- 363 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
-DETTİİ DETTİ GUİ DEMEYELİM DE-
Gelen gideni aratır ya da Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olmak yahut aynı sözün Dimyat versiyonu gündelik yaşamımızın meşhurlarındandır.
Gelen gideni aratır sözü “beğenmediğimiz, işten ayrılmasını dilediğimiz bir yetkili yerine çoğu zaman öyle bir kimse gelir ki, eskisini aramak, o gidenin daha iyi olduğunu söylemek zorunda kalırız” şeklinde tanımlanırken; Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olmak ise “daha iyisini elde etmek için uğraşırken elindekilerini de kaybedip yitirmek.” Anlamında kullanılmaktadır.
Soralım öyleyse: Son zamanlarda kadın voleybol milli takımımızın İtalyan antrenörü Giovanni Guidetti ile yollarımızı ayırmamız da böyle bir netice verir mi acaba?
Hemen söylemeliyim ki, pek çok alan gibi sporu da sistem ve sistemli olmak sorunu olarak kavramazsak mümkün elbette. Malum olduğu üzere bizde sistemsizlik yaygın bir işleyişe sahipken sistemli olunması daha münferit ya da lokal hallere bağlıdır. Bozgunculuk mu yapıyorum yoksa? Muhtelif sahalarda önemli başarılar elde etmiyor muyuz? Kuşkusuz ediyoruz da, ekseri bireysel çaba ve performans öne çıkmakta. Ya da duygusal bir millet olarak anılmamızı hiçte haksız çıkarmayacak biçimde psikolojik motivasyon dikkat çekmekte, çabuk moral alıp kolayca da verebiliyoruz misal. Söz gelimi yazımıza konu olduğu bağlamda sportif müsabakalarda yaşanan anlık kırılmalarda çabuk moral bulduğumuz ya da moralimizin bozulduğu yönünde yorumlar yapabilmekteyiz.
Oysa kalıcı ve zikzaksız başarılar sistem sorunudur. Fiziksel güç, ekip ruhu, takım oyunu, disiplin, özgüven vs. ögeler temel parametreler olmaktadır. Aksi halde günü gününü tutmamak misali neticeler bizleri bekleyecektir.
Voleybolumuza, özellikle bayan kulvarında baktığımızda ise son yirmi yılda önemli mesafelerin alındığı söylenebilir. Hiç şüphesiz daha önceki dönemlerde rahmetli Cengiz Göllü’nün hocalığında kat edilen mesafeler yabana atılmaz. Yetmişli yıllardan itibaren kulüpler düzeyinde bir Eczacıbaşı gerçeği kapı gibi karşımızdadır yine. Ancak 2003 senesinde elde edilen Avrupa ikinciliğinin de önemli bir kırılma noktası olduğu kanaatindeyim. Meşhur filenin sultanları tabiri de o zamanlardan gelir ya.
Tam da bu noktada voleybol, her branş gibi her iki cinsinde boy gösterdiği bir spor olsa dahi, pek çok dalın aksine kadın sporu mudur, bu da sorgulanabilir kanımca. Çünkü sorgulanmaksızın direkt kadın sporu olarak algılanabiliyor da ondan diyorum böyle. Öyle ya dünyanın her yerinde erkekler de bu alanda boy göstermiyor mu? Ne ki, bazı etmenler voleybolun dominant cinsiyetinin kadın üzerinden okunmasına müsait bence. Bir futbol ya da basketbolda kadın müsabakalarını izlediğimi söyleyemem. Pek çok insanda da bu eğilimin olduğunu söylemek bilmem ki mübalağa mıdır? Parmakların topa dokunuşundaki zarafeti, yumuşaklığı erkek voleybolunda bulmak mümkün mü acaba? Bunun bence büro mesleklerinde eski daktilo ya da bilgisayar klavyesine ve tuşlara dokunuş yapmak bağlamında kadın parmağının ince ve narin yapısıyla daha yatkın olmasından farkı yok.
