6
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
714
Okunma

Şeker çok hain bir hastalıktır. Vücudun bilinmez bir yerine çöreklenmiş yılan gibidir. Ne zaman neye sinirleneceği, ne zaman hangi organını sokacağı hiç belli olmaz. Onun nazını çekmezsen, yataklara düşürür seni. Gözlerin kararır, dengen bozulur. Elin ayağın tutmaz olur. O ye derse yiyeceksin, yeme derse yemeyeceksin.
Hanım da ben de şeker hastasıyız. Oruç tutamıyoruz. Mutfağın perdeleri sıkı sıkıya kapalı. Bir iki lokmayı kendi malımıza hırsızlık gibi, utanarak, üzülerek yiyoruz. Oldum olası kahvaltıda sohbet ederiz. Eski günlerdeki üzüntülerimizi, neşelerimizi yoklukları, anlatır duygulanırız.
Bundan üç gün evvel hanım kahvaltıda:
“ Bu gün 54 ncü yılına giriyor evliliğimiz. Daha dün gibi değil mi?”
Ben yaş, evlilik, doğum gibi günleri takip etmem. Hatırlamam da.
“Demek o kadar oldu ha? Sana ne hediye alayım?”
“Allah razı olsun, bir dediğimi iki etmezsin. Bir şey istemiyorum. Allah ağızımızın tadını bozmasın yeter”
Sonra başka konulara geçtik. Ama benim kafama takılmıştı. Ona bir sürpriz yapmalıydım. Akşama doğru:
“Ben biraz dolaşayım.” Diye evden çıktım,-Burdur şişi- ile ün yapmış kebapçıya gittim.
“Bana iki adet bir buçuk şiş yapın. Adresim şu. Bir saat sonra gönderin. Borcum ne kadar?”
Söylenen rakam bana göre oldukça yüksekti. İlave etti:
“Abi yanında soğan da isterseniz onun için de ilave ücret alıyoruz.”
“Kalsın.” Dedim. “Kalsın” soğan istemem.
Getirdiler siparişimi.
“Hanım gel. Karnımızı doyuralım.”
Paketi açan hanım hayretle:
“Aaa… Burdur Şişi bu. Dünyanın parasını vermişsindir şimdi sen buna. Et bizim neyimize be adam?”
“Senin canın sağ olsun. Merak etme üç taksit yaptırdım. Yalnız içinde soğan yok. Soğan için ilave ücret alıyorlardı. İstemedim.”
Sofradan kalktı. Elinde takılarını koyduğu kutuyla geri döndü. Kapağını açtı. İçinden çıkan iki baş kuru soğanı masaya bıraktı:
“Soğan da benden olsun. Çocuklar bayrama gelir de isterlerse diye saklamıştım. Sağlık olsun bayram ikramiyesi verilince onlara da alırım.”
Doğranmış soğanlarla birlikte zevkle yedik şişlerimizi. Aradan fazla zaman geçmemişti ki. Bir halsizlik hissettim. Ellerim titriyor, ayaklarım tutmuyordu. Hanım:
“Ne oldu sana şimdi? Yüzün bembeyaz.”
“Bilmiyorum. Dermanım kesildi birden.”
Hanıma baktım. O da iyi değildi başını tutamıyor, gözlerini açamıyordu. Rahatsızlığımız gittikçe artıyordu. Zorlukla 112 yi arayıp evin adresini verdim:
“Biz iyi değiliz çabuk gelin.”
Uzun sürmedi ambulansın gelmesi.
Beni hanımı, sedyeyle ambulansa aldılar. Yanıp sönen ışığını yakıp, o bildiğimiz sesini de açtılar. İkimiz de kendimizde değildik acile geldiğimizde. Genç doktorlar bize serum takıp, tansiyon ölçüler. Kan idrar numuneleri alıp hemen tahlile gönderdiler. Her ne kadar kendimizde değilsek de konuşulanları duyuyordum. Hastalığımıza bir teşhis koyamıyorlardı.
Sonunda Hocalarına haber verme kararı aldılar.
“Risk almayalım Hocaya haber verelim.”
Gelen gözlüklü top sakallı hocaları önce bana:
“Hohh… De bakalım.”
Ben hohladım.
“Tamam, yine aynı hikâye. Ramazanda bu vakalar arttı. Sökün çocuklar serumları.”
Ben anlaşılır anlaşılmaz zayıf bir sesle:
“Hocam hanımda rahatsız.”
“Onu hikâyesi de aynıdır. Muayeneye gerek yok. İkiniz de soğanla birlikte et de yediniz değil mi?
“Evet.”
Sen nereden emeklisin?”
“Silahlı Kuvvetlerden.”
“Bak birde Ordu mensubuymuşsun. Emrindeki eğitimsiz personele fazla yüklenirsen isyan eder değil mi? Mide de öyledir. Eğer mideye bir gıda uzun süre girmediyse, birden yüklenmeyeceksin. Mide isyan eder. Ne yemiştiniz?”
“Ben de hanım da birer buçuk Burdur şişi.”
“Tamam, canım benim teşhisim doğru. Şimdi sizi evinize göndereceğim. Üç gün sadece çorba ekmek yiyeceksiniz. Ancak kendinize gelirsiniz.
Birine Profesör unvanı boşuna verilmiyor. Hoca işi çözmüş teşhisini de koymuştu.
Üç gündür çorba ekmek yiyoruz. Biraz kendimize geldik. Daha sonra mideyi sebzeye alıştıracağız.
Et mi ne olacak?
Ona da Temmuz da gelecek zamma göre karar vereceğiz…