- 253 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
CANIM KIZIMIN DOĞUMU
Babası Vakıflar Bankası’nda sözleşmeli veznedar olduğu, sözleşmesinin yenilenmediğinden dolayı çok az maaş aldığı için bir sene nişanlı kalmamıza rağmen bir türlü evlenememiştik.
Çünkü, ailesinin maddi durumu iyi değildi, her şeyi kendisi yapmak zorundaydı.
İyi ki 12 Eylül darbesi olmadan önce sözleşmesi yenilendi de düğün tarihini belirleyebildik. Darbe sonrasına kalmış olsaydı daha çok beklememiz gerekecekti...
Sözleşmesi olur olmaz düğün tarihini sekiz Ekim tarihine belirlemiştik.
12 Eylül’de darbe olup da tüm izinler ve raporlar kaldırılınca yine işlerimiz sarpa saracaktı ki böyle zamanlarda hepimizi toplayarak yardımlaşmamıza öncülük eden Hatice Uslu ablamız vardı.
Iki oğlu da daha çok küçük olmalarına rağmen bütün arkadaşlarımızı toparladı ve iş bölümü yaptı.
Bir kısmımız köye giderek döşek ve minderleri dikti, pamuklarını doldurdu, bir kısmımız yorganları kapladı, bir kısmımız kiraladığımız evi temizleyip düzenledi, sıra düğüne geldi.
Düğünden bir gece önce evimizin önünde kına gecesi yapıldı. Ertesi günü de ilk belediye başkanımızın yaptırmış olduğu düğün salonunda evlenmiş olduk. Babasının nikah şahidi bankasının müdürü, benimkisi ise lojmanda aynı odayı paylaştığım hemşire arkadaşımdı.
Gece sokağa çıkma yasağı olduğu için düğün saat 23 de bitmek zorundaydı.
Düğün bitip de fotoğraflar da çekildikten sonra tüm yakın akrabalarla vedalaşma töreni olur ya, bir baktım ki anacığım ortalıktan kaybolmuş.
Zaten çalıştığım için sürekli yanlarında olmasam da sonradan öğrendiğime göre o anda dayanamayacağını düşünmüş.
Hâlâ arkasından eve gidip de vedalaşmayı düşünemediğim için içimin sızladığını hissediyorum.
Salondan ayrılıp da evimize gidinceye kadar da sürekli ağladığımı anımsıyorum.
O zamanlar damadın arkadaşları kapıda bekler, arkasından iteklerdi evin içine.
Biz eve varıncaya kadar sokağa çıkma yasağı başladığı için bekleyen arkadaşlarımız dağılmak zorunda kalmışlar.
Ileride çocuğumuz olursa kayınvalidem bakar düşüncesi ile evi onlara yakın tutmuştuk..
Üçüncü ve son kat, üzeri de beton olduğu için girdiğimizde buz gibi soğuktu. İmam nikahı için de hazırlık yapılmış, İmam hazır vaziyette bekliyordu.
Önce abdest alıp karşısına oturduk, dualar okuyarak mehir belirlendi, sonra da her ikimize üçer kere "aldın kabul ettin mi" diye sordu.
Şu anki aklım olsaydı eğer, sanki hayvanım da fiyat belirleniyor, hangi zamandayız da kim sözünde duracak, zaten resmî nikahım olmuş, imama ne gerek var diyerek asla kabul etmez, imamı kapı dışarı ederdim. İmam ve erkek tarafı yakınlarımız dağılıp da ikimiz basbaşa kalınca, Isınalım diyerek elektrikli ocağı prize takar takmaz sigortalar attı, tüm apartman karanlıkta kaldı.
Ohh canıma minnetti, zaten çok korkuyordum.
Nedense, davullarla, zurnalarla eğlenerek evleniriz, o gün çiftleşileceğini, ürememiz için bunun kaçınılmaz olduğunu cümle alem bilir de konuşmak hâlâ tabudur, ayıptır, günahtır...
Ben de ailemde o tabularla yetişmiştim.
