- 228 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATA HAKİKAT PENCERESİNDEN BAKAN ALP/EREN : YAVUZ SULTAN SELİM
M. NİHAT MALKOÇ
Mısır seferi sonrasında elde ettiği zaferle halifeliği Abbasilerden alıp Osmanlı’ya kazandırarak Osmanlı devleti içerisinde şahsına münhasır bir yer teşkil eden Yavuz Sultan Selim, tarihimiz içerisinde adından saygıyla söz edilen büyük bir şahsiyet abidesidir. Yavuz Sultan Selim, Ayasofya Camii’nde yapılan bir törenle, son Memluk halifesi III. Mütevekkil’den halifeliği devralmıştır. Kutsal toprakları Osmanlı sınırlarına kattığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü’l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü’l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilân etmiştir.
Tarihte "I. Selim" olarak da bilinen Yavuz Sultan Selim10 Ekim 1470’te babasının sancak beyi olarak bulunduğu Amasya’da dünyaya gelmiştir. Babası Sultan II. Bayezid, annesi Dulkadiroğulları Beyliği hükümdarı Sultan Alaüddevle Bozkurt Bey’in kızı Gülbahar Hatun’dur. Sultan Selim diğer Osmanlı padişahları gibi iyi bir manevî eğitimden geçmiştir. Yavuz Sultan Selim deyip de geçmemek lâzım. O, Osmanlı’nın en büyük padişahları arasında en önde gelenlerdendir. Osmanlı devletinin en görkemli dönemlerine şahit olan Yavuz Sultan Selim, aynı zamanda Osmanlı’nın ilk halifesi olarak da tarihteki eşsiz yerini almıştır. Bu şerefli unvan, onun büyüklüğüne büyüklük katmıştır. O, Bizans(Doğu Roma) saltanatına son vererek çağ açıp çağ kapayan Fatih Sultan Mehmet’in torunudur. Yavuz Sultan Selim dokuzuncu Osmanlı padişahı, aynı zamanda ilk Türk İslâm halifesidir.
Trabzon Valiliğinden saltanata giden uzun ve çileli yol
Yavuz Sultan Selim’in tespit edilebilen ilk görevi Trabzon Sancakbeyliği’dir. Bu görevde 24 yıl boyunca kalmıştır. Buraya 1487’de gelmiştir. Trabzon’a gelirken Çok sevdiği annesi Gülbahar Hatun’u da yanında getirmiştir. Zaten annesi Gülbahar Hatun’un mezarı da Trabzon’da Atapark mevkiinde kendi adına yapılan caminin avlusunda bulunmaktadır.
Yavuz Sultan Selim’in, bugünkü anlamda söylemek gerekirse valilik yılları ona idarî anlamda çok şey kazandırmıştır. Buradayken özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir mesele teşkil edecek olan Şah İsmail’in faaliyetlerini dikkatle takip etmiştir. İzlenimlerini payitaht merkezi olan İstanbul’a bildirmiştir. Bununla da kalmamış Gürcü kralına yönelik seferde bulunmuş, bu seferde zaferle dönmüştür. Babası II. Bayezid bu seferin başarılı neticelenmesinden memnun olsa da Şah İsmail’le fazla sürtüşmemesini, düşman kazanmamasını oğluna tavsiye etmiştir. Fakat bu tavsiyesi pek işe yaramamıştır. Çünkü görünen o ki Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’le mücadeleyi hiç bırakmamıştır.
Sert mizacının yanında mütevazı bir kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, halifeliği Osmanlıya getiren padişahtır. 29 Ağustos 1516’da hilafet makamı, onun sayesinde Abbasilerden Osmanlı’ya geçmiştir. Yavuz Sultan Selim, Ayasofya Camii’nde yapılan bir törenle, son Abbasi halifesinden “Hâdim’ul-Harameyn’uş-Şerifeyn” ( Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) unvanını devralmıştır. O, İslâm ümmetinin 88. halifesi olarak kayıtlara geçmiştir.
I. Selim, gözünü budaktan sakınmayan yiğit bir padişahtı. Yavuz Sultan Selim tahtta kaldığı sekiz yıllık kısa zaman içerinde Osmanlı’nın 2.375.000 kilometre kare olan toprağını 6.557.000 kilometre kareye yükseltmiştir. Meşhur şeyhülislâm ve tarihçi Kemâlpaşazâde (1468-1534) Yavuz Sultan Selim’i şöyle anlatır mısralarında: “Az zaman içre çok iş etmiş idi, sayesi olmuş idi âlem-gîr,/Şems-i asr idi, asırda şemsin, zılli memdûd olur zamanı kasır;/ Tâc ü tahtıyla fahr eder beyler, fahr ederdi anınla tâc ü serîr.” Bu ifadeleri günümüz Türkçesine çevirdiğimizde şu mânâ çıkıyor ortaya: (Az zamanda çok işler başarmıştı, gölgesi bütün ci¬hanı tutmuştu. 0 padişah ikindi güneşi gibi idi, bu va¬kitte güneşin gölgesi uzun, ömrü kısa olur. Beyler, taç ve tahtlarıyla övünürken, taç ile taht bizzat onunla övünürdü).
