- 643 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
Yıkık Değirmenler
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Değirmene su taşıyan ark yer yer yıkılmış, arktan taşan sular kılcal damarlar gibi yolaklanıp; gövde üzerinde kök salmış arsız yaban otlarını beslemekte. Yosunlanmış kiremitlerin çukurlarına dolan, rüzgârın taşıdığı toprağın içine tesadüfen karışmış çiçek tohumları yaşama tutunmayı başarmanın mutluluğu içinde ahenkle salınıyordu. Çamur ve samanla kaplanmış bedeni çıplak kalmış, gedik dişler gibi aralardan taşlar dökülmüş yılların yorgunluğu omuzlarından düşüverecekmiş gibiydi değirmen.
Yatağından kaymış kocaman değirmen taşının düşerken kırdığı tıkanan çarktan boşalan suların oluşturduğu minik göle dökülen suların şırıltısına eşlik eden kurbağaların şarkıları; dışarıda sürmekte olan hüzün dolu sessizliği bozan yegâne sesti. Yoğun yaşamıştı, o şaşaalı günlerden geriye yıkık dökük, yaban hayvanlarından başka canlının uğramadığı yok olmaya yüz tutmuş bir harabe kalmıştı.
Yalnız ölüyordu değirmen ve kim bilir daha niceleri.
Her buğday tanesi toprağa düşmek isterdi bir zamanlar. İnsanoğlu ile tanışmadan önce; buğday gelip buğday gidiyordu ama doğasına karşı gelemezdi, üreyip çoğalacaktı.
İnsanoğlu ise doğasındaki tembellik ve sınırsız merakı sonucu neye yarayacağını bilmeden bir gün tekerleği icat etti. Zamanın kabuğunu kırdığının farkında değildi o zamanlar, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Sonraki zamanlarda söz söyleme hakkını kendinde bulanlar bunun adına gelişme dediler. Tartışmaya bile gerek görülmedi; gerçekten gelişme mi? bozulma mı? Bir gerçek vardı göz ardı edilmemesi gereken! Eski bozulmadan yeni yapılamazdı. Bir başka deyişle kazanılmış gibi görülen her yenilik süregelen dengelerin bozulması demekti. Artık her buğday tanesi de kırılmak istiyordu ve değirmeni icat etti insan. Buğdayı öğütmek ucu açık hayallerin sadece başlangıcıydı. Amaç sadece fiziki açlığı tatmindi daha güzel ve daha kolay doymak.
Tüm bu olanların gözden kaçan çok önemli başka bir boyutu daha vardı. Şimdi hiç doyunamayacakları bir açlıkla karşı karşıya kalacaklardı. Sahip olma dürtüsünün baskınlaşması; daha fazla güç, hep daha iyisine, daha güzeline, daha fazlasına sahip olma isteği, uzunca bir süre adını bile koyamayacakları kötü çocuk, benbencilik şimdiki bilimsel adıyla egoizm.
Babaannelerimizin el emeği göz nuru döktükleri tarhanadan yapılan çorbaya sobalarda kızarttığımız ekmekleri doğruyorduk, nasıl da sevinçli nasıl da mutlu oluyorduk; bayram yeri gibi oluyordu onkişinin kaşık salladığı ahhşap yer sofraları. Belki de bir daha hiç yenisi yaşanamayacak bayramlar. İşte içinde yaşadığımız zaman, ne büyük bir değirmen değil mi? Neleri öğüttü biz farkında olmadan. Çorbalara ekmek yerine menfaat doğrar olduk, içine birazda yalan sıkarak. Değiştik çevremizde ne varsa hepsini değiştirmeye çalışarak. Sonunda
yaşamın en büyük yalanını karizma deyip alnımıza yapıştırıp en büyük değirmen kendimiz olduk.
Başlangıçta yaşam bizi öğütüyordu. Şimdi ise biz bize verilen yaşamı öğütmeye başladık, önemli bir noktayı unutarak. İçinde bulunmak zorunda olduğumuz zamanı yaşanabilir kılan insani erdemlerdi. Görülemez elle tutulamazdı ama onlarsız da olunamazdı. Hava gibi su gibi insanın en temel ihtiyacı idi. Suyu ortadan kaldırsanız balıklar yere düşer havayı ortadan kaldırsanız kuşlar.
