- 435 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BİR MUTLULUK MASALI
İşi, yeteneği, rengi, dili, inacı veya inançsızlığı her ne olursa olsun, mutluluk olgusuna yolu düşmeyen bir varlık var mıdır? Onu aramaya çalışanlar, bulduğunu sananlar, daimi yitirmeyeceklerini düşünenler ve asla bulamayacak olanlar,… Peki, mutluluk nedir ki bu denli üzerinde kafa yorulur, bu denli başat bir değer olarak zihnimizde yer edinir?
İşini severek yapan, sağlık durumu ortalama bir iyi halinde seyreden, planları aksamadan yürüyen insanları mutlu kabul etmeli midir? Zira, mutluluk bir kez elde edildi mi ya da onun kapısı aralandı mı bizle beraber ve adeta gölgemiz gibi yakın markajda kalması ne ölçüde gerçekçidir?
Günün bir vaktinde sıradan bir parktaki ortala yaşın üzerinde gözlemlediğiniz ve biraz da acınası durumda gözlemlediğiniz bir kişi, daima bu demde bir hayat sürmüş olabilir mi? İnsanların o anlarına dair duruşları bütün bir hayatı mı yansıtıyor? Kim bilir bir zamanlar masallardaki kurmaca hayatların bile gıpta edebileceği bir hayat sürmüş ve gerçek anlamda da mutlu olmuşlardı belki de. Bunu asla bilemeyiz. Bu yüzden de gözlemlediğimiz insanlara acımak yerine, onları anlayabilmek için gayret etmek daha gerçekçi olur sanırım.
Elimizde bir mikrofon ve kayıt cihazı ile gönüllük esası uyarınca “Mutluluk nedir? Nelerden mutlu olursunuz? En mutlu olduğunuz anı tarif edebilir misiniz? Neden mutsuz görünüyorsunuz?. Gibi farklı açılardan mutluluğu sorgulayan sorular yöneltseydik, çok ilginç cevapları da alabileceğimizi düşünüyorum.
Çokça emek karşılığında bulunduğu zemini beğenmeyen, terfi isteyen, hakkının yendiğini söyleyen, sevdiği ile bir araya gelmesinde manidar şeyler yaşayanlar olduğu gibi, gayet mutlu olduğunu yine kendilerine özgü nedenlerle ifade edenler de olacaktır elbet.
Mutluluğun genel bir tarifi yapılabilseydi, onu şöyle tanımlayabilirdik : Umutlarına büyük oranda erişmiş, elindekilerin kıymetine olan farkındalığı yüksek, yarına olan güveni tam ve başkaları için de güzel işler yapabilmiş olmanın ortak adıdır mutluluk. Bu tanımı yüzlerce farklı şekilde ifade edebilmek mümkündür. Sonuç itibariyle mutluluk, bir hissiyat işidir. Duygularında ne oranda coşku ve davranışlarında da ne oranda canlılık varsa, kişiler için mutluluk katsayısının da o ölçüde pozitif olduğunu düşünürüz.
Konuya biraz da düşünce zemininden bakarsak, daima ileriye doğru tehir edilmiş ve o tarihlere endekslenmiş bir mutluluğun sanki genel bir beklenti olduğu da su götürmez bir gerçek. Halk tabiri ile bu durumu özetleyen şu cümleleri duyar gibiyiz: Hele bir askerliği bitireyim. Üniversiteyi de bir kazanırsam tamam. İki ay daha dişimi sıkarsam bütün sorunlar çözülecek. Kızı da evlendirirsek, geride bir yükümüz kalmayacak. İlk taksidi ödedik ya, gerisi Allah kerim.,vb. Görüldüğü üzere sıkıcı, gerilimli, sırtta ve belki de zihinlerde yük gibi duran şeylerin kısım kısım seyrelmesi, mutluluğa doğru uzanışın da yolu olarak düşünülebiliyor. Oysa, her kapının arkasındaki bahçede başkaca sorunlarla yüzleşmek de var hayatta. Bu defa daha da ilerilere mi erteleyeceği şu mutluluğu. Bu öteleme her yeni kapıda tekerrür edecekse, mutluluk limanına ne zaman varılabilecek?