Yavuz Sultan Selim mala mülke ve makama değer vermeyen iyi bir Müslüman’dı. Sultan Selim’in gayesi, Müslümanları ve İslâm devletlerini bir bayrak altında toplamaktı. Aşağıdaki mısraları bu ulvî gayesini ortaya koymaktadır: "Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi,/Kuşe-i kabrimde dahi bi-karar eyler beni/Müttehidken savlet-i a’dayı def’a çaremiz,/İttihad etmezse millet da’dar eyler beni." Günümüz Türkçesi şöyledir: "Milletimin ayrılma bölünme endişesi,/Mezarımda dahi rahatsız eder beni/Saldırgan düşmanlara karşı birleşmek iken çaremiz,/Birlik olmazsa, kızgın demirle dağlanmış gibi yanarım."
Hakikat odur ki I. Selim padişahlığı süresince gecesini gündüzüne katarak çalışmış, Osmanlı’nın idaresinde çıtayı yükseltmiştir. Anadolu’da birliği sağlayan Yavuz, İpek ve Baharat Yolu’nu ele geçirerek ticarette etkin bir konuma gelmiştir. Bu da huzuru ve refahı beraberinde getirmiştir. O, sekiz yılda seksen yıllık iş yapmıştır. Zaman onun devrinde adeta genişlemiştir. Seferden sefere, zaferden zafere koşmuştur. Bu mühim seferler ve zaferler arasında şunları sayabiliriz: "Çaldıran Zaferi, Doğu ve güney sınırlarındaki önemli kale ve şehirlerin fethi, Mısır Seferi, Mercidabık Zaferi, Ridaniye Zaferi, Hilâfetin Osmanlıya getirilmesi, İdarî düzenlemeler ve ıslahat çalışmaları; Askerî alanda modernleştirme çalışmaları, Donanmayı güçlendirme, İmar ve iskân faaliyetleri, İlmî-edebî çalışmalar..."
Yavuz Sultan Selim, şairlerin de şiirlerin de sultanıdır.
Osmanlı padişahları çok yönlü insanlardı. İyi birer devlet adamı oldukları gibi, iyi de sanatkârdılar. Birçok Osmanlı padişahı şiire ve edebiyata gönül vermiştir. Bunlar arasında II. Murad "Muradî", Fatih Sultan Mehmet "Avnî", II. Bayezid "Adlî", III. Selim "İlhamî", I. Ahmed "Bahtî", Kanunî Sultan Süleyman ise "Muhibbî" mahlasıyla usta işi şiirler yazmıştır.
Şiire ve edebiyata gönül veren Osmanlı padişahlarından biri de Yavuz Sultan Selim’dir. O şiirlerinde "Selimî" mahlasını kullanmıştır. Osmanlı padişahları arasında sert bir mizaca sahip olan Yavuz, aslında naif bir gönül adamıydı. Güçlü bir siyasî iktidarı elinde tutmasının yanında, edebî iktidarı da tescil edilmişti. O, sadece Osmanlı cihan devletinin değil, aynı zamanda kelimelerin de sultanıydı. Gönül sultanlığını tahtlardan ve taçlardan daha üstün tutardı. "Resimli Türk Edebiyatı Tarihi" adıyla kıymetli bir eser kaleme alan edebiyat tarihçimiz Nihat Sami Banarlı onu şöyle anlatır: “Yavuz’un şiir sanatına vukufu ve o çağlarda şiir söylemeyi mümkün kılan umumî bilgisi ve edebî kültürü hakkında, onun Farsça Divanı bize kâfi bir fikir verebilecek mahiyettedir. Bu küçük divanı dolduran ince, hisli şiirlerde duygu unsuru derecesinde bilgi, görgü ve tefekkür unsurunun da kuvvetli bir hissesi vardır.”
Osmanlı padişahlarının birçoğu gibi Yavuz Sultan Selim de ilme ve âlime çok değer vermiştir. Onları el üstünde tutmuştur. Kendisi Arapça ve Farsçayı iyi derecede bilen bir padişahtı. Öte yandan Yavuz, Osmanlı sultanları arasında Farsça divanı olan tek padişahtır. Küçük yaşlarda Kuran-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrenmiştir. Hafızası çok güçlü olan Yavuz Sultan Selim, aynı zamanda bir satranç ustasıdır.