Teknolojik ve bilimsel gelişim ışık hızı ile bir değişime yol açmışken, duygusal gelişimde aynı oranda geriye düştü çaresiz. Hep varılacak hedeflerin güzel düşleriyle haşır neşir kendimizi kaybetmişken geldiğimiz yeri unuttuk.var oluş nedenini, bizleri var eden sebepleri; yaşam enerjisini hep maddi değerler üzerine kanalize edince had safhaya ulaşan manevi açlığın, bizleri yavaş, yavaş tüketmeye başladığının farkına bile varamadık.
Her dost sohbetinde; dimağımızın bir köşesinde nasılsa saklı kalmış küçük küçük anılardan söz edildiğinde derin bir iç çekişle “ ah eskiden bir başkaydı “diye başlarız söze ama kendimize eskiden farklı olan neydi, şimdi ne değişti diye sormak aklımıza gelmez. Kendimizde oluşan kişilik değişimini kabullenmek istemeyiz çoğu zaman. Şartlar böyle gelişmiştir ve tek suçlu yaşadığımız zaman der, yine bencilce bir çıkarım yapıp haklılığımızı perçinleme adına “ bizde zamana uymak zorundayız “ yalanının doğruluğunu ispata çalışırız. Ucu açık yeniliklere ayak uydurmak isterken ait olma duygusundan uzaklaşıp kendini koruma dürtüsüyle icat ettiğimiz; soyut gerçekliğin kısır döngüsü içinde devinirken elde ettiğimiz maddi kazançlarla birlikte kaybedilen manevi değerleri görmezden gelmek varlıktan hiçliğe geçişin bir adımı olarak ta kabul edilebilir. Bu andan itibaren; görmeyiz, duymayız, hissetmeyiz.
Bencilliğin Nirvana’sına yükselmenin verdiği megalomanlığın bizi taşıyacağı yer aşikârdır.
Sevginin ve erdemlerinin yerine konan hiçbir şey aslının yerini tutamayacaktır.
Öyleyse şöyle sorabiliriz nedir sevgi? yenir mi, içilir mi, bir ev ya da bir araba eder mi?
Bu ne biçim bir soru demeyin sadece derin bir nefes alıp yavaşça verin ve bu esnada düşünün. İstediğiniz bisikleti veya bir kıyafeti belki çok sevdiğiniz bir oyuncağı ya da çok istediğiniz o dondurma alınmadığı için anne babanıza veya kardeşlerinizden birine bu sebeple ne kadar öfkelendiğinizi hatırlayın. Kendinize tekrar sorun onları seviyor musunuz? Bugünü düşündüğünüzde hiçbir şeyin yerinde durmadığını hatta tamamen yön değiştirdiğini göreceksiniz. Acaba o gün sizin için karar verenlerin bugün ki durumların da sizin onlar için verdiğiniz kararlar hakkında ne hissettiklerini biliyor musunuz? Hayatın bir döngüden ibaret olduğunu anlayabildiniz mi?
Şimdi bin puanlık soru sevgi bunun neresinde?
Elbette kavramların içinde sizi boğmayacağım sadece başlıklar halinde sıralayacağım.
Sevgi= ilgi+iltfat+saygı+sorumluluk+güven+vefa+fedakarlık+sadakat; bunların birinin eksikliği durumunda sevgiden bahsedemezsiniz. Yanlışı yeni bir yanlışla asla düzeltemeyeceğinizi unutmayın ki sadece olanla ölene çare yoktur.
Sokaklarda bu saydıklarımızın eksikliğini yaşayan onlarca insana rastlamanız mümkün. Sayıları hızla artan huzur evleri, sayıları hızla artmaya devam eden evsizler hepsi birer terk edilmiş yıkık değirmen değil mi?
Kabul edin ya da etmeyin; her hareket bir enerji gerektirir. İhtiyacımız olan enerji hayatın kendisidir. Yaşamdan alınan enerjiyi sinerjiye dönüştürebilmek onu somut ve doğru alanlara kanalize etmekle mümkündür.
Harcayamayacağınız kadar paranız olsa, yaldızlı bir yaftanız, insanlar önünüzde el pençe divan dursa, yıldızları koparacak kadar yakın olsanız da
Her sonun bir başlangıcı vardır.
Her başlangıç sonun başlangıcıdır
Yalnızlık en korkulu rüyanız değil mi?
Yıkık Bir değirmen gibi yalnız ölmek!
O halde…
Unutmayın yaşam var oldukça yıkık değirmenler hep var olacak.
