- 309 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
ORHANGAZİ'DE RAMAZAN GELENEKLERİ
Bu yazımızda Perşembe’yi Cuma’ya bağlıyan gece girmiş bulunduğumuz 11 ayın sultanı olan Ramazanı Şerif ayına girdik. Bütün İslâm âleminin mübarek Ramazan ayını tebrik ediyorum. Orhangazi’miz çok eski ve geniş bir gönül coğrafyasından gelen etnik gruplardan oluşan bir yapıya sahiptir. Boşnak,Laz,Türk,Macır Gürcü,Manav,Kürt gibi belli başlı halklardan oluşan bir ilçeyiz. Hepimizin kendine özgü adetleri,gelenek görenekleri var. Ramazan yaklaşırken sırası ile tarhanalar yapılır, bol sütlü yumurtalı kuskuslar yapılır,Ramazan yufkaları açılır, yufka tatlıları ve yufka börekleri için hazır edilirdi. Hepsi organik elle yapılır tadından doyulmazdı. Teravihler salavatlar tespihler tahliller ile geçer maneviyat iklimi zerresine kadar yaşanırdı. Kandil akşamları şekerlemeler dağıtılır çocuklara harçlık verilirdi.
Ramazan davulcuları yanık sesli olur güzel maniler okurdu. Zekatlar fitreler gizlice verilir reklamı yapılmaz, ihtiyaç sahibi rencide edilmezdi. Çocuklar oruca özendirilir, okullarda adamı muaşeret dersleri okutulurdu. Doksanlı yıllarda radyo temsilleri olurdu. Ramazana özgü temsiller oynanır saati gelince radyo başında beklerdik. Mahallelerde geceleri gezen bozacılar olurdu.
Korana Virüs salgını ile zor zar yaşatılan gelenek görenekler iyice bitti maalesef. Artık Orhangazi Ramazan topu bile atılmaz oldu. Maneviyatı küçümseyen,Maddeye meyleden insanlık maddeyle yatar kalkar oldu. Okullarda adabı muaşeret dersi kalmadı. Milli eğitimin içi boşaltıldı. Maalesef Doksanlı yıllarda bulduğumuz maneviyat huzur kalmadı. Köylerde mahallelerde imace usulü yapılan Ramazan hazırlıklarından eser yok. Ramazan bitmeden fitreler zekatlar verilir fakirler ihtiyaç sahipleri rencide edilmeden sevindirilir ihtiyaçları karşılanırdı. Bayram sabahı erkenden camiye gidilir bayram namazı kılınır,kabir ziyaretinde bulunulur. Şahsen bizim her bayram sabahı pilav geleneğimiz vardı. Bayram yemeginden kalkınca meydana inerdik. Sırası ile bayram ziyaretleri başlar bitince köy kızları salıncak kurar. Erkekler ise at yarışları tertip ederdi. Doksanlı yıllar böyleydi. Daha sonraları bu gelenekler bir bir yok olmaya başladı. Korana Virüs salgını ile artık yok denecek kadar az bu gelenekler...
Bayramda benim geleneksel Güney köydeki Şeyh Şerafeddin Hazretlerini ziyaret ederim.
Yeri gelmişken Şeyh Şerafeddin Hazretlerini kısaca tanıtmak istiyorum.
ŞEYH ŞEREFEDDİN DAĞİSTANİ KİMDİR.
Şerâfeddin Zeynel Abidin Dağıstanî, Hicrî 1292 – Miladî 1875 yılı, Zilkade ayının üçüncü Pazartesi gecesi Dağıstan’ın Temirhan-şura vilayeti, Gunip kazasının Kikuni köyünde, dünyaya geldi. Babası Abdurraşid Efendi, annesi Emine Sara Hatundur. Anne ve babasının her ikisinin de kabirleri, Yalova Güneyköy’deki kabristandadır. Yalova ilinin Reşadiye (bugünkü Güneyköy ) köyünde Hicrî 1355 – Miladî 1936 yılı Cemaziyel evvel ayının yirmiyedinci pazar günü, köyünde (hicri takvime göre) altmış üç yaşında iken vefat etmiştir. Son yüzyılın en seçkin tasavvuf büyüklerinden olan Şerâfeddin Zeynel Abidin Dağıstanî, “Ebu’l-Fukara” lakabı ile de anılır.
Hayatından Kesitler:
Atayurdu olan Dağıstan, tamamıyle Rus işgali altında olduğundan doğduğu günler, dinin yasaklamalarla engellendiği ve maneviyatın neredeyse yok edildiği çok zor bir zamandı. Bir çok velinin menakıbında olduğu gibi Şeyh Şerâfeddin’in de doğumundan itibaren çeşitli kerametler gösterdiği çocukluğundan itibaren mahlukatın kendilerine has zikirlerini işitebildiği rivayet edilmiştir..
YALOVA GÜNEY KÖYE YERLEŞMELERİ
İmam Şamîl’in destani direnişinin kırılmasından sonra Kafkasya’ya ve Dağıstan’a olanca gücüyle yüklenen Rusların zulmünden kurtulmak için, köylerinin neredeyse tüm halkından oluşan kalabalık bir cemaat halinde, Dağıstan’ı terk ederek Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldılar. Köyleri sürekli olarak Rus askerlerinin baskınlarına uğruyor ve bütün ahalisi hakaretlere maruz kalıyordu. Bir kış mevsiminin ortasında 5 ay boyunca sürecek, karadan zorlu bir yaya yolculuğuna çıktılar. Kendi ailesi ve kızkardeşinin ailesi ile birlikte hicret ettikleri Türkiye’ye yöneldikleri, zahmetli ve tehlikeli yolculukları boyunca gündüzleri saklanıp geceleri yürüyorlardı. Kafilede çocuk, kadın ve yaşlıların da bulunduğu düşünülürse hangi zor şartlarda gerçekleştirildiği biraz tahmin edilebilir.