Kiminde belli şartların oluşumuna, kiminde yen mekanlarda başlayan bir hayata, kiminde de yeni rollerin vereceği hazlara odakladığımız mutluluk, süreğen bir duygu olarak ve capcanlı şekilde yaşayabilecek midir bizlerle? O, ne gidilecek bir yol, ne arayıştır aslında. Ne kuzeydedir, ne güneyde, ne bu gezegende veya başka galaksidedir.Eğer öyle olsaydı, adında mutluluk ibaresi barındıran bir coğrafyayı, kenti, beldeyi, gezegeni yahut galaksiyi bulma arayışları canhıraş sürerdi eminim.
Mutluluk dediğimiz şeyde neleri arıyoruz ki onu bu denli hayatın en gizemli ve pahasız dıygularından biri olarak kabulleniyor, toz kondurmuyoruz? Onun içinde eziyetten, klişeleşmiş işlerden, anlamsız yere hırpalanmaktan, vakitle yarışmaktan, pişmanlıktan ve türlü kötü duygulardan bir arınma olmalı. O halde mutluluk insanlara; katışık sevgiyi, ortalamanın çok üzerinde bir dinginliği, memnuniyeti, konforu ve kısaca huzuru vermeli. Huzur kelimesi ile mutluluk kelimesinin sıklıkla yan yana gelmesi ve veya düşünülmesi de belki bu yüzdendir.
Hayatı bütün yönleriyle kontrol edebilseydik, daha açık anlamda da onun yazılımı bizim kalemimizden çıksaydı, mutluluk denilen o ütopik kavram ve duygu daha mümkün olabilirdi. Bu şekilde de onu yazanın aynı zamanda rollerinin gereği olan bir oyuncu olması sıkıntısı baş gösterirdi. Kısacası, onu yazan ilahi bir kalemin varlığı, bizim hayata dair kaderi belirleyecek yazımızdan daha anlamlı ve bu bizim için daha az risklidir, diye düşünebiliriz. Bir saat sonrasını bile öngöremeyen bizlerin, hayat nehri içinde akarken, anı yakalamamız, o anla barışık olmamız bir çözüm gibi görünmektedir.
Geçmişe takılıp kalarak, gelecekten ümidini keserek yaşamak, bugünü de anlamsız kılacağından, mutlu olunabilmesi ihtimalleri de en aza inecektir elbet. Hayat yaşanan şu an ise, onu el verdiğince doldurarak, tebessümümüzle, gayretimizle, duruşumuzla süsleyerek daha bir anlamlı kılmak, bize de başkalarına da iyi gelecektir kuşkusuz.
Diğer insanları bir başka yerde düşünerek salt kendii duygu ve düşünce dünyamızla da mutlu olunabilmesi mümkün değil sanırım. Öyle olsaydı, pek çoğumuz”Robinson Crusoe” gibi kendi kabuğunda bir hayat sürerdi. Yaşadıklarını paylaşabileceği varlıklar birkaç ağaç, belki birkaç hayvan ve gölgesinden başkası olmazdı. Ne kof ve ne de boş bir hayat bu. Oysa bizler, toplumsal varlıklarız. Bizler adına birilerinin başarıları ve kazanımları nasıl bir heyecan ve motivasyon oluşturuyorsa, başkalarının acılarının da bizlerde şu ya da bu şekilde yankılanması da bu aidiyet duygusundan başkası değildir değil mi?