Yavuz Sultan Selim’in Türkçe şiirleri Farsça şiirlerine nazaran daha azdır. Onun aksine, şiirdeki rakiplerinden Şah İsmail, Anadolu halkını etkileyebilmek için "Hatai" mahlasıyla Türkçe şiirler yazmıştır. Bazı rivayetlere göre Yavuz da İran halkını etkilemek için şiirde Farsçaya ağırlık vermiştir. Sehi Çelebi, Selim Han’ın şairlik yönünü anlatırken: “Şiirleri âşıkane ve merdanedir. Şayet padişahlık etmeyip halkın, ileri gelenlerin ve memleketin işleri ile uğraşmak yerine gönül rahatlığıyla tamamen şiire yönelseydi, her tarafta meşhur olan Hüsrev-i Dehlevi’nin şiirleri onunkiler yanında, okunma hakkına sahip olacak kabiliyette olmazdı” demiştir. Tanzimat edebiyatının hürriyet şairi Namık Kemal, Yavuz Sultan Selim’in şairliği için “Sultan Selim, benim zannımca asrının en büyük şairidir” ifadesini kullanmıştır.
İyi bir şair olan Yavuz Sultan Selim aynı zamanda hayata geniş pencerelerden bakan bilge bir insandı. O, kendini zahirî ve batınî ilimlerde çok iyi yetiştirmişti. Onun birbirinden kıymetli sözleri zihinlerimizi süslemektedir. Bunlardan bir kısmını paylaşmak istiyorum: "Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.", "Haine cesaret veren merhamet, zulme yakındır.", "Devletleri yıkan tüm hataların altında nice gururun gafleti yatar.", "Biz bunca meşakkate alkış uğruna katlanmadık, halis niyetimiz rızayı ilâhîdir.", "Âlimlerin bindiği atın ayağından üstümüze sıçrayan çamur şerefimizdir.", "Ben Allah’ın emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardım etmek için zırh giydim, kılıç kuşandım!", "Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş/ Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş…"
Haliç’i temaşa eden manevî bir sığınak: Yavuz Sultan Selim Camii ve Külliyesi
İstanbul’un yedi tepesinden beşincisinin üzerine kondurulmuş bir abide olan Yavuz Sultan Selim Camii, Yavuz Sultan Selim Külliyesi içerisinde bulunan bir şaheserdir. İstanbul’da XVI. yüzyılda Kanûnî Sultan Süleyman tarafından babası Yavuz Sultan Selim adına yaptırılan söz konusu külliyenin içinde Sultan Selim’e, Hafsa Sultan’a ve şehzadelere ait türbeler, mektep, tabhane(matbaa), imaret ve hamam bulunmaktadır. Külliyenin imaret ve hamamı ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Külliyenin cami, tabhâne, türbe, mektep ve imaretinin, o sıralarda mimarbaşı olan Acem Ali tarafından, hamam ve kervansarayın da Mimar Sinan tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Cami ve külliye Fatih ilçesinin Yavuzselim semtindeki Çukurbostan denilen Bizans açık su haznesi yanında, Haliç’in dik yamaçları üzerindedir. Caminin, cümle kapısındaki Arapça kitabeye göre, 929 Muharrem’inde (Aralık 1522’de) Yavuz Sultan Selim’in emriyle yapılmış olduğu yazılıdır.
İstanbul’un en güzel camilerinden biri olan Yavuz Sultan Selim Camii, ihtişamlı görünüşüyle İstanbul’un yedi selâtin camisinden biridir. Bu hâliyle gözlere ve gönüllere huzur katmaktadır. "Vakfiyesinde minber, mihrap, minare ve şadırvanlı olarak belirtilen Yavuz Sultan Selim Camii, büyük kubbesi ve birer şerefeli iki minaresiyle tabhâneli camilerin son örneğidir. Kesme küfeki taşından inşa edilen yapıda yer yer bazı kemerler ve bazı kısımlarda kırmızı taş kullanılmıştır. Klasik üslûptaki iç avlu üç kapılıdır ve kubbeli bir revakla çevrilidir. Mermer döşeli avlunun ortasında bir şadırvan bulunur. Cami plan olarak daha çok Edirne Beyazıt Camii’ne benzemektedir. İki tarafında dörder odalı tabhâneleri vardır. Tek kubbesi duvar içine gizlenmiş dört büyük kemer üzerine oturur. Minareler avlu yan duvarları ile tabhânelerin birleştiği köşelerdedir." (İslâm Ansiklopedisi c. 37, s. 514)
Caminin kuzey ve doğusundaki dış avlusu muhteşem bir Haliç manzarasını temaşa et(tir)mektedir. Caminin iç avlusuna üç kapıdan da girilebilmektedir. İç avludaki kubbeli ve sekiz mermer sütunlu şadırvan klasik Osmanlı mimarisinin görülmeye değer bir örneğidir. Öte yandan caminin son cemaat mahallinin pencerelerinin üzerinde bulunan çini panolar muhteşemdir. Son cemaat yeriyle birlikte avluyu 18 sütun ve 22 kubbe çevirmektedir.