Bir kızın en güzel çeyizi öpülmedik dudaklarıdır, aman yüksekten atlama kızlık zarın yırtılır, aman limonu fazla yeme kanaman olmaz gibi şeyler tembihlenir durulurdu analarımız tarafından. Özellikle ilk gece kanaması için özel nakışlı bezler hazırlanırdı. Yenge olan kişi de ertesi günü kanlı bezi görmeye gelirdi.
Düşünmezler ki bu kız Sağlık Kolejini bitirerek bunların detaylı teorik eğitimini almış. Kızlık zarlarının yedi çeşit olduğunu öğrenmiş. Bazıları var ki cinsel birleşmeye asla izin vermez, daktor müdahalesi gerektirir, bazıları cinsel birleşmeyle değil, ancak doğumda yırtılır. Bir arkadaşımız, kızlık zarı doğumda yırtılan cinsten olduğu için aylarca kız çıkmadı diye işkence gördüğünü, ’bırakın başkasıyla birleşmeyi hayatımda kimseyle öpüşmedim bile evleninceye kadar, istediğiniz doktora götürün muayene ettirin beni" dediğini, o damgayı vuran kayınvalidesi evlerine geldiğinde bile konuşmadığını anlatmıştı.
Anadolu’da ne çok kızımız babasının evine gönderildi kim bilir bu yüzden.
Halbuki erkeklerin bakirelik diye bir derdi yok. Durumu iyi olanlar genel evlerde, fakir köylüler de eşeklerle gideriyordu ihtiyacını.
Eşek damımıza giren birisi babamın pompalı tüfeğine denk gelmiş olsaydı eğer, pisipisine Niyazi olacaktı bir keresinde.
Ovalarda falan çok denk gelirdik öylelerine. Bir keresinde kuduz aşılarını yapma sırası bendeydi o ay da Baklacı köyünün tüm gençlerinin becerdiği eşek kudurmuş, hepsi aşılanmaya gelmişti.
İlk gece karanlıkta kaldık demiştim ya en son, ertesi günü sabah yengem kapıyı çalınca, ben diyorum ki "çık kapıya bir şey olmadığını söyle" O diyor ki "sen söyle "
En sonunda kabak benim başıma patladı, kapıyı hafif aralalayarak " olmadı yenge " deyip gönderdim.
Ertesi günü de korkuyla zamansız regl ( ay başı ) oldum, bir hafta da ondan dolayı olmadı.
Ilk olduğunda bağırmaktan apartmanı ayağa kaldırdığım halde nasıl hamile kaldığımı anlamadan evlendiğimizden tam dokuz ay yedi gün sonra kızımı doğurdum.
Amcasının "ilk günden kalmış galiba" dediğini de sonradan öğrendim.
Biliyorsunuz ki yedi aylıktan sonra doğan çocuklar yaşayabiliyorlar da kilolarından erken olduğu anlaşılıyor. Kızım 3 kilo 300 gr, yani normal kilosundaydı, 9 aydan 10 gün öncesi, 10 gün sonrası da normal sayılıyor. Eğer 9 aydan 10 gün önce olsaydı, "evlenmeden önce kalmış" diyecekti denek ki...
Komşumun kızlarından birisi biraz geç yaşta evlenmiş, anne olmuş da ikide bir beni gördükçe "doğum yapmak çok zor oluyor" der durur, ben de " sen doğurabildiysen ben de hayli hayli doğururum İlter Ablacım " derdim kendisine.
15 Temmuz 1981 sabahın yedisinde hafif hafif sancılarım başlayınca "ılık bir duş alayım da hızlansın bari diye düşünmüştüm ki ardı arkası kesilmemeye başladı sancıların, merdivenleri bile kıvrana kıvrana zor indim.
Evim hastahaneye yakındı, iki yürüyüp bir kıvranarak vardık hastahaneye.
Günlerden Çarşamba, sevdiğim ebelerden Şahver Ablacığım da nöbetten çıkmak üzereydi. "Ablacığım beni doğurtmadan gitme ne olur" dedim.
Beni kırmadı, bekledi canım Ablacığım.
