- 198 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kül Sandım Kor İmiş
“Kül Sandım Kor İmiş” Üzerine Derkenar
"Kül Sandım Kor İmiş" Yazar Filiz Tosun’un yeni çıkan anlatısı-romanı. Okurlarıyla yeni buluştu. Kitapta baştan sona anne fedakârlığı, anne bilgeliği ile genel anlamda anne ve aile olgusu işlenmektedir. "Gül ile ovalanırdı gece, annem üzerimizi örtmüşse" Bunun gibi anlatım hep bir anne odaklıdır. Öz olarak roman kahramanının hüzünlü hikâyesi, daha çok annesi üzerinden anlatılıyor diyebilirim. Başka bir ifadeyle romanın anlatıcısı ve başkahramanı her ne kadar Zeynep olsa da, anlatımda daha çok Yurdagül anne yer almaktadır. Zeynep’in baş kahramanlığıyla birlikte Yurdagül anneyi de başkahraman olarak düşünebiliriz. Bir nevi bir anne romanı desek de yeridir. Bilge bir anne ve çocuklarının ve kendisinin yaşadığı hüzünlü, elemli, yer yer mutluluk kırıntılarıyla örülü, zorlu bir hayat hikâyesi. Gerek birinci tekil şahıs olan Zeynep’in anlatıcı görevini üstlenmesi gerekse de anlatımdaki sahicilik, okur nezdinde başkahramanın, yazarın yakın bir tanıdığı veya bilakis yazarın kendisi olduğu izlenimi vermektedir.
Roman baş kahramanı olan Zeynep’in çocukluk yıllarından gelip, kendisinin de anne olmasına kadar ki uzun, en az kırk yıllık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Zeynep’in ifadesiyle "Ne giysem üzerine yaraya temas ediyor, acısı dünyayı dolaşıp yine bana geliyor" cümlesindeki gibi zorluklarla yol alınıyor. Bir nevi üçüncü derece yanıklar şeklinde acılar hissediliyor. Anne özlemiyle yoğrulmuş Zeynep, gün gün, saat saat annesiyle yaşar ve annesini yaşamaktadır adeta. Annesi Yurdagül Hanım, beş çocuğunu kanatlarının altına almış bilge bir anne olmasının yanında, fıtratı asliyesinden gelen asaletli bir duruşu vardır. Namazında niyazındadır. Acıların ve sızıların kevgirinden geçmiş bir kişiliktir. Kanaat ve nezaket sahibidir. Erdeme sahip olan insan ve insana sahip olan bir erdemdedir. Kendisinde ve bazı çocuklarında nükseden aynı ve benzeri hastalıklar ve kendisinin trajik bir şekilde ölümü vâki olur. Üvey annenin gelişi, kardeşlerin yaşadığı zorluklar, hastalıklar ve nefesi azalmaya başlayan babanın ölümüyle devam eden süreçler...
