- 331 Okunma
- 2 Yorum
- 4 Beğeni
BAĞLILIKLARDA VAR HAYAT
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bizden öncekilerin ortaya korduğu değerler üzerinde varlık bulanlar olarak, bu günleri olması gerektiği gibi işleyerek bizden sonrakiler için de hazırlamak görevi, günümüzde ciddi ve herbirimizi doğrudan veya dolaylı ilgilendiren hayati bir konu ve hatta sorun haline gelmektedir giderek.
Milletçe ortak paydada bizleri bu günlere taşıyan tarifsiz acıları ve zafere ulaştıran kahramanca duruşları bir yana bırakarak, toplumca elde edilen büyük zaferleri kişisel tercihlerle feda ederek, bireysel anlamda köleleşmek anlamında görmemiz gereken şu “bağımlılık” konusu çokça ele alınacak gibi görünmektedir.
Cephelerin tozunu dumanını yüzyıllarca yutup, yeri geldiğinde de asil kanının gereği olan duruşuyla zorlukların üstesinden gelerek silkelenmesini bilen bizlerin, günümüzün ; teknoloj,sigara, alkol, madde, alış-veriş bağımlılığı gibi tehlikeli ve önce bireysel sonrasında da toplumsal ufkumuzu yitirmemize yol açabilecek tehlikelerin içine sürüklenmemiz nasıl kabul edilebilir ki? Bu durum mazimizden bu günlere bizi taşıyanların ortaya koydukları tüm kutsi değerleri de yok saymak anlamı taşımaz mı? Elbette, tarihi köklerimizden gelen ve bizleri yarınlarımıza taşıyabilecek olan yol asla bağımlılıktan geçmeyecek. Bu yol olsa olsa “bağlılık” dediğimiz ve içinde; karşılıklı sevgi, vefa, saygı, emek, sorumluluk,çalışkanlık ve kısacası değerler silsilesinden geçebilir.
Yukarıda değinmeye çalıştığımız iki kavramdan bağımlılık ve bağlılığı daha derinden inceleyip anlamaya çalışarak, yaşamımızdaki gidişata her birimizin anlamlı bir yön vermesi gerekir doğal olarak. Her iki kavramında başlangıç noktasında alışkanlıklar vardır. Hayatın bir rutini haline gelen istendik ve değer katan yanıyla alışkanlıklarımız, zamanla bağlılığa evrilir. Bu istendik ve takdire şahan bir durumdur. Diğer alışkanlıklar ise bizim yakından uzağa sosyal bağımızı giderek zedeleyen, yaşama amacımızdan uzaklaşmamıza, kendimize ve çevremize zarar verici bağımlılıklara dönüşebilir.
Görevi gereği babam aracılığı ile bağımlılıkları nedeniyle çokça acılı öyküyü dinlediğim ve izlediğimde yıkılan hayatların o dinmeyen acısını hissedenleri yakınen tanımış oldum. Bunlardan da bilhassa her kahvaltı masasında uyuşturucu bağımlılığı yüzünden daha çok genç yaştaki kızını yitiren bir annenin öyküsü gerçekten de büyük bir trajediydi. Oysa ne de güzel umutları vardı kızını yitiren annenin. Kısa bir süre içinde bir genç değerimizi bağımlılığa kurban vermiş olduk. Kim bilir ne büyük işleri başarması mümkündü yaşama sarılabilseydi. Bu ve benzeri sayısız örneği vermek elbette mümkün. Hayat ile ölüm arasındaki o çizgide hangi seçeneklerin bizleri nereye götüreceğinden endişe etmek yerine, bu seçeneklerin içeriklerini bilmek ve yakınlarımızla da paylaşmak daha akıllıca olmaz mı? Doğru seçeneklerin kapısında daima değerler duruyor. Belki sabır, emek,özveri gerektiriyorlar fakat onlar bizi hayata bağlıyorlar sonuçta.
Varoluşumuzun nedenleri bir kenara dursun, halen hayatı ve öncesinde kendini sorgulamak, yarını için de önceliklerini yeniden gözden geçirmek gerekmez mi? Bizim de içinde yer aldığımız ve fakat asla bizim doğrudan etkilerimizle yönü ve ivmesi değişmeyecek diye kendini salıvermek anlayışı ne de çirkindir aslında. Kendimizdeki ;gücü, kararlılığı, sabrı, yarınlara ufuk açacak heyecanı nasıl önemsemez ve görmezden gelebiliriz?