Abdurrahman Güleç
YORUMLAR
Kapsamlı bir analiz.İcatlar ve mucitleri.Hayatın bırakıldığı yerde durmadığı ya da bir yere bırakılamayacağı.Deformasyonun kaçınılmaz olduğu.Bir buğday tanesinden hareketle canlıların bağlandıkları hayatta ki çabalamaları ve yıpranmaları.Zaman aşımları viraneleri oluştururken canlılardaki yıpranmalar yıkıntıları oluşturuyor.
Milyonların içinde de olsa her insan yalnızdır aslında..Sosyal varlık olmasına rağmen içindeki dehlizler alabildiğine derindir.Öğütürken öğütülmek hızla geçen zamanın sarkacında kaçınılmaz.Sevgi-ilgi-iltifat-saygı.yerini birbirine devrederken , sorumluluk-güven-vefa-fedakarlık-sadakat gibi erdemler birbirinden ayrılmayan hayat denen çarkın dişlileridir.Eksikliklerinde yıkımlar başlar.Yıkık değirmenler misali ıssızlaşır.İbretlik muhteşem bir yazı.Üstadı selamlıyorum.Sağlıcakla.Saygıyla.
Abdurrahman GÜLEÇ
Edebi üslubu zengin olan akıcı ve sürükleyici yazınızda, düşündüren bir mantık sunarak değindiğiniz gibi gelişim, değişim, ilerleme, yükselme, derinleşme ; amacına uygun olmazsa yozlaşır, bozulur, dejenere oluruz. Her devir ve dönemde bunun akordunu yapan sihirli temel duygu "SEVGİ"dir.
Kutlarım
Saygılarımla.
Abdurrahman GÜLEÇ
yaşamın temeli sevgidir kanımca o olmadan ne inşa ederseniz edin yıkılmaya mahkumdur
selam ve saygımla
Günün yazısı ve anlatım dili tebrikler demeyi hak eden yazarını kutluyorum
Selâm olsun
Abdurrahman GÜLEÇ
Bir insan gibidir evet yaşadıkca insanlık yaşar değirmen yıkı yada değil yaşamak güzel yaşatmak güzel kutluyorum hocam
Abdurrahman GÜLEÇ
merhaba Abdurrahman bey
yazınızın giriş kısmındaki benzetme ve betimlemeler okuyucuyu hemencecik içine alıyor..
içerikte ise kullandığınız ifade ve cümleler yapısı gereğince hoş bir akışkanlık sağlayarak okuyucuyu yormuyor
seçtiğiniz temaya gelince, epeyce bir düşündürüp sorgulatıyor.
beğeniyle okudum
tebriklerimi bırakıyorum sayfanıza
selam ve saygı ile
Abdurrahman GÜLEÇ
saygımla efendim
Ne güzel bir anlatım
Güne gelmesine sevindim. Okunası ve okundukça insanı alıp götüren duygu yüklü bir yazı veya hayatımızdan bir kesit diyeyim ben.
Seçki kuruluna teşekkürlerimle. Değerli kalemi bize de tanıtmış oldu. İlk kez yazınızı okudum. Tebrik ederim. Emek verilmiş.
Nice yazılara, başarılara değerli yazar kardeşim.
Özür dilerim ama ben her zaman bulunamıyorum sitede. O nedenle yazınızı şimdi gördüm güne gelmesiyle. Anlamadığım, sitede devamlı bulunan arkadaşlarımız bu değerli yazıyı neden görmezler. İlla da ahpap çavuş ilişkisi mi olmalı yorum yapmak için?
Neyse...
İmkanım oldukça sayfanız yazılarınıza uğrayacağım kısmetse.
Saygılar
Abdurrahman GÜLEÇ
edebiyat sitelerinde maalesef ki durum bu, belki de tanımadıklarını önemli bulmuyorlar...
"oysa önemsediği kadar önemlidir insan"
şahsen bana gelen bütün şiirlere yazılara bakıyorum ummadığınız yazarlardan öyle güzel yazılar şiirler çıkıyor ki inanılmaz güzellikte...haklarını veriyorum tabi ki bazen diyecek bir şey bulamıyorum...bazen zaman bulup bakamıyorum...
yine de kimseye sitemim yok kendi izlenimlerimi düşüncelerimi ya da yaşanmışlıklardan yaptığım çıkarımları şiirle ve yazıyla anlatıyorum. Görüş belirtmeseler de okuyan oluyor onlarda bana yetiyor diyelim...
çok teşekkür ediyorum saygımla