Hikâye; Bursa ve Erzurum’da geçmektedir. Yani, gelenekten ve gerçek yaşanmışlıklardan beslenen eser, ontolojik, etik, kültürel ve epistemolojik kodları da taşımaktadır. Sezgisel muhakemesi gelişmiş bir anlayışla yol almaktadır. Yazar ayrıca "Sunay Akın, Neşet Usta, Roland Beowne, Edgar Degas, Lewis Hine, Edip Cansever ve Murat Ertaş gibi bazı yazarların güzel sözlerine de, anlatımını kuvvetlendirici manada yer verir. Romanda yer verilmiş bu alıntı sözler ve şiirler metinleri de tamamlayan uyumlu ifadelerdir. Kültürümüzde olan bakır bakraçlar, siniler, çinko sahanlar, terek, leçek, tülbent, esvap, çekmeceye göz denmesi, harşena, gerilik denen kıyafet ve ehram... Bunlarla birlikte "gendiyen, görestim, gelirıh gidirıh” şeklinde yöresel ifadeleri sıralayabiliriz. Yaşanmış zorlu dönemlere de şahitlik eder bu roman. Vita ve yoğurt kutularında yetiştirilen çiçekler, ocakta kaynayan güğüm, cızlavet denen lastik ayakkabılar, kevgir, geven etekler, kanepenin henüz gelişmemiş hali olan sedir, renk renk entariler ve daha neler neler…
İzninizle, okurun merak duygusunu fazla törpülemeden, ayrıntılara fazla girmeden, romanın genel çerçevesini çizmek istiyorum. Beş kardeşin en küçüğü Kerem’dir. Yılmaz ve Kardelen, Zeynep’in diğer küçük kardeşleridir. En büyük kardeş, ağabey de Kadir’dir. Baba Zeki ile birlikte ilerleyen zamanlarda üvey anne Zehra ve üvey annenin oğlu Emre kardeşi de dâhil edebiliriz. Zeynep’in küçük oğlu Miraç ve büyük oğlu Berat ve Zeynep’in eşi de daha sonraki süreçlerde romana dâhil olmaktadırlar. Başkaca yan karakterler olarak genellikle mahalle komşuları vardır. Hüsna babaanne, kuzen Gülsüm, komşu Selver Abla, Zeliha Abla, komşu kızı Aysel, Hasan Amca, Hasibe Nine, Fatma Teyze, Cemile Teyze, komşu Sultan Abla, Fatma Abla, Talaşcı Veysel, Hüsni Abi, Hacı Rüstem Amca, Züleyha Abla, karşı komşu Eda, Esma Abla, karşı komşu Mükerrem Abla, Ümmü Abla, Mecbure Teyze, komşu Saadet Abla, komşu kızı Semahat ve Fatma, Aile dostu Şeyma, Marangoz Ramazan Abi, komşu Gelin Leman ve Gülşen olarak sıralayabilirim.
Zeynep; annesinin ve kardeşlerinin yaşadıkları üzerinden çevresine sitemlerini de hep yapar. Haklıdır da. Yakın aile çevresinin kendilerinden uzaklaştıklarından çokça bahseder. “Zaten sıkıntılı ailelerden en başta akrabalar uzaklaşır” der. “Yanında olmayışını suçlayacak başka kimse bulamadığım için ona yetti sitemlerim, ona yüklendi gönlüm” gibi birçok yerde bunun gibi sitemlerini dillendirir. Ayrıca bu sitemler yapılırken, karşı tarafın penceresinden de bakmaya çalışılır. Her iki tarafında hakkı gözetilir. Mesela üvey anneyi eleştirdiği taraflar kadar, üvey annenin penceresinden de olayları görmeye çalışır. Nasıl ki insanın dili hep çürük dişine gitmekteyse, aynı bunun gibi sitem de gönül yüklenmesi de en yakınlara olmaktadır bir yer de.
Yazarın, Zeynep ve annesi üzerinden ve daha çok aileyi önceleyerek anlatılan yaşanmışlık, sahicilikle romanda nakış nakış işlemiş demiştik. Bu aile vurgusu çok yer de yapılıyor. "Çiçekli bir orman yoludur aile" denir. Başka bir yerde, "insan bir oda dolusu anne arar mı?" diyerek anneye verdiği rolün büyüklüğünü imler. Mesela Zeynep, çocukluğuna dair başka özlemini şöyle anlatır. "Bizler yaşadık bir tamı, bir bütünü, bir sevgi vardı belli dahası saygı." Satırlarda hep acılar, hüzünler, hastalıklar ve elemler yok tabi. Umutları da mutluluk kırıntılarını da ihtiva ediyor. Zorlukların akabinde umutlar da kuşanılır. "Şu dünyadan bir kırılmadan ve kırmadan geçip gitseydik" Ne kadar anlamlı ve güzel bir dua değil mi? Zeynep özellikle annesinden alıntıladığı, ondan duyduğu çok söze de yer vermektedir. "Yıkanda yıkayan da insanın dilidir", bir evladın sözü, annesi üzerinde olduğu kadar annenin de sözleri hep evlatları üzerinedir. "Sır olan çocuklar gün gelir kör de olur", "doğru yolda olan kimse yalnız kalmaz" şeklinde örneklendirebiliriz.
