DİN MİLLİYETÇİLİK VE SEMBOLLER
DİN MİLLİYETÇİLİK VE SEMBOLLER
Ne mutlu Türküm diyene veciz sözü Atatürk’ün üstün dehasının ürettiği bir söylemdir. Türk halkının Arap kültüründen ve İslam’a kurulan Araplaştırma örf, gelenek ve adetlerinden kurtarılmasının söylemidir bu söz. İslam dininin Arap esaretinden kurtarılarak özgürce yaşanan bu toprakların Türk toprakları olacağının da belgesidir bu söz.
Türk milleti ırkçı bir söylemin faşist baskıcılığı değildir. Türk milletini vicdanında geçmişten günümüze hasta bir milliyetçilik türü olması hiç değildir. Halkçı bir toplumun kendi kökeninden gelen milli duruşudur. Asla Türk milliyetçiliği ırk despotluğu olmayıp, başka ülkelerin milli duygularına da saygıyı benimseyen bir düşüncedir.
Şunu akıldan çıkarmamak gerekir. Milliyetçiliğin sembolü ırkçılık ve ayrımcılık değildir. Dinin ve inanışların sembolleri de başa türban bağlamak, surata sakal bırakmak, başa sarık sarmak, sırta cüppe giymek, başa Yahudi kıpası örneği namaz takkesi giymek olmayıp ahlak üzere olmak, adaletle hükmetmek Allah vergisi olan aklı kullanarak ve bilim sahibi olmaktır.
Diğer inananlarda da dinin sembolü İsa’nın çarmığa gerilişini temsil eden hac, kilisede çalınan toplantıya daveti temsil eden çan, ağlama duvarında günah çıkarma, din görevlisi papazın elinde sallayarak dolaştığı tütüşü gibi papazların başlarına giydikleri silindirik takkeler gibi şeylerde dinin sembolleri değildir. Bunlar insanların uydurdukları bir çeşit sembolleştirdikleri dinmiş gibi uygulamaya soktukları gelenekleşmiş uygulamalardır.
Allah mekândan münezzehtir dediğimiz halde inançların simgeleşmiş insan eliyle yapılan yapılara da Allah’ın evi diyoruz. Tüm âlemi yaratan zaten var olan bizlerin düşünce yapımızın aldığı kadarıyla her şeyin sahibi odur. Öyleyse yapılan binalara neden Allah’ın evi deniliyor.
İlkel toplumlardan geldiğimiz zamana kadar bu dini görünüm verilen yapılar hep var edilmiştir. Bunlar dini açıdan simgeleştirilmiştir. Gösterişli tapınak ve mabetlere benzetilmiş camiler, camilerdeki minareler, süslü devasa kiliseler, Havralar, sinagoglar, dergâhlar, tekkeler hatta cem evleri denilen yerler dinin simgeleşmiş göze hitap eden yapılarıdır.
Şimdi bir insanın oluşumunun şeceresine bakalım. Bu kişi aklı erdiğinde kendisi mi seçecek ırkını, dinini inançlarının durumunun belirlenmesini milli duygularının oluşumunu. İnsanın bir canlı olarak dünyaya gelişi kendi iradesi ve isteği ile olmaz. Hatta hangi kişinin ve kadının evlilik bağı kurarak doğacağını bunu bilme imkânı var mıdır? İşte doğuşu böyle olunca hangi millet ve toplum içinden yeryüzüne çıkacağını da bilmesi imkânı yoktur.
Din ve inanç konusunda da insanın durumu yaratılmasındaki durumla aynıdır. Baskı ve faşizan dini inanç zorlamaları olmaksızın insanın belli yaşa geldiğinde inandığı ve vicdanının elverdiği ahlakının ve aklının kullanımı sonucunda varabileceği özgür seçimi ile oluşması gerekmez mi?
Irk seçimine gelince bu cehaletin yarattığı ayrımcılığın sonucudur. Hale milliyetçilik İslam inancına ters rotada götürülürse din ve milliyetçilik çatışması doğar. Tarihten günümüze anlıyoruz ki bu ikilikler hep toplumlar ve ülkeler arasında düşmanlıklara kindarlıklara savaşlara ve işgallere kadar gitmiştir. Allah insanları kardeş yaratmıştır. Kavimler oluşturunuz toplumlar kurun ama dostlukları düşmanlıklara çevirmeyiniz denilmektedir.
