz insanı doğal olarak gelişen bilgiye kısa yoldan ulaşma gibi sebeplerden ötürü beyin gelişimi durağan hale gelmeye ,beyni kullanma ,işlevleştirme durumu bence yavaşlamakta.
Çünkü ne araştırma , ne okuma eylemi beyni dürtecek yönden yöntemler de sınırlı olunca düşünce de haliyle etkileniyor.
Eski insanlar ilk eşya , icat yapanlar ya da bir yerden başka bir yere gitmek ,göç etmek zorunda kalan insanlar ile günümüzün rahat ,konforlu yaşam sürecine sokulmuş insanı arasında kıyaslanamaz uçurumlar var.
Çünkü günümüz insanına her hangi bir uyaran olayı sınırlı.
Elinde teknolojik alet uydu bağlantılı cihazlar ,bilgisayar gibi etkenler düşünme eylemine ya da düşünme eylemini uyarmaya biraz sınır koyuyor.
Bilimci SİNAN CANAN hocanın dediği gibi "konfor alanı genişledikçe beyin çürür".
Bir insan beynini ne kadar tetiklerse o oranda beynini zorlar ve gelişir.
Sadece hocanın tabiriyle ölüler ilk aşamadadır. Yani beyni tetiklenmeyen ,cansız.
Bence bunun kaynağı da verilen eğitim ,bireye alenen enjekte edilen dinsel ,sosyal dogma ve argümanlar.
Benim de yaşadığım ağır dinsel baskı!
İnsanı ağır korkuyla koşullanmakta ve düşünme özgürlüğü parentez içinde yaradan korkusuyla sınırlandırılmakta.
Niye mi bir gün hesap vereceğiz ya..
Ben bu yüzden boşuna hastane yollarına düşmedim şahsi olarak.
Ama ki dünyaya egemen güçler düşünen ,analiz eden ,sentezleyen insan topluluğu görmek istemez.
Bizler o dünyanın en tepesindeki bir avuç kadar ailelerin eğitti bir iki milyonluk ağır gücün milyarlık köleleriz.
Bu işin gerçek ve pek de insanları inandıramadığımız gerçek bir konu.
Benim düşüncelerim bitmez usta ki uzun yazdım biraz.
Affına sığınarak düşüncelerimi belirtmek istedim.
Tam da istediğim konuyu işledin.
Eline ,yüreğine ,zihnine sağlık...
Arıkann
Diğer nokta eskiden bir filozof birden çok alanla ilgilenirdi.Günümüz dünyasında konu kapsamı daraltılarak spesifikleşme talep edilmiştir.Bana göre bunun iki nedeni var:
1.)Günümüz teknolojisinde ;makalelere hızlı erişim, online eğitimler, konferansların ve sempozyumların yoğunlugu gibi informasyon ağını hızlandiran etmenler;başka alanlara girme arzusunu olumsuz etkilemistir.Kişi bilgisinin anlık olarak takip edildigi bu dünyada, bu cesaratte bulunmaktan kaçınabilir.
2.)Diğer neden yapılan bazı bilimsel çalısmalar ile "yeterlilik testinin" yaratıcılığı azalması.Örneğin kuantum fiziği ile birlikte biz gezegenimizin zaman ve konun olarak inanılmaz derecede küçük olması.Kendi gezenemizin temel sorunlarını çözemeyen (yoksulluk, kalkınma, sürdürülemez ekoloji gibi)sorunlar ile baş edemeyen bireyler okyanusta boğulmak istememiştir.
Tekrardan teşekkür ederim,Saygılar..
Rene Descartes 'in "cogito ergo sum" dediği gibi düşünmek var olmak demek.
Zeki bir varlık olan insan düşünme , sorgulama, analiz ve sentez uygulamalarından,... kaçınamaz.
Bilgi edinimine, gelişime, ilerlemeye ölene dek sınır biçilmemelidir.
Öğrendikçe varlığımızı keşfeder olmak; hedef seçip koymak; amaca ilerlemek; evrenin bir zerresi olduğumuz bilincine hizmet etmek demektir.
Yazınız değerliydi.
Kutlarım.
Saygılarımla.
Arıkann
"Conatus" kavramına değinmek isterim.