Anne özlemiyle, sevgisiyle yoğrulan öyle çok ifade var ki hangi birini buraya taşıyayım bilemedim. En azından bir kısmı şu şekildedir. "Ben annemi tutamadım. Oysa ellerinde yaşamak sanatı vardı", "şu sokaktan el ele geçeceğiz annemle diyordum. Bu son hayalimdi anneme dair", "her güzelliği annemden ve her kötülüğü onun bu hastalığından bilirdim", "benim annem çok mavi bir buluttu, çok güzeldi ona bakıp göğü görmek. Ona bakıp yeşermek", "bir taşın soğuk tarafına düşülür anne ölünce", "körü körüne bükülmedi/ şu belim şu diz kapaklar/ önce annem gitti/ sonra bütün sokaklar", "Anne ölünce baba da babalık oluyor", "Eğer yaşamanın bir çekirdeği varsa, işte onlar mutfakta annesi olan çocuklar" Son olarak Zeynep’in annesine söylediği en güzel şiir mısraı şu şekildedir; "sen gittin ve/ kapattı ışığını dünya." Bir anneye böyle özlemle seslenmek, duyguların en hası en sarihi olsa gerek. Bütün bu yaşanmışlıklarda hep bir yürek sızısı hep bir gri avaz hali bırakıyor zamana.
Yazar, tevekkül etmenin, inançlı olmanın desteğini ve gücünü hep takatinde hisseder. Hayatı "zalim felek" telakki etmez kesinkes. Ama kadim kültürümüzden, anlayışımızdan gelen, "ölüm Allah’ın emri, ah ayrılık olmasaydı" anlayışı ve felsefesi; yaşanmışlıklara, maziye perçinler ayakları. Olsa olsa sadece hayatı boş vermişliği ve ciddiyetsizliği matah görür. Bu durum ki yazarın psikanaliz ve psiko-sosyal halinin bir işareti olur. Roman baş kahramanı Zeynep’in yaşadığı her olumsuzluk ve her bir acı, olgunlaşmasının yanında hatıralarını çoğalttığı kadar harabelerini de çoğaltmıştır maalesef.
Sonuçta hayatlarımızı yaşarken, geleceğe yol alırken, anılarımızın dibinde birikiyoruz ve bu yaşanmışlıklarla çöküyoruz dizlerimizin üstüne. Gün gün gönül çekmecemizi dolduruyoruz. Zaman bizi eskitip duruyor. Hüzün bulutları ile konuşup yürüyoruz yarına. Ama her öksüz için, her vurgun yemiş için, her gözyaşı bir cami avlusu olarak kalmaya devam ediyor. Her ne kadar günümüz bakışı, kaderci anlayışa hep bir itiraz ededursa da "ben bir kavalım kader beni çalıyor" durumu da yok değil hayatlarımızda. Tolstoy’dan mülhem söylersek, insanın derin acıları hissetmesi, derin sevgileri taşımasıyla mümkün olmaktadır. Yazar da bu minvalde tinselliğini yaşayıp bu romanı yazmış olmalı. Ailenin içerisinde acılar gölleniyor olsa da her şeye rağmen yol türküleri ve düşleri çoraklaştırmamak gerekiyor. Hem anne hem de çocukları klasik Anadolu insanının müeddep yapısının yansıtıldığı, güzel kaleme alınmış bir roman okudum. Bu roman, hatıra ve maziyle yoğrulmuş, harbi ve hasbi yaşanmışlıklar desek yeridir. Anlatım, alacası içinde ve karaşın bir kader eşliğinde…
İlkay Coşkun
01.05.2023
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.