- 360 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
SAYHA
Sayha isimli kitabımdan alıntıdır.
Kimse bir Mecnun gibi sevmiyor kadınını ve kimse bir Leyla kadar sevdasına sadık kalamıyor artık. Çok sevmelerin devri kapandı, güzel sevmelerin devridir bu zaman. Tabii ki de becerilebilirse... Aşk ile vuslatı beklemenin devri değil bu devir. Herkes ahde vefa sessizliğinde, sevdiğim dediği insanın gönlünde olmayışının yasını taş çatlasın iki, üç hafta tutuyor. Sonra ise adına aşk dediği ama alakası olmayan başka yollara koyuluyorlardı. Ayrılığın acısı ayları, yılları bulmuyordu artık. Türkülerde, şarkılarda aranmıyor, şiirlere yazılmıyor artık kaybedilenler. O sevgi denilen yüce makamı sadece tende aranılacak kadar basitleştirdiler. Dokunmadan sevilmiyor, uzaktan sevdadan korkuyorlar, gönlü sevmenin yüceliğini kavrayamıyorlar.
Sevdaya dahil olamazdı bu yaşanılanlar. Sadakat duygusu paspastan daha kirli durumda. Sadık kalınmıyor verilen sözlere, sözler hiç verilmemiş, yeminler hiç edilmemiş gibi bozuluyor artık. Emekle kazanılmıyor artık sevdalar. İnternetten tanıştığı insan ile kaçıp geride yıllardır baş koyduğu eşini, çocuklarını bırakacak kadar canavarlaşabiliyorlardı. Gidenin hoşça kaldığı, gelenin hoş geldiği değildi bu devir. Yıllardır emanet olarak aldığı kalbi bir çırpıda unutabiliyorlar, ne olacak başkasını bulurum, diyecek kadar duygusuzlaşabiliyorlardı. Çok güzel sevenlerin kendini çirkin hissettiği, çirkin sevenlerin kendini güzel zannettiği zamandı bu zaman, gidenin acısını kolayca gelenle bastırdığı...
İlk ayları tozpembe olan sevdaların, toz duman olması an meselesiydi. Doğruluğun ve güzelliğin sılasını özleyenler için sürgün yeriydi bu dünya. Leyla ile Mecnun olduğunu söyleyen insanların küçük bir yağmurda bile birbirlerini hiç sevmemiş gibi terk etmelerine şahit olmuştum. Hâlbuki biraz yağmur kimseyi incitmezdi. Sevgi, saygı ve sadakatin değil de maddenin sorgulandığı bir zamana denk gelmiştik. Ne kadar acıydı maddeye tapan insanların düşüncelerini görmek. Duyguyla değil de maddeye olan düşkünlükleriyle birbirlerini sevdiklerini zannediyorlardı. Hâl böyle olunca dünyanın faniliğine yakalanacak olan maddenin kaderi gibi, sevgileri de geçici oluyordu.
Bir zamanlar içimdeki çocuğun penceresi hep bahara doğru açılırdı. O zamanlar dünya bu kadar soğuk değildi. Herkes birbirini sevgi ile karşılar, birbirlerinin mutluluklarından kendilerine pay çıkarırdı. Eşyaların salgın bir hastalığa dönüşmediği zamanlardı bu zaman. Bu zamanlarda karşıdaki insanın zenginliğine göre değişmezdi üslup. İnsanın zenginliği kalbinin aynasıydı. Tencerelerin içinde pişen yemekler çeşit çeşit değildi. Lakin sevgiyle pişirilen yemeklerin tadı bir başkaydı. Odaların dar ama huzurun arşıâlâya çıktığı yuvalarda büyüyordu çocuklar. Robotlaşmamışlardı o zamanlar. Ne yazık ki insan geçmişi düzeltemediği gibi geçmişe de dönemiyordu. Bunca acının vuku bulduğu dünyaya tek başıma merhem olamazdım. İçinde kin ve kötülükten başka bir şey bulunmayan insanların kirlettiği dünyadan iliğimle, kemiğimle nefret etmiştim. Ama biliyordum bir yerlerde güzel insanlar hâlâ yaşıyordu. O güzel insanların karşısında saygıyla dizlerimin üstüne çöküp avuçlarının içinden damlayan sevgi sularını tüm dünyaya serpmek isterdim. İşte buydu taşlaşmaktan korkan kalplere dayanma gücünü veren. İşte buydu siyaha boyanmış caddelerden ara sokaklara kaçıp soluk aldıran. Bir gün elbet her insan kalbinin yansıması olan kendi evini bulacaktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.