Adam ile Genç Kızın Hikayesi….
Depresyon
Hafta içi her sabah olduğu gibi yine iş yerimde bilgisayar ekranının başında işime yoğunlaşmıştım. Gülüş her zamanki gibi, aynı saatlerde ziyaretime geldi ve yine güler bir yüzle “günaydın, nasılsın?, ”dedi. Her ziyaretindeki gibi yüreğimde tatlı bir çarpıntı... İçimi her zaman garip bir şeklide rahatsız eden genç kız…Ama, bu kez sesinin tınısında heyecan yoktu ve yüzü durgundu.
Konuşmaya başladık:
— Dünkü yazımı okudun mu?
— Okudum, çok güzeldi.
— Sen de bu siteye üye ol, sen de yazılar yaz.
— Ben yazı yazamam
— Yazarsın, belki bu sana zamanla okuma alışkanlığı da kazandırır
— Söz veriyorum, okuyacağım, okuma alışkanlığım olacak
Yüzünün görünüşü düşünceli, ama sert değildi. Kalın kaşlar hafif çatık, kalın dudaklarda çarpık bir gülümseme, önceki gelişlerinde neşeyle parlayan gözlerde bu kez dayanılmaz bir çekingenlik, sesinde kararlılık;
- Hayır! Yazmam ben, boşuna!
Gülüş’ün soğuk ses tonuna kesinlik hakimdi. Bende anında bir çöküntü: Depresyon
Gözlerim bilgisayar ekranında, sadece bakıyorum; işlem yapamıyorum. Konuşuyor, duyuyorum ama anlamıyorum; yani, ne ekranda okuduğumu anlıyorum, ne de O’nun söylediklerini. Artık O’na değil, sadece ekrana bakıyorum, ama diyalogumuz daha 3-5 dakika sürdü; havanda su dövdük. Birden ayağa kalktı, giderken, neden söyleme ihtiyacını duydum bilmiyorum, belki de ilgisini çekmek ya da yanımda kalarak diyaloğumuzun sürmesini ifade edecek sözcükleri hemen bulamadığım için kısık bir sesle “senin sevenlerin çok, bu, insanı mutlu eden bir şey” dedim. Bunu söylerken “sen de beni sev “ mi demek istedim, acaba. Bana bakmadan ve sanki ortalığa konuşuyormuş gibi soğuk bir tonda: ”Ben de seviyorum, beni sevenleri seviyorum, her şey karşılıklı,” diyerek yanıt verdi.
İçimden kendimle konuşuyorum: “imkânsız!” bu, kabul et bunu! İmkânsız zorlanmaz!
Yanımdan ayrıldıktan 15-20 dakika sonra kahkahalarını duydum, kendisi görünmüyordu ama şen kahkahaları her yanı çınlatıyordu; sesini ve hele ki gülüşlerini bir kalabalıkta bile hemen tanırdım. Hemen o anda Thomas Mann’ın roman kahramanlarından birinin aklından geçenleri anımsadım:
“…istediği kadar İnge’den uzak tek başına pencere önünde dikilsin, salondan gelen uğultular, kadeh şıngırtıları ve gülmeler arasında sıcacık yaşamın çın çın yankılandığı Inge’nin sesini ötekilerden ayırt etmeye çalışsın, kendini hep İnge’nin yakınında bildiği burasıydı yeri !"
Gülüş’ün kahkahaları beni mistik düşüncelere götürdü. Her zaman derin ve özlü mistisizme ilgi duymuşumdur. Aslında metafizik çıkmazlar içinde yolumu kaybetmekten de hoşlanıyorum. Yüzlerce hatta binlerce insan sesinin olduğu bir yerde aşina olduğumuz sesleri nasıl seçebiliyoruz?
Derken, Gülüş’ün merak eden cilveli bir tavırla
—Nasıl, yakışmış mı?
sorusuyla düşüncelerden sıyrılıyorum, ona bakıyorum; sağ kulağının arkasında bir nergis çiçeği.
Lise mezuniyet balosunda şen kahkahaları her tarafı çınlatan Igne kahrından balkona çıkıp O’nun gelmesini hayale eden gencin yanına gelmemişti;
"...Inge gelmeliydi Şimdi! Onun salondan ayrıldığını fark etmeli, ne durumda bulunduğunu hissetmeli, kimseye belli etmeden peşinden çıkıp gelmeli, kendisine acıdığından bile olsa elini omzuna koyup şöyle demeliydi:” Haydi dön salona, aramıza katıl, üzülme, seni seviyorum.” Gerilere kulak kabarttı ve saçma bir gerilim içinde Inge’nin gelmesini bekledi. Ama Inge gelmedi asla böyle bir şey olmadı.” (Thomas Mann: Seçme Öyküler)
Çünkü, Inge’nin böyle bir sevgiden haberi bile yoktu.
