AHDE VEFA (2) Bir devrin unutulmaz hatıraları...
AHDE VEFA (2)
...Bir devrin unutulmaz hatıraları...
1985 yıllarında istemediğimiz olaylar olmuştu Avrupa genelinde. Asi rüzgarlar, fırtınalar, depremler üzerimize üzerimize geliyordu. Avrupa ülkücülerinin Almanya Frankfurt’ta Avrupa Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu bulunuyordu. Aslında Türkiye dışı ülkelerde yaşayan Türk toplumunun sesi, kulağı, gücü, onları sarıp sarmalayan sıcacık kutlu bir ocak, otağımızdı. Avrupa genelinde toplantı olduğunda Lahey’e aşağı yukarı 600 km. mesafedeki federasyonumuza giderdik. Özel arabalarımızla veya duruma göre otobüs kiralayarak pür neşe içinde marşlar söyleyerek, şiirler okuyarak coşardık yol boyunca. Ali Özdemir, Sefer Şimşek, Hamit Kadakal, Murat Özyiğit önderliğinde kendi imkanlarımızı seferber ederdik. Rızkımızın bir kısmını hareketimize ayırmanın bilincinde idik ve fedakarlık yapılmadan zafere ermenin imkansızlığını bilenlerdendik. Bir elimiz davada, bir elimiz cüzdanımızda idi fedakarlık için. Bilmiyorum ama biz böyle yaratılmışız. O zamanki ruhumuzun diriliği bir başkaydı! Hiç üşenmeden, dudak bükmeden şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere ülkümüzün aşkı ile koşardık. Yukarıda dediğim gibi çıkarlarına yenik düşen kelli felli, önünde asker gibi dimdik durduğumuz başkanlar hareketimizi peşkeş çektiği yıllar çok zor anlar yaşatmıştı bizlere. Her gün omuz omuza olduğumuz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen arkadaşlarla birilerinin hırsı ile ters düşmüştük. Başbuğumuz Kenan Evren denen ülkücü katili Türk düşmanı ve onun ortağı Özal’la birlikte başbuğa yapmadıklarını bırakmamışlardı ve tezgah üstüne tezgah kurarak bizleri parçalamanın şeytani oyunun içerisindeydiler. Ülkücü görünümlü Halil Şıvgın gibi adamlarla bunu yapıyorlardı.
İdamla yargılamaya kalkıştıkları başbuğ hapisten çıkar çıkmaz hareketimizi bölme, paramparça etmek için oyunlarını sahnelemişlerdi. Her haliyle iyi niyetli, muhteşem bir insan olan başbuğ, Avrupa Türk Federasyonun başına görevlendirdiği kişi de bahsettiğim keferelerle gizliden bir olunca onlara ajanlık yaparak hareketimizi ikiye böldüler. Bizden ayrılanlar da ayrı bir federasyon kurmakla gecikmediler. Serdar Çelebi ve Ali Batman önderliğinde federasyon gibi bir birlik kurdular. Bu ihanete, talihsizliğimize çok üzülmüş, derin yaralar almıştık. Halbuki ne coşkulu, yarınlarından emin hallerimiz vardı. Yürekler topluca atıyordu.
Lahey ülkü ocağını kurduğumuz Kaapseplein 19 nolu yerdeki ocağımızda toplumumuzu bilgilendirmek için yoğun çalışmalar yapıyorduk. ’’Yeni Birlik’’ dergisini çıkarmaya başlamış, Murat Özdemir ve Bayram arkadaşımızın önderliğinde illagal Gurbet Radyosunu bile kurmuş, uzun mesafelere ulaşacak şekilde yayın yapıyorduk. O zamanlar böyle bir şey olmadığından halkımız sürekli bizi dinliyordu. Hollanda NOS radyosunun haftada Türkçe haber sunan bir proğramı vardı ve o yayında sol kesimin elindeydi. Kendi istekleri doğrultusunda 10 dakikalık proğramı pek de dinleyen yoktu. O nedenle bizim radyo sürekli dinleniyor, vatan hasretini dindirecek proğramlarda yapınca halkımız bizi bağrına basıyordu. Dergimiz Yeni Birlik’in (Bizim Birlik dergisini de Hollanda Türk İslam Vakfını kurduğumuzda yayın hayatına başlamıştı) yazımı, basımı da bambaşka bir neşe kaynağımızdı. Bütün arkadaşlarımız dört eller sarılıyordu. Sefer genel yayın yönetmedi idi ve Okuyucuya seslenişini ve siyasi makaleleri o yazıyor, Murat Özyiğit hocamız kültür sayfası hazırlıyor ve sayfasının yönetmenliğini yapıyor, çoculara yarışmalar düzenliyordu dergi aracılığı ile. Ali Özdemir ülküdaşımız da, milli ülkü konularını işliyor ve adı sanı duyulmamış bir ressam olarak da derginin kapağını muhteşem çizimleri ile güzelleştiriyordu. Ali Özdemir’le Ayhan Yıldız’ın ocağın salonun duvarına yaptıkları dev yağlı boya resmi görenleri hayranlık içinde bırakıyordu Tablo, Fatih Sultan Mehmet Han’ın beyaz atı üzerinde İstanbul’a ilk girişi resmedilmişti.
Ramazan ayı girdiğinde ocağımızda otuz gün boyunca iftar yemekleri veriyor, her perşembe akşamları Kuran okunuyordu. Gündüzleri okuldan dönen o muhitte oturan çocuklarımıza dini, kültürel, Türkçe yazıp okuma derleri veriliyor, Kuran öğretiliyordu. Bu eğitim, çocukların okul tatillerinde de devam ediyordu.