Milenyumun başlarından itibaren günlük yaşamımızın içine giderek artan şekilde giren ; bağ, bağlılık, bağımlılık kavramları ne de önemli değil mi? Bu kavramların içini doğru yaklaşımlarla doldurmadığımızdan olsa gerek, neredeyse her bir alışkanlık zamanla kendini bir bağımlılığa doğru eviriyor ve "İnsanlık nereye böyle?" endişeleri yankılanıyor zihinlerde. Öyle ya, binlerce ve belki de çok daha öte bir zamandan bu yana hesaba katılamayacak kadar büyük; emek, sabır, enerji, araştırma coşkusu, keşifler ve icatlar derken ortaya konulan kültür, nasıl oluyor da bizi içten içe kemirerek tüketiyor insanlığımızı?
Ne denli büyük ve teknolojik olarak da azametli olsalar da bir kez kontrollerini yitirdiklerinde tasavvuru zor kayıplara yol açabiliyor kuşkusuz. Oysa onların üretilme zihniyetleri ve ürün haline gelmelerindeki büyük amaçlar farklı şeyleri çağrıştırıyordu bize. Binlerce insanı en güvenlice nakletmek, yüklerin binlerce tırlık hacimdeki büyüklüğünün sadece bir deniz taşıtıyla ve daha ekonomik olarak nakledilmesi gayesine hayat vermek, günlerce sürecek uğraşılarla binlece kişinin üstelik yıllarını alabilecek kadar zaman harcayarak ortaya koyabilecekleri devasa mimarileri bir kaç ay içerinde zeminle buluşturmak gibi sayısız örnekte büyük bir sinerji yok mudur? Aklın sınırlarını giderek daha bir zorlayan bu durum, insanın kendi iradesi için de geçerli değil midir?
En mükemmel şekilde yaratılmış olarak da kutsal kitaplarda tarifi yapılan insanoğlu, bünyesindeki; mükemmel biyolojisi, sınırı belirlenemeyecek ölçüdeki zekası ve onu yöneten iradesiyle ve hatta sanata kapı aralayan üretkenlikleriyle o masalsı ideal hayatı yakalayabildi mi? Malesef, kendinden başkaca canlı, cansız neredeyse her şeye dikte edebilen bu başat varlık, iradesini yine kendi ürettiği teknolojinin “bağımlılık” dediğimiz kavramında giderek yitiriyor, tüketiyor,yok ediyor adeta. Her geçen an yeni teknolojilerin can bulduğu hayat, insanları da alabildiğine kendi doğasından kopararak; yalnızlaştırıyor, antisosyal, duyumlama yetileri körelmiş, geleceğe dair öngörülerden yoksun bir serkeşliğin içine savuruyor sanırım.
Sanayileşmeyle başlayan her sahadaki büyük gelişim, bir müddet insanlara mutlu olabilmelerinde katkı sağlamışsa da genel anlamda çok daha fazla şeyi istenmeyen mecralara sürükleyerek adeta insanlığımızın da sonunu hazırlarcasına tersi etkilerle varlığını sürdürüyor malesef. Herbirimizin şu ya da bu şekilde farkında olduğumuz bu durumun bizi tüketmesine daha ne kadar izleyici kalınabilir ki. Elbette birileri bir şeyle düşünüyor, planlıyor, hayata geçecek bu projelerini,s insanlığı şu “bağımlılık” illetinden koparmaya çalışıyor. Ne yazık ki bu gayretler her geçen gün giderek artan bağımlı sayısıyla oranlanınca çok yetersiz kalıyor.
İnsanları sürekli ulaşamazlık duygularından ötürü ötekileştiren, ikinci, üçüncü sınıf insan gibi hissetmelerine yol açan iktisadi meseleleri görmezden gelemeyiz. Sağlam bir ekonomik yapıda tüm nimetlere erişimin mümkün olması ve bu erişimdeki adalet, bağımlılıkları büyük oranda sorun olmaktan çıkarabilecek gibidir. Elbette kişisel nedenlerden ve veya genetik eğilimlerden ötürü de bağımlı olanlar var. Bu grubun büyüklüğü, çaresizlikleri sıklıkla yaşayarak teselliyi hayata ters bir durum olan bağımlılıklarıya ortaya koyanların yanında oldukça zayıf kalır kanaatindeyim. Geleceğe mutlu bir yürüyüşün adımı doğru alışkanlıklarla, sağlıklı ve ölçülü teknoloji kullanımıyla, paylaşma duygularının pekiştirilmesiyle mümkün ise, her birimizin duyarlılıklarının ve bunu artıracak bilgilenimin sağlanması, devletle birlikte STK`ların da bu konuya eğilmeleri, hayati bir sorun olarak ortadadır.