Şimdi efendim öyle bir yorum yaptım gel de çık işin içinden, kerameti kendinden menkul misali. Değil halbuki. İnanın bana işin ucu en zarif sporcuların voleybolcular olmasına kadar gider. Sahi neden kızlar ve kadınlar voleybola daha alakalı. Futbola da o denli ilgililer mi mesela? Ya da basketbola. Bizzat meşgul olmak bağlamında diyorum hani. Peki neden en güzel sporcular voleybolcular? Canım o senin hüsnü kuruntun, ne alaka diyene saygı duyarım da, yanıldığımı hiç düşünmediğim bir gerçekliği var bunun. Diğer branşlarda münferit hallere bağlı güzellik ve zarafet voleybolda neredeyse yaygınlık arz etmekte. Yahu kardeşim! Yanlış anlamayın hemen, voleybolda kadın popülasyonundan bahsediyorum. Defile ya da podyum dünyası değil elbette fileler. Kaldı ki, eğer mevzu sporsa güzellik sportif başarının önüne asla geçemez bende. Hadi yaa, Allah aşkına dersiniz de, dünyanın en güzel mankenler, modelleri voleybolcular deseydim dediğiniz doğru olurdu. Naaberr! Çapkınlar sizi. Çapsız çapsız gülüşmeyin öyle bakayım. Çapınız 3,1416… bile değil köftehorlar sizi.
Evet, ne diyordum? Dersi kaynatacaksınız haa! Bir fıkra anlattık hemen kakara kikiri. İki kullanım alanı vardır fıkranın unutmayın. Biri ahaha ihihi, gülücük, diğeri gazetelerde köşe yazısı. Efem! Nasıl? Aynen!
Guidetti diyordum ya nereye geldik, değil mi? İtalyan hoca on beş yıl var ki ülkemiz semalarında süzülmekte. Salt voleybola bağlı da değil haliyle. Antrenörlük yaşamı yanı sıra bir sporcu kızımızla da dünya evine girdi hoca. Yabancı damat anlayacağınız. Bir devrin popüler dizisi gerçek de oldu açıkça. Ülkemizi sevdiğinden zerrece şüphem yok. Akdenizli kimliğiyle samimi, sıcakta insan. Sporcularımızla iletişimi de hem disiplin arz ediyor hem sempatik bir çizgide seyrediyor. Vakıfbank’ın dünya markası olmasında katkıları önemli olmalı ki, 2008’den beri bu pozisyonu korumakta. Yine beş yıllık A Milli takım hocalığında da Avrupa ikinciliği ve üçüncülüğü kazandık. Ne ki geçtiğimiz yıl ki, milletler ligi ve dünya şampiyonasında aynı performansı gösterdiğimiz söylenemez. Daha yüksek başarıların nispeten ilk zamanlarına karşılık gelip giderek çıtanın düşmesi başarılardaki emeğini düşürmekte zannımca. Yemezler hoca, çocuk yok karşında denir ancak. Federasyonun da böyle yorumlaması şaşılası olmasa gerek.
Şu kadar ki, kendisinden öncede istikrarlı bir çizgide gidilmemesi hocaya vur abalıya misali yüklenmeyi de mümkün kılmıyor. Üstte dediğim gibi 2003’de Avrupa ikincisi olup filenin sultanları payesini kendi bünyemizde icat ettik ya, yirmi yıldır bunu Avrupa şampiyonluğu, dünya şampiyonasında da en az yarı final seviyesine çıkarttık mı? Ne gezer. 2019’da bir Avrupa ikinciliği daha, “gerisi hep angarya”.
Neden peki? Bir kere diğer pozisyonların aksine, pasör çaprazı mevkiinde uluslararası standartlara çıkamadık. Oyunculuğundan ziyade güzelliğiyle, alımlılığıyla anılan sporcularımız var yine. Saçım başım psikolojisi bize irtifa kaybettiriyor alttan alttan biline. Çin, Tayland gibi ülkelerin milli takımlarına, sporcularına bakın. Hiçbiri öyle ahım şahım güzel değil. Ama takım ruhundaki mükemmeliyete bakın birde. Dünya şampiyonasında o Tayland’a yenilmedik mi? Halbuki bireysel zeminde bizden alt seviyedeler potansiyel olarak. Varlarını yoklarını ortaya koymak tek özellikleriydi baylar, bayanlar. Çok daha iyisini yapabilecek, dünyanın en iyilerinden olabilecek kimi kızlarımız neden met cezir manzarası sunsunlar? Niçin günü birlik yıldız olsunlar?