Oysa, Gülüş gelmişti, hem de saçlarına taktığı nergis çiçeğiyle…Çünkü, biraz önce kalbini kırdığını hissettiği adamın kendisini sevdiğini biliyordu.
—Aaa, çok yakışmış… Bir poz ver lütfen
Cep telefonum elimde, sağ yanındaki saçlarını boynuna atıyor, çiçek takılı kulak açıkta poz veriyor.
Sonra, birden
“Telefonu bana verin, ben başkasına çektireceğim,” diyor.
“Ben fotoğrafını çektiğimde derin bakamıyor”, diye düşünüyorum.
Telefonu getirdi çektirdiği fotoğraflarını gösterdi, sonra yine kayboldu.
Bir zaman sonra tekrar yanıma geldi, nergis elindeydi. Yandaki boş koltuğa oturdu ama hiç konuşmadı, donuk bir sessizlik içinde bekledi, biraz sonra da kalkıp gitti. Mesai bitiminde masamı topluyordum, nergis masamın üstündeydi, aceleyle gittiği için büyük olasılıkla oraya bıraktı diye düşündüm ama belki de bir mesajdı, belki de beni seviyordu, kim bilir ! Zaten kitabımın arasına koyduğu bu notta sevdiğini, ama aşık olmadığını çok açık belirtiyor.
Çiçeği aldım monitörün üstüne koydum; tam karşıma.
Bu kez Halide Edip Adıvar’ın kendi yaşamını anlattığı “Sinekli Bakkal” romanının baş kahramanı Rabia’nın piyano öğretmeni yaşlı Pregrini’ye olan ilgisini anımsadım. Rabia’nın yaşlı İspanyol’a karşı hissettikleri aşkın da ötesinde tutkuydu:
“Fakat Rabia’nın kalbinin binbir kolu tek adamı sarmak için açılmıştı, ...bir hafta sonra yine Peregrini yoktu. /.../ Kader, bir Müslüman kızının gönlünü bir kafire vermiş,. Kafirin de anası ölmüş, ortadan kaybolmuş. Belki bir daha dönmeyecek. /.../ Fakat Halik bütün insani sevinçleri, sevgileri kıskanır. Ve Peregrini hayatından kaybolunca şuurunun alt tabakasındaki bu korkunç inanç yavaş yavaş yükseldi. /.../ Rabia, “Ne vakit gelecek, söyle de artık dönsün” diye yalvarırdı. Fakat Vehbi Efendi onu ziyarete geldiği günler, hiç bir türlü ona, Peregrini’den haber sormaya cesaret edemiyordu. /.../ Karar: Gönlümün bin bir kolundan biri mutlak bir gün Peregrini’yi yakalayacak. Onu Müslüman edecek, onunla evlenecek.
Mart ayının son günlerinde bir sabah Peregrini Sinekli Bakkal’a çıkageldi.
Peregrini’nin yanakları çökmüş, şakaklarındaki kırlar biraz daha çoğalmıştı.
- Ben sizi çok önemli bir mesele için görmeye geldim.
Peregrini’nin yüzü çok ciddi, çok endişeli
( Rabia’nın) damarlarındaki genç kanı, şeytan akıntısı gibi dolaşıyordu.
— Çok yalnız kaldım, Rabia Hanım, sizinle evlenmek istiyorum
— Bana da sizsiz yaşamak çok güç geldi.
/.../
-Yeni adım ne olacak
-Osman
Rabia mayısın ilk günü evlendi."
Gülüş’ün bana karşı tutkusu şöyle dursun, özel bir duygusunun olduğunu da hissetmiyordum. Oysa hissetmek çok önemlidir; yanlış düşünebilirsin, yanlış anlayabilirsin, yanlış yapabilirsin ama yanlış hissedemezsin.
İşte bu duygu ve düşüncelerle evime gelirken, Güres’te kendimi sorguya çektim:
Sigara sağlığını tehdit ettiği zaman nasıl bırakmıştın?
Bu soruma şöyle yanıt verdim.
“Farz et ki dünyada tütün adında bir bitki hiç olmadı, Tanrı böyle bir bitki yaratmadı”.
Sonuç kesindi, ondan sonra hiç içmedim.
O halde, Gülüş’le hiç karşılaşmadın
Aşk da madde bağımlılığı gibi iradeyi baskılıyor.
“Önemli olan zoru başarmak, iradenin bloke olmasına izin verme !” diye karar verdim.
Aklımda, yüreğimde hatırası… Evime geldim, hemen yattım, ama uyuyamadım; saat 01.15’de kalkıp bu yazıyı yazdım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.