İşte; bu güzellikleri yaşarken huzurumuzu bozdular, ülküdaşlar arasına fitne tohumları ektiler. Bir kaç yıl kendimize gelemedik desek yeri var! Ayrılık rüzgarların ayazı bizi çarparken Başbuğumuz Hollanda’ya geldi, misafirimiz oldu. Geldiğinde teşkilatımız yoktu. Ayrılıklardan dolayı teşkilatsız kalmıştık. Başbuğumuzu Lahey’de ki ocak başkanlarımızdan Musa Yaman’ın evine misafir etmiştik. Kendisine bağlı olan arkadaşlarımızla bir toplantı yapılmıştı. O koskoca başbuğ yıllarını çile ve ızdıraplarla, hücrelerde, mahpuslarda kalmasına rağmen dinçliğinden, azimliğinden hiç bir şey kaybetmediğini görmüş, Rabbimize şükürler etmiş, ömrünün uzun olması için dualar yollamıştık Yaradanımıza. . Allah başımızdan eksik etmemesi Dünya Türklüğünün can bulması, uyanış göstermesi idi temennimiz.
Sohbet esnasında Başbuğa diğer arkadaşlarımız gibi bende kendisine sorular sormuş, tek tek cevaplamıştı. Samimiyeti o denli sıcaktı ki; sanki aynı yaştaymış gibi onunla konuşuyorduk. Bana gülümseyerek şunu sorduğunu hiç unutmam. ’’ Oğlum senin kaç çocuğun var!’’ dediğinde şöyle bir irkilip şaşırdım. Kendime gelince kısık sesle ’’’Şimdilik üç tane başbuğum!’’ diyebildim. Gözlerimin içine baktı baktı ’’ Evladım benim yedi tane çocuğum var. Üç yetmez! Anadoluyu Türk çocukları ile doldurun!’’ deyince, mahçup mahçup ’’Peki başbuğum!’’ diyebildim yutkunarak. Bu durumu eve gidince hanıma aktardım ve kendisine ’’ Ben de dokuz tane evlat isityorum. Şimdi üç evladımız var, altı tane daha olsun!’’ değince küplere binmişti! Bizim de ondan sonra bir çocuğumz daha oldu. 4’lemiştik çocukları!.. Ama benim hayalim hep dokuz çocukta kaldı!
Başbuğ Hollanda’ya geldiğinde ben Hollanda Ülkü Ocakları genel sekreteri idim. Hem Lahey’de, hem Hollanda ve Avrupa genelinde koşturup duruyordum davamızı bir adım ileriye götürebilirmiyiz diye. Başbuğun Hollanda da olması nedeni ile bana büyük işler düşüyordu. Uyumayı ertelemiştik. Sadece ben değil, dava için koşturan samimi arkadaşlarımızdan Ali Özdemir, Murat Özyiğit, Musa Yaman ve diğer arkadaşlarımızda koşuşturmaktan geri durmuyorlardı. Her şey Türklük içindi. Türk İslam davasının muzafferiyeti her şeyin üstündeydi bize göre...
Başbuğumuz başka bir şehirdeki ülküdaşlarımızla görüştükten sonra Rotterdam’daki merkez binamıza gelerek oradaki vatandaşlarımzla da sohbet edecekti. Geleceği gün bizim ekip gece Rotterdam’da nöbet tuttu. Belli sokaklara arabalar içinde gizlenen nöbetçiler koymuştuk. Oradaki ortam pek emin ve tekil değildi. Ocaklarımızın genel başkanı Hüseyin Dede Aksar ağabeyim beni arayarak ’’ Aman hiç bir şey eksik olmasın! Dikkatli olun. Başbuğumuza mahçup olmayalım Sefer’im’’ diyerek tenbih etmişti. Bu nedenle o gün sabaha kadar hiç uyumamıştık. Genel Merkezin olduğu yerde hoşnut olmadığımız insanlar vardı ve bunlar gece tehlike arz edebilirlerdi. Sokakları sürekli kolaçan ettik...
Sabahın güneşi ışıdığında içimiz rahatlamış, genel merkezde zeytin, peynir ekmekle kahvaltımızı iç ferahı ile yapmıştık. Başbuğun geleceği saati beklemeye başladık Ozan Arif’in ’’ Ölmez Bu Hareket türküsünü ve marşları dinleyerek... Gençlerimizde teşkilatı güzelce süslemişlerdi. Bayraklarımız, Bozkurt flamaları, Üç Hilal bayrakları Tanrı Dağından, Ötüken’den gelen rüzgarın tılsımı ile nazlı nazlı dalgalanıyordu başbuğu karşılama sevinciyle...
Devam edecek
Zafer Direniş
...
Gurbetin Bozkurtları
Fotoğraf: Trabzon Akçaabat’tan Ali Özdemir, Sivas’tan Ahmet ülküdaşımız Başbuğ Alparslan Türkeş’le bir hatıra o günlerden...
YORUMLAR
o yıllarda bizde bur da Aşık sefa-i ve Hasan sağındık la ocak açılışları yapıyorduk...Elbette bu gün içinde söyleyecek çok sözüm var. "Ya devlet başa ya kuzgun leşe" deyip bitireyim...
selam ve saygımla...
direniş
JHasan Sağındığı çok dinlerdik o yıllarda.
Hafızamda kalan anıları yazmaya çalışıyorum amatör ruh ve kalemimle.
Var olasın.
saygılar