Ortalıkta dört dönüyordum sancıdan. Bir de mide bulantısı ve kusma başlamıştı, sanki tüm organlarım birbirinden ayrılıyor gibiydi. Dayanılacak gibi değildi gerçekten.
İşte o anda çok daha iyi anladım anacığımın değerini. Meğer ne kadar zormuş ana olmak.
Babası da yoktu ki yanımda güç alayım. Veznedar olduğu için kasayı açması gerekiyordu.
Neyse ki çok fazla sürmeden saat 10 da canım kızımı kucağıma alınca dünyalar benim oldu. Upuzun siyah saçları, bembeyaz teniyle, sağlıklı ve dünyalar güzeli bir bebekti. Babası ve babaannesi doğumdan sonra yatağıma alındığımda geldiler.
Hemen emzirmeye çalışsam da iki üç gün sütüm gelmedi. Vakumla zorla sağmaya çalıştık insin diye.
Bir gece hastahanede kaldıktan sonra taburcu edildim.
Normal doğum ne kadar zor olursa olsun, anne ve çocuk yönünden bir tehlike yoksa eğer, adı üstünde normal doğum yapmalı tüm kadınlar. Ağrılara dayanamıyorum diyerek kesinlikle sezaryen olmamalı, doktorlar da önermemeliler. Birlikte çalıştığımız, işinde çok başarılı Kadın Doğum Uzmanımız Berrin Korkut Hanım her iki çocuğunu normal doğum yaparak dünyaya getirmişti, kesinlikle de zorunlu olmadıkça hastalarına sezaryen önermezdi. Hem daha sağlıklı bir yaşam, hem de annelerimizi iyi anlayarak değerini daha iyi bilmemiz bakımından...
Daha eve varır varmaz kayınvalidem açtı ağzını, yumdu gözünü.
Neymiş efendim, büyük gelininin doğumlarında hep o bulunmuş başında da biz neden haber vermemişiz, en güvendiği oğlu buymuş da başına Mart karını yağdırmış, önce oğlunu, sonra da kendisini zehirleyip öldürecekmiş.
"Anne haber vermeye kalmadı, zor yetiştik zaten " deyivereyim dediydim, "sen karışma, ben oğlumla kavga ediyorum" demez mi...
Temmuzun sıcağı, ev kaynıyor, buram buram terliyorum, yastığım şımşırık oluyor, su istiyorum, lohusa kadın su içmez diye vermiyorlar. "Yaa ben sağlıkçıyım, benden iyi mi bileceksiniz, çok su içmem gerekiyor, siz beni öldürecek misiniz" diye yerimden firlamamla bitlikte başım dönüyor, bayılacak gibi oluyorum, hemen geri yatıyorum.
Bir taraftan da öyle çok acıktım ki sormayın. Yengem yaş börülce yemeği yapıp getirdi mutfaktan. Bir lokma almamla bitlikte " aaa bu yemek zehir gibi diyerek hemen çıkardım. Meğerse, zeytinyağı yerine, babasının gösterdiği şişeden bulaşık deterjanı koymuşlar yemeğe. "Aaa, zere durmadan köpürdüydü yaparken demez mi Yengem.
Güya faydaları olacak diye yakın tutmuştuk evi. Doğum öncesi hazırlıklarda bile gelip de yapılacak bir şey var mı diye sormadılar ki bilsinler neyin nerede olduğunu. Çocuğuma hazırladığım doğum çantasını bile dayısının kızı getirdi arkamızdan hastahaneye.
Ben onu bunu bilmem, erkek çocukları da kız çocuklarının yapabildiği ev işlerini fazlasıyla öğrenecek, eşine yardımcı olacak, doğumunda başında bulunarak ne zorluklarla dünyaya gelindiğini görecek, anasının, eşinin değerini bilecek, tüm kadınları anası, eşi, kızkardeşi gibi görecek, kötü emeller beslemeyecek, kadınların kapanmasını değil, kendi kötü nefsiyle savaşması gerektiğini bilecek.
Yukarıda saydıklarımı öğreten, erkekleri de doğuran kadınlar olacak.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.