Öyleyse antrenör bir yere kadar. Hoca Vakıfbank’ta başarılı. Neden? Orada ciddiyet var çünkü. Sistem var. Kim çıksa isteneni veriyor. Yüksek başarılarla perçinlenen özgüvende tavan yapıyor, neme lazım. Bozgun noktasından muhteşem dönüşler başka neyle açıklanabilir ki?
Şimdiyse bir başka İtalyan Santarelli görevde. Daniele Santarelli evet. Daha genç Guidetti’den. Geçtiğimiz yıl Sırbistan ile dünya şampiyonluğu da kazandı. Göreve gelir gelmez ayağının tozuyla misali başarı inandırıcı görünmeyebilir. Hocaya yazmak bağlamında hani. Tijana Boskoviç neredeyse tek başına aldı o şampiyonluğu. Takım olarakta derli toplu, sistemliler, ama Boskoviç olmasa olmazdı bu. Şöyle ki, Santarelli’nin milli takım havuzunu genişletmesi önceki hocanın belli oyunculara takımı bağlayıp ihtimal kimilerini küstürmesini aşmasını sağladı. Derhal takımda olmayan eski yıldızlarla kontak kurup sisteme kattı onları. İzlediğim kadarıyla güçlü sosyal kişiliği, sıcak iletişimi dikkat çekiyor. Fazla sıcak, fazla sıcak evet. Biraz delibozuk da bi tip. Var var, zırtapoz damarı var. Taralelli mi lan yoksa? Aanaaa!
Ekşi sözlük kullanıcısı “kritik puanlarda eli ayağına dolanan, kritik maçları daha sahaya çıkmadan kafasında kaybeden Türk sporcusunu çalıştırmak, Boskovic’le dünya şampiyonu olmaya benzemez.” Dese de umutluyum yine de. Vatandaşı Guidetti’den daha yukarı çıtayı yükseltmeyi hırs yapabilir de. Kadroyu yenilemesi de umulur.
Artı Türk vatandaşlığına geçen Fenerbahçe Opet’in genç Kübalı siyahi yıldızı Melissa Vargas’ta üstün atletik yapısıyla pasör çaprazı boşluğumuzu hiç umulmadık derecede doldurabilir. Ligin ilk yarısında Çin’de kiralık oynaması dolayısıyla geçen yıla oranla düşüş yaşadığımız o kadar açık ki. Dünkü Vakıfbank fiyaskosu bir yana, ikinci yarıda dönüşüyle aldığımız Vakıfbank ve Eczacıbaşı galibiyetlerinde enerjisiyle takımın sinerjisini de yükselttiğini gözlüyorum. Elbette Arina ve Ana Cristina ama pasör çaprazı çok kritik bir değer. Buna sahip olmakla olmamanın farkı o kadar belirgin bir hüviyet kazanıyor ki. Eczacıbaşı’na her iki yarıda da 3-0, Vakıfbank’a ise ilk yarı 3-1 kaybettiğimiz maçlarda diğer oyuncuların hepsi vardı Melissa yoktu. Oysa onun dönüşüyle Eczacıbaşı ve iki Vakıfbank 3-0’ında ilave isim yalnızca oydu. Enerjisiyle hem bireyselliğini ortaya koymakta hem de takımı katlamakta. O çünkü bir Kübalı siyahi. Bugün Küba eski günlerini arasa da, eski Küba ekolünü anımsayalım bir de.
Hani derim ki, Santarelli Guidetti’yi aşarsa bunu tayin edecek temel faktörlerin başında Melissa gelebilir de. O zaman da Enrico Macias’ın parçasıyla Oh Melisa deme de dur. Hiç şüpheniz olmasın, Zehra, Hande, Gizem, Cansu, Saliha, Simge, Eda kaptan, hatta Naz Aydemir gibi yıldızlarla birlikte sözüme mim koyun lütfen, yaban kazları misali yükseklik kazanmak neden olmasın?
Demem şu ki, ya herro ya merro, ne diyelim başka. Aksi halde dettii detti gui nidalarıyla ağla gözlerim ağla dersiniz.
L.T.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.