Her ülkenin halkı kendine göre kendi milliyetçiliği savunur. Milliyetçilik sadece bizim ülkemize has değildir. Hani ben Türk milliyetçisiyim diye öğünmenin de yeri yoktur. Çünkü bu sözü diğer ülkenin halklarından herkes kendi ülkesi adına söyleyebilir. Bu gibi yersiz övünmeler gurur duymalar aşırıya kaçmalar üstünlük duygularına kapılmak bir psikolojik sorunun tezahürüdür. Kısaca ırksal üstünlük hastalığıdır.
O kadar saçma söylemler söyleniyor ki hem milliyetçilik hem de inanç ve dini açıdan saçmalıkları da ortaya koyuyor. Bu konuların siyasi alana taşınması da ayrı bir malzeme oluyor. Ülkenin yöneticisi ekonominin kötüye gitmesi ve beceriksizliğin faturasını bakınız nasıl halkına açıklıyor. Paraları dolar olan ve ekonomileri zenginlikleri belli durumda ki ülkeler için onların dolarları varsa bizimde Allah’ımız var diyor. Hayret edilecek bir söylem. Sanki o ülkelerin halklarını aynı Allah yaratmadı. Allah sadece bizim Allah’ımız bizlere ait. Kültürel ve dini açıdan da yetersiz bilgiye sahip güruhta bu hatalı sözlere alkış tutuyor.
Dini inanış kişiseldir. Kişinin insan olduğu idraki içinde yaşamı boyunca nasıl davranması gerektiği ve nasıl ilişkilerinde sevecen olması gerektiği ile bağını belirler. Bu inanışta din açısından insanların yarattıkları işaret ve sembollerin din olamayacağı ve bunlara tapınırcasına itaatin dini görev bilinmesi doğru değildir. Aynen insanların kökenlerine bakarak aşırıya vardırılan milliyetçilik hastalığını da başka gurup veya ülke halklarına düşmanca davranmalara vardırılması da asla kabul edilemez. Müslüman olanların ümmetçilik inancı da diniden ziyade Arap milliyetçiliğine dönüştürülmüş bir benimsemedir.
Bir inançtan başka bir inanca geçerek sözde din değiştirmede kullanılan sözler ve uygulamalarda birer simgesel işlemlerdir. Örneğin Müslümanlığı kabul eden birisinin Kelime-i Şehadet getirmesi, Hıristiyanlığı kabul edenin İncil de emredilenler kabullenmesi bilhassa Romalılar ayetindeki İsa Mesih’in Rab ve kurtarıcı olduğunu ağzıyla, ikrar edip tövbe etmesi. Yahudiliğe geçmek için öncelikli şart sünnet olmaktır. Yahudi inancının tüm öngörülerine uymak gerekli denilebilir. İşte bunlarda dini açıdan simgesel sembolleşmiş birer uygulamalardır. Aslında burada din değiştirmek yok. Sadece inandıkları resullerin şeriatlarına geçmek de denilebilir.
Burada şundan da bahsetmek gerekir. Hz. Muhammet’ten iki bin yıl önce Müslümanların Şehadet söyleminin bir benzeri ise aynen şöyle. Eski Mısır da tanrının adı ATON dur. O zaman ki Firavun Akhettaton ise onun elçisidir. Bakınız şimdi onların kullandığı söze. Aton’dan başka tanrı yoktur, Akhetaton onun elçisidir ve ışığını bize ulaştırır ne gariptir ki 2000 yıl sonra Müslümanlar da aynı sözleri söylüyorlar.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü dinleyelim din ve medeniyet hakkında bazı söylemleri neler. Bu yüzden Kuranın mealin yaptırmış. Okunsun ve nelerden söz ediliyor anlaşılsın demiş. Şimdi onun önemli sözlerinden bazıları.
Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkâr bir millettir. Bizim dinimiz en tabii ve en makul dindir bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz milletimize aşağılık, miskin ve hor görmeyi tavsiye etmez.
Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Din vicdan meselesidir, herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz din işleri ile devlet işlerini karıştırmamaya çalışıyoruz. Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. Hz. Muhammed din sayesinde Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. İşte ümmet kelimesi bu Araplaştırmanın kökeni oluyordu. Türk milleti Türklüğü ile dini kisvesini birlikte götürmesini bilen bir millettir.
Türk Kuranın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapıyor Bütün maksadım arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın. Müslümanlık aslında en geniş anlamıyla hoşgörü ve çağdaş bir dindir.
Şekilsel ve görsel olarak oluşturulanlar İslam’ın sembolü olamaz. Dinde esas sembol ahlaktır, adalettir, akıldır ve ilimdir. Kısaca insan olmaktır.
Durmuş Karabağlı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.