Türlü zorluklara aşina bir milletin çocuklarının, gençlerinin ve daha ileriki yaşlarda da çalışanlarının "bağımlılık" üzerine aklî ve ve vicdanî bir eleştiriyle yaklaşmaları ve hayatı köhneleştiren, geleceğimizi adeta elimizden alan bu zinciri kırmaları gerekmez mi? Yüzyıllardır esaretle tanışmamış ve tüm cihanı karşısına alarak onca zorlukların üstesinden gelmiş bir medeniyetin bağımlılık illetiyle ; beşeriyete ışık saçması gereken ilahi yürüyüşünden, örnek toplum olma vasfından ve bunu başarabilecek meziyetlerinden hatalı seçimleriyle vazgeçmesine kimse razı olamaz, olmamalı da. Bağımlılıklardan kurtulmada çözüm bireysel olabileceği gibi, destek alınması yoluyla da gerçekleşebilir elbette. Her akşam yemeğinde ve veya bir kahvaltı masasının etrafında mutlu yüzlerle hayatı kucaklamanın en güzel seçenek olduğunu kim yadsıyabilir? Bizi ; ailemizden, sağlımızdan, arkadaş ve dostlarımızdan, geleceğimizden ve edebimizden giderek koparan şu bağımlılık, olsa olsa hasmımız olur. Oysa biz, asla hasımlarımıza diz çökmedik. Kişisel gayret ve farkındalığımız, doğru insanların da destekleriyle hayatla yeniden yüzleşebilir, doğru seçeneklerle yolumuza devam edebiliriz. Bu konuda şı paylaşmak gibisi yok sanırım. Onunla iyi ve güzel olanlar artarken, bizi üzen ve adeta dibe çeken çirkinlikler ve güçlükler de azalıyor elbette.
Büyük bir davanın, misyonun ve mazisinden gelen kadim bir medeniyetin kültürel mirasını geleceğe taşıyabilmenin yolu, sağlıklı bireylerden teşkil olan bir toplumdan geçiyorsa, onun bu kıstası sağlamasında bananeci bir anlayışın anlamı en yalın ifadesi ile hadsizlik, haksızlık ve geçmişine ihanet olmaz mı? Ecdadının binbir türlü fedakârlığıyla bu günleri soluyabilen bizlerin, bu çok ciddi farkındalıkla elimizi taşın altına koymamız ve bizden sonraki nesillerin “bağımlılıkla” mesafesini doğru belirlemek durumundayız. Kelimelerin kökünden yürüyecek olursak, bağlılıklarımızda değerler, güzellikler ve gelecek hayat bulacaktır. Bağımlılıklar ise var olan tüm mirası hoyratça savuracak, yok edecektir.
“Bağımlılık, aklı ve iradeyi çalışmaz hale getirir.” Buradan yola çıkarak, bağımlılık denen şeyin aslında akıl sağlığıyla ilgili olduğu sonucuna varırız. Bağımlılık adeta ruhu, aklı ve onu sevk ve idare eden irade erkimizi de köleleştiriyor adeta. Bağımlılıkla birlikte hayatın kontrolünün bizden çıkmaya başladığını ve istenen ya da olması gereken değil, olmaması gereken bir hayatı yaşıyoruz, diyebiliriz. O halde, bağımlılığın pençesine düşmüş insanlarla normal değerlerdeki insanlar arasında büyük farklar oluşmaktadır. Tepkileri dahi anlaşılmaz hale getiren şu bağımlılık, insanları ;ailelerinden, mesleklerinden, okullarından ve diğer sosyal gruplardan adeta koparmakta, giderek de yalnızlığa mahkum etmektedir ne yazık. Öyle ki, yarınlar için ufuk açabilecek nice yetenekli el, akıl ve çözüm içeren dokunuşlar, hissedişler daha ortaya çıkamadan yok olup gidiyor, onca değerimiz hayatla bağını kuramıyor şu illet bağımlılık denen çöküş yüzünden. Her anlamda vücudu giderek sömüren ve onu bir savruluşa iten bağımlılık, bireysel öznede yaptığı tahribatı, zamanla toplumsal yapıda da ortaya koymaktadır. Bu durum açıkça bizi yıkıma, tükenişe, yok oluşa götürebilir. Sağlıklı düşünüşteki hiçbir bireyin bu durumu ne kendisi ne de milleti için kabulü mümkün değildir.
Oysa insan paylaşımlarıyla yaşayabilen, hayata bu paylaşımlarıyla, onun gerektirdiği sorumluluklarıyla ve kısacası bağlarıyla anlam kazanabilir. Ruhen, fizik olarak ve akılca ortalama değerlerdeki bir insana sağlıklı diyor isek, bunlardan sadece birindeki sorundan ötürü sağlığının tehlikede olduğunu da söylememiz gerekir değil mi? Gelin görün ki, bağımlı olunan şey her ne olursa olsun, bireylerde; aklen, ruhen ve fiziksel anlamda zamanla büyük hasarlara yol açmakta ve onu adeta yaşayan bir ölüye çevirmektedir.