Türkiye’ye vasıl olunca Osmanlı devletinin organizasyonu ile önce Bursa’ya geldiler; bir süre Bursa’da misafir edildikten sonra , Marmara denizinin güney kıyılarındaki Yalova’ya giderek devrin sultanının özel fermanıyle denize oldukça yakın, dağlık bir yörede yerleştiler. Yerleşmek için bu mahalli seçmelerinde Osmanlı Devleti’nin iskan politikası yanında bölgenin Kafkasya iklimine kısmen uygun, dağlık bir arazi olması da etkili olmuştur. Yerleştikleri beldeye önceleri Elma-Alan veya Elmalı adı verilmiş; daha sonra köye Sultan Reşad tarafından yapılan yardım ve imar çalışmalarının nişanesi olarak Reşadiye ve nihayet Cumhuriyet sonrasında Güneyköy adı verilmiştir.
Şeyh Şerâfeddin Hz, bölgeye yıllarca önce yerleşmiş olan amcası Şeyh Muhammed-ül Medeni ile birlikte büyük bir azimle imar ettikleri Reşadiye köyünü ailesi ve akrabaları ile beraber, elbirliği ile yurt haline getirdiler. Küçük köy sürekli devam eden göçmenlerin ve özellikle Dağıstanlıların katılımıyla günden güne kalabalıklaştı; yeni evler inşa edildi; hatta o hale geldi ki arazi gelen göçmenlere yetmez hale geldi. Köyde ilk kurulan binalar arasında bir medrese ve köyün ilk mescidi ile ilk dergahının da bulunduğu külliye yer alıyordu. Böylece amcası Şeyh Muhammed-ül Medeni ile birlikte Nakşbendi Tarikatı’nın sağlam bir kolunu Dağıstan’dan Türkiye’ye taşımış oldular.
Amcası Şeyh Muhammed-ül Medeni’nin şefkat kucağını açtığı Rus istilacıların acımasız ve sömürücü zorbalığından kaçan bütün Kafkas göçmenlerine ilave olarak Türkiye’nin hemen her yerinden pek çok talebe Reşadiye medresesine tahsil maksadıyla geliyordu. Bu şekilde birkaç yıl önce balta girmemiş bir ormanın eteklerinde kurulan birkaç evden ibaret olan Reşadiye köyü, rivayetlere göre 1000 öğrencinin ders gördüğü bir ilim ve irfan ocağına dönüştü.
MİLLİ MÜCADELEYE VERDİĞİ DESTEK
Kendisinden sonra yerine bırakacağı Halifesi ile 500 müridini Çanakkale cephesine gönderdiğini geçen haftaki yazımda yazmıştım.
Şeyh Şerâfeddin’in Kurtuluş Savaşı’nda müridanlarıyla Yunanlara karşı gösterdiği mücadele nedeniyle, zafer sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan bir karar ile kendisine "Hizmet Berâtı" verilmesine dair karar alınmıştır. Bu berât, Tarih ve Düşünce dergisinde Prof. Dr. M. Kemal Öke tarafından yayınlanmıştır.
Devletimize pek çok devlet ve din adamı yetiştiren bu İslâm alimini bu vesile ile yad ediyorum. Ruhu şâd mekanı cennet olsun.
Herkese Hayırlı Ramazanlar diliyorum.
En içten dileklerimle Mübarek Ramazan ayınızı tebrik eder, sağlık sıhhat ve esenlikler dilerim. Allah tutacağımız oruçlarımızı kabul buyursun.
İlhan Erdem
Not: Yazım 27 Mart 2023 tarihinde Orhangazi lider gazetesinde tefrika edilmiştir.
YORUMLAR
Kaleminize sağlık,makaleniz beni çocukluk yıllarıma götürdü. Dağıstan nere,Güneyköy nere? Hatta yazacağım Oltu nere? 1800 yılında Kafkasya'dan başlayan ilk göçle Dağıstan Babayurt'tan gelen ilk göçmenlerden Otaci Durak Bey'in torunu olarak beni çok etkiledi Yazınızda konu edilen ramazan ayına ait bütün gelenekler benim doğduğum Erzurum ili Oltu ilçesinde de yaşanırdı. Dağıstan göçmenleri ilk Oltu'ya gelip sonra Anadolu içlerine geçenlerdi.Sayenizde eski yıllarda soluklandim.Şeyh Şerafettin Hz.de öğrenmiş oldum.Bütün dejenerasyonlari sadece Covit /Corona ile sınırlamamak lazım. Bu arada Kafkasya/Dağıstan sürgünlerinin edebiyat diliyle göçler tarihini anlatan Kıs Güneşi ve Kırk Kara Yıl isminde iki eser yazdım.Km'ler ötede birbirinden habersiz aynı toprağın göçmenlerin torunları olarak aynı maneviyatı soluyoruz ne güzel. Sağlıcakla kalın.