İşbirliği içinde olma, kendinden başkalarının yararını gözetme, bir başkasının küçük bile olsa bir sorununun çözümünde katkı sağlamak insana nasıl da iyi gelir aslında. Buradan varacağız yer, mutluluğun salt bizim duygu ve düşünce dünyamızdan mürekkep olmadığıdır. Başkalarıyla da olan ilişkilerimiz, onun rotasını belirlemede oldukça tesirlidir aslında. İçinde bulunduğu toplumun ananelerini özümsemiş, o toplumun hassasiyetleriyle barışık, hedeflediği zeminlerde bir uğraş sahibi olabilmiş ve iyi ilişkiler kurmayı da başarmış olanlar, diğerlerine göre mutluluğa daha bir yakın olmalılar. Öyle de olsa, hayatın doğası gereği, mutluluk olarak atfedilen duygu, düşünce ve değerler de kalıcı olmuyor maalesef. Bir yılın mevsimleri gibi, hayatın ikliminde sonbaharları ve kışları da yaşıyoruz. Mutluluk anın kıymetini bilmek dersek, yukarıda dile getirilmeye çalışılan çokça düşünceyi daha bir derli toplu hale getirmiş olabiliriz. Nitekim, zamana egemen olabilme lüksü olmayan bizlerin, onu doğru okuma ve anlamlandırma seçeneği elbette var. Bir aile düşünün ve üç kadar da çocukları olsun. O küçükler henüz büyümemişlerken gösterilecek hassasiyetler, paylaşımlar, ortaklaşa koşuşturmalar, coşkular ve aynı zamanda da hüzünlerin yine birliket ve dayanışma ruhuyla yaşanması, gelecekte bunların çoğunu ıskalamış, hayatı sürekli ötelemişlere gçre ne de pahasız deneyimlerdir. Çoğu insanın bu cümlelerden sonra şunları söylediklerini yahut düşündüklerini de duyar gibiyim. Keşke çocuklarımla biraz daha ilgilenebilseydim. Onlarla daha fazla oysaydım, koşsaydım, kar üzerinde ıslamna ve yaralanma pahasına birlikte gülüşseydim,… Hiçbir şey için geç değil. Henüz devam ederken şu hayat hengamesi, ister yakınınızın , isterse de frsah fersah uzağınızın yüzünde tebessüme dönüşecek emekler, duruşlar, koşuşturmalar da mutluluğun sihirli anahtarlarından değil midir?
Paylaşmaların çoğaldığı yerde insanların dayanışma içinde oldukları, kötü zamanları bile birlikte aşabilmeye olan güvenlerinden hayata daha bir güvenle bakabildikleri ve her şeyin ötesinde de umutlarını daima canlı tutulabildikleri de bir realitedir. Mutluluğu bir istikamette aramanın, onun bir yolu ve yönü olduğu saplantısının anlamsız kaldığını kabullenirsek, kendisinin bir yol olduğunu da görürüz elbette. Hayatın nihai amacı bu yolda her şeye rağmen yürüme kararlılığı göstermektir. Bizler sadece kendimiz için var değiliz. Gezegenin bilinmedik bir köşesinde bizlerin ;dokunuşlarıyla, ilgisiyle, desteğiyle ve belki de sadece güler yüzüyle mutlu olabilecek tanımadık yüzler var. Sadece bu da değil, satın yüzeyinde veya satıh altında da onca canlıya dokunarak yeryüzünü motif motif daha renkli, canlı ve sürdürülebilir kılarak, çocuk seslerinin yankılarında mutluluğu yeniden bulabilecek yığınlar da var.
Her şeyi erteleyebiliyoruz aslında. Yemyi, içmeyi, sağlıkla ilgili öncelikleri, gezilerimizi, planlarımız ve fakat şu mutluluğu ertelemek ne mümkün. Onu bir sis dağının ardına hapsetmek yerine, oralardan yaşadığımız şu ana indirmeyi başarırsak, aramak yerine onu yaşamayı da cari hale getirmiş olmaz mıyız? Mutluluğu aramanın ve sonunda da bulabilmenin bir garantisi yok. Ve fakat, onu yaşayabilmek için gayret etmeninse son derece büyük anlamı ve değeri var. Mutlu hissettiğiniz şeyleri yapın, yaptırın. Mutluluklarınızı paylaşın. Kötünün içindeki iyiyi görmeye gayret edin. Mutluluk, onun adına emek verilmedikçe, onun yolunda yürünmedikçe bizle yollarını kestirecek bir keyfiyet değildir. O istenilmeli, uğruna mücadele edilen olmalıdır değil mi?
Güneşin ışığında, yağmurun billur damlalarında, kuşların kanadında, tene değen rüzgârın esişinde, çocukların neşesinde, bir futbol maçındaki golün sevincinde buluşun. Motivasyon cümleleri gibi sıraladığımız cümleler, bizi ebeden mutlu kılmasa da asık bir yüzle dolaşmak yerine, umutla yaşamamızı ve ana değmemizi sağlayacaklardır kuşkusuz. Pişmanlıklarla değil, anıları biriktirmekle harcayalım zamanı. Mutluluk esintileri ruhunuzdan, düşüncelerinizden ve bedeninizden eksik olmasın.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.