Var olanları yirimenin, eritmenin, sömürmenin ve kıymetsiz hale getirmenin de adı olan “bağımlılık”, hayatımızdan bir an önce çıkmalıdır. İster maddeyle, ister teknolojik unsurlarla ve isterse başkaca nedenlerle ortaya çıkmış olsun, bir toplumun, bağımlılıklarıyla geleceğinin olamayacağı son derece de açıktır. Giderek azalan ekonomik kazanımların, enerjideki artan dar boğazların, iklimdeki anormal değişimlerin ve verimli topraklardaki büyük kaybın tüm dünyayı kasıp kavuracağı senaryolar kapıdayken, bunun üzerine bir de “bağımlılık” denilen sorunun eklenmesi kabul edilebilir olamaz. Sporun, sanatın verdiği heyecan, annenin sesi, kardeşlerin bir lokmayı paylaşımı, küçük bir çocuğun gülümsemesi, yağmurdan sonra gökkuşağının çıkması, kışın beyaz örtüsündeki masumiyet, çiçeğin rengarenk açışı ve dahası bize hayatı bahşetmiyor mu? Mücadele sonundaki alkış, bir “Aferin” sözü veya bir yetime, güçsüze yapılan yardımdan duyulan mutluluk…Hayata bağlanmak ve ona kendimizden de bir şeyler katabilmek adına ne de çok şey var aslında. Körü körüne bir şeye saplanmanınsa kimseye faydası yok değil mi?
Bizlere gerçek anlamda zenginlik katacak milli ve milletler arası değerler, bütün insanlığın da kurtuluşunun anahtarıdır. Onun esiri olmak yerine, ondan en ideal şekilde yaralanarak daha zenginleşmiş ve her birimizin sorunlarına da ışık tutacak seçenekler varken, onun için yitip kaybolmak hem bireysel zamanla da toplumsal bir yıkımdır aslında. İrademizle bunu aşmak ve hükmedilen, esir olan değil, hükmedebilen olmak durumundayız. Neticede hangi bağımlılık olursa olsun, onların herbirinin bireysel tavizlerimizden beslendiklerini ve bir noktadan sonra da yaşamımızda tamamen bir plansızlık,amaçsızlık, sorumluluk duygularını ve hatta ahlaki dayanaklarımızı da yıkarak, bizleri acılı bir tükenişe sürükleyebileceklerini asla görmezden gelemeyiz.
Konuya çok anlam katabilecek bir örneği de afetler üzerinden verebiliriz. Onlar ansızın bizleri yakalayan ve hayatla ölüm arasındaki gidip gelmeleri derinden yaşadığımız anlardır. Bir depremde onlarca saat ve belki de bir haftayı aşkın sürelerde insanları yaşama tutunduran nedir? Hareket kısıtı, açlık ve suszluğun yanında ciddi manada da yaralanmasına karşın hayata yeniden merhaba diyebilmenin altındaki gerçek nedir? Öyle anlaşılıyor ki, hayatı yaşamaya değer kılan onca şeyin varlığı, ondan vazgeçmek demek olan ölümden çok daha güçlü. Bağlarımız ne derece sağlam ise, hayatla da o derece ilgili, o derece de iç içeyiz demektir bu. Zorlukları, hayatın bir doğası olarak görmeyi başarmamız gerekiyor sanırım.
Yaşamak tüm zorluklarına, acılarına rağmen; rüzgarı tenimizde hissetmek, başkalarının gözünde ışıltı, yüzünde tebessüm ve zihninde de iyimserlik duygularıyla yer alabildikçe güzel ve anlamlıdır. Varlık, yokluktan üstündür. Daha güçlü var olabilmek ise; dilde, sağlıkta, kafada ve doğru seçeneklerden oluşmuş, herkesin faydasına olan; güzel alışkanlıklarla, inanışlarla, emekle, sabırla ve içselleştirebildiğimiz o değerlerimizle mümkündür. Bağlılıkların giderek güçlendiği, bağımlılıklarınsa artık gündemden düştüğü bir hayat dileğiyle.
YORUMLAR
Değerli yazınızın içeriği kapsamlı, anlatımı güçlü ve akIcıydı.
Sosyal yaşamın uyumu, ahenginin ve ötekileştirmeden bireyler arasında güvene ve sevgiye dayalı bağlılık ve sürdürülebilir ilişkinin gereklerine dikkat çekişiniz uyarıcı ve eğiticiydi.
Kutlarım.
Saygılarımla.
Oğuzhan KÜLTE
Hayat böyle bir şey yaşamak gerek çok anlamlı bir çalışma okudum kutluyorum