Her birimiz hayatta kalmaya çabalamaya yazgılıyız . Bir kalemin yazma gücünde, bir balığın yüzme güdüsünde hayatta kalma çabası zorunluluğu vardır.Yani bu sadece insan için geçerli değildir. Diğer var olanlarla etkileşim halindeyiz.Halbuki biz insanoğlunu doğada diğer varlıklardan üstün kılan tanımlamalar fazlasıyla vardır ve yanlıştır.Bana göre ;Aristo'nun deyimiyle sosyal(siyasal) bir hayvan olan insan için yapılan diğer canlılardan zekidir ifadesi yanlıştır.Bizler karıncaların, arıların ya da kuşların hayatlarını var etmek için yaptıkları çalışma ve yaşam verme mücadelesinden daha zeki bir biçimde çalışıyoruz kıyaslaması anlamlı değildir fakat bizi diğer canlılardan ayıran"bilinç ve kurgu farkı " vardır.Bu zeka kıyaslamasıyla aynı değildir.Bir kuş uçarken havadaki sapmaları hesaplayabilir ama bu hava neden böyledir ,bunun kökenine ineyim demez(en azın bilimsel çalışmalar öyle gösteriyor) ya da bir karınca çok iyi ve farklı bir şekilde toprağı ve alanı analiz ederek hayatına devam edebilir ama bu toprak neden böyledir , kökenine inmez.Ama insan bu bilinç ve kurgu düzeyi gelişimiyle bu soruları daha aktif, özgür bir biçimde sordukca" conatus" kavramının özüne inebilir ve var oluşunun gerekçelerini güçlendirebilir zira bir insan neden yaşadığını biliyorsa ve bunun için yaşamayı göze alıyorsa ; Ne mutlu o insana!
Yorumunuz için tekrardan teşekkür ederim. Saygımla..
itilenmiyiz icimizdeki evreni keşkefen bir kedimiyiz
kendimiz biz disi her olgu oluşumdan sogutlayan
yada tepkimi zamana dahil olmamak olamamak
bi an düsündüm
benligimiz
biz degerler
biz neredeyiz
bütünün parşası olmak degisim demek
bu degisimme uyum bizi dışta tutan belkide
deli sorular
tebrikler.
Arıkann
Çok teşekkür ederim..
Sedanur
insan din
degerler ilahi boyuttaki neden niçindeki algıyı zorlayan
bir sürü üreyen zıt denklemler
anlaşılmazlıklar her fikre duyguya
insan
duygu dūşünce ise
hirs güç
nedendir
ölüm dogum
tek gercek
iyilik.ve sevmekten
beslenen doyma noktası
insanken
sustum tmmm)
Bütün mesele bu..Zamanın içerisinde olup zamanın içine dahil olmayı beklemek.Her insan koca bir evren ama evrenin dışına iteleniyor.Evrenler savaşında donanımsız yalın kılıç kalmak da en acısı..Sömürü düzeninde küreselleşirken bireysel düzende damlayan kanlar vampirlerin hâlâ yaşadığını muştuluyor.Önce evrenimize sonra haklarımıza sahip olmalıyız.Zira bizi bizden koruyacak yine biziz Kaleminiz daim olsun.Kutluyorum.Muhteşem bir beyin fırtınası ile gündemi ışıklandırdınız.Sağlıcakla.saygıyla.
Mikro düzeyden makro düzeye hayır ve şerr yayılması.
Birine gidinceye biri kayboluyor.
İnsan niyetiyle kalıyor.
İnsan ne yaptığını "sanıyor".
Cüzi başlangıçlar, külli sonuçlar.
Allah muhafaza etsin.
Çok saygımla Sayın Yazar.
Arıkann
Richard Dawkins Gen bencildir kitabında;" mem" diye bir kavramdan bahseder ; Gen biyolojik bir iletim ve aktarım araçtır.Mem ise sosyolojik bir aktarım mekanizmasıdır.Örnegin Ezgiler, düşünceler, sloganlar, moda, mimari, mem örnekleridir. Genlerin sperm ya da yumurtalar yoluyla bir bedenden diğerine atlayarak gen havuzunda çoğalmaları gibi, memler de, geniş anlamda taklit (etkileşim) denebilecek bir süreç yoluyla, bir beyinden diğerine zıplayarak kendilerini çoğaltırlar.
Kendimce şöyle bir örnek vereyim depremlerin iklim ile ilişkilendiren büyük bir kitle nesilden nesile bunu aktarmıştır ve eğer az bir saydıda kişi hayır bu jeolojik bir alanla ilgi ile ilgli derse muhtemelen dışlanır.Çünkü doğru mem başarlı olmamiştir.Yalan mem başarılıdır. Çünkü yalanlar bu hayatta evrimsel olarak daha adaptifdir.Örneğin gelişmemiş toplumlarda sozde entelektüeller ya da politik liderler dha kolay yalan söylerler.Çünkü onu dinleyen kitle bunu duymak istemiştir.
Özetle niyetimizin ve fikirlerimizin sınırlarını zorlamak zor ama güzel bir mesele.Tekrardan teşekkür ederim..
deniz_tayanç1
Halk diliyle, yaşıyoruz ama nece yaşıyoruz?
Bu tür yazılarınızı görmek isteriz Sayın Yazar.
İstenileni takmayan halkın yönetici putuna dönüşü bir irdelenmeyi bekliyor.
Hayırlı Ramazanlar olsun.
Çok saygımla.