Beşinci tepede sonsuzluğu solumak yahut Yavuz Sultan Selim Han Türbesi
Osmanlı’nın ilk halifesi Yavuz Sultan Selim, son olarak Ordu-yu Hümayun’la Edirne seferine çıktı. Fakat 22 Eylül 1520’de Tekirdağ ilinin Muratlı ilçesine bağlı Sırt köyünde “şirpençe(aslan pençesi)” denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşındayken vefat etti. Daha sonra cenazesi İstanbul’a getirildi ve Fatih Camii’nde Zenbilli Ali Efendi tarafından namazı kılınarak Çukurbostan yanındaki bu mevkide defnedildi. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Yavuz Sultan Selim’in türbesi oğlu Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1516-1522 yılları arasında Fatih’te Haliç’e hakim olan bir tepede inşa edilmiştir. Külliyenin kıble yönündeki haziresinde yer alan bu türbede, kıbleye göre en sağda olan sanduka Yavuz Sultan Selim’in sandukasıdır. Bu türbenin yanında bulunan benzer mimari özellikleri bulunan öbür türbede ise, Kanunî Sultan Süleyman’ın küçük yaşta ölen kızları ve şehzadeleri metfundur. Külliye haziresinde Kanunî’nin annesi Hafsa Sultan’ın mezarı da yer almaktadır.
Yavuz Sultan Selim’e ait türbe, Sultan’ın şanına yaraşır bir sanat eseridir. Kapısı, pencere kapakları ve türbe içindeki ahşap parmaklığın sedef işlemeleri harikuladedir. Türbede Yavuz Sultan Selim’in sandukasının üzerinde örtülü bir kaftan vardır. Bu kaftanın hikâyesi oldukça ibretlidir: "Mısır seferi, Osmanlı tarihinde bir padişahın katıldığı en uzun süreli sefer-i hümayundur. Mısır fethedilip İstanbul’a dönülürken Adana civarına gelindiğinde ordu şiddetli bir yağmura yakalanır. Ortalık çamur deryasına dönmüştür. O bölgede konaklama kararı verilir. Ertesi gün yolculuğa devam edilir. Sultan Selim Han, devrinin büyük ilim adamlarından Kemal Paşazade ile sohbet ederek yol almaktadır. Bir ara Kemal Paşazade’nin atı tökezler ve atın ayağından sıçrayan çamur, padişahın kaftanını kirletir. Kemal Paşazade son derece mahcup olmuştur. Yavuz Sultan Selim, bu büyük ilim adamını mahcup etmemek için hizmetçilerine der ki: "Bana yeni bir kaftan getirin ve bu elbisemin üzerindeki çamurları da sakın temizlemeyin! Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için kıymetlidir. Ben öldüğüm zaman bu kaftanımı, sandukamın üzerine örtersiniz."
Bu cihana Yavuz Sultan Selim gibi Hakk ve hakikat dostu cesur bir padişah geldi. Çıktığı seferlerdeki yiğitliğiyle göz doldurdu. Hakk uğruna ölümü göze aldı. Tahtta kaldığı sekiz yıllık süreye seksen yıllık işler sığdırdı; sonra da henüz ellisindeyken sessizce bu dünyadan çekilip gitti. Onun ölümü üzerine Yahya Kemal "Selimname" adlı o abidevî şiirini yazdı. Bu şiirde Yavuz Sultan Selim’i yere göğe sığdıramadı. Yazımı bu şiirden aldığım beyitlerle sonlandırmak istiyorum: "Eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür/Gûş-ı cihâne velvele-i bâl ü per gelür//Devr-i fütûhu Sûr-ı Sirâfîl müjdeler,/Hak’tan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür//Ebvâb-ı Ravza-i Nebevî’den firiştegân,/Cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür//Derk ettiler ki merkad-i pâk-i Muhammed’e,/Rûhu’l-Kudüs’le Arş-ı Hudâ’dan haber gelür//Rûy-i zemîni tâbi-’i fermânı kılmağa,/Sultan Selîm Han gibi bir şîr-i ner gelür."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.