AMNESİA SAATİ DURURSA 2.BÖLÜM
ADSAV’lara gözükmeden eski püskü arabaya binmişlerdi. Hatta Barış arabaya Çakmaktaş ismini taktığı için uzun süre dalga konusu bile olmuştu. ADSAV’lardan kaçmalarını sebebi asla korku değildi. Karmaşa yaratmak istememelerindendi, isteseler büyük bir tartışmaya girerler hatta büyük bir başarı kazanırlardı. Sorun onların himaye altına girenlerdi. O kadar eziyet görmelerine rağmen halen de ADSAV’ları savunacak kadar sadıktılar. Oysa isteseler şuan onların işlerini bitirebilirlerdi. Ama hep sadık kalmışlardı, sessiz ve sakin…
Saatler süren yolculukta Gece belli etmese de içindeki çocukla saatlerce konuşmuştu. Yollarda gördüğü izdihamları, yıkık evleri, kara dumanı andıran bulutları ve hatta geçmişteki evini.. bu kadar düşüncenin arasında birde geçmiş ne kadar geçmiştir düşüncesiyle kendi aklını buhrana uğratmıştı. Daha fazla iç konuşmasına dayanamamış ve gözlerini kapamıştı. Uykusuzdu çünkü bütün akşam tehlike kokan arkadaşı Mercan’dan bir haber odasında onu beklemişti. Sahi akşam ne olmuştu da bir çırpıda kadın silahlanıp ‘geriye gideceğim.’ Diye sığınaktan fırlamıştı. Bir de yetmezmiş gibi iki izbandut kılıklı Barış ve Burak kapıya dikilmişti. Mercan’ın onu adı gibi tanıdığına artık emindi, yoksa oda net bir şekilde arkadaşını takip edecekti. Şaşırtıcı olan ise o fırtına gibi esen kadını Mercan’ı sabah bir sakin, bunalmış, kafası karışık görmüştü. Hatta arkadaşı biraz daha kuşkucu baksa onu tanımadığını sanacak ve silahını çekip ‘Mercan nerde, ona ne yaptın düşdudak?! Diye tehditler savuracaktı. Düşdudak ne diye düşünebilirsiniz. Düşdudak, Mercan ve Gecenin o yaratıklara taktığı isimdi. Gerçek isimlerinin ne olduğunu kimse bilmezdi. Yaratık denilmesine bakmayın, onlar düpedüz insandı. Ama ne insan! Ellerinde değişik aletlerle insanlara arkadan bir çakal gibi yaklaşan ve sivrisinek gibi sessizce amacına ulaşan acımasız ruhsuz insanlardı bunlar. Mercan ve Gece’nin bu lakabı takmasının sebebiyse, bu insan kılıklı yaratık mı yoksa yaratık kılıklı insan mı dersiniz size kalmış, dudaklarının bir o kadar büyük ve çirkin olmasıydı. En kötüsü de şaklabanların o çirkin dudakları, leş kokan ağızlarıyla işlerini bitirdikten sonra en güven verici gülümseyişlerini bizlere ve hatta sizlere sunmasıydı. Ne yapıyor bu pis yaratıklar derseniz nasıl dudaklarndan isime bir parça koyduysak yaptıkları işte isimde gizliydi. Düşleri, düşünceleri, geçmişi ve belki de o zamanın geleceğini sizden bir süpürge misali çekip alıyorlardı. Dua edelim ki ömrümüzde böyleleriyle karşılaşmayalım. Esas konumuza dönersek, çünkü Mercan gerçek Mercandı, Gece Mercan’ı tanımış, Mercan Geceyi anımsamıştı.
Arabanın sarsılarak durması, Gece’ye yorulmuş atın kişnemesi gibi gelmiş hafif bir gülümseme kondurtmuştu suratına. Ama denildiği kadar hafifti ki kimse onun gülümsediğini bile fark etmemişti. Silahlarını ve özel eşyalarını alıp arabada hiçbir iz bırakmadan karşılarında bir kale gibi duran, çöl içinde bir göl gibi gelen korumalı alana girdiler. Yavaşça binaya yaklaşırken arkalarına baktılar. Burası elektrikli tellerle veyahut demir bloklarla önü kapatılmış bir alan değildi. Burası çok acayip bir teknolojiyle korunuyordu. Onlardan biri değilseniz görünmez barajdan geçtiğinizde ilk ağzınızdan sonra burun ve göz en sonda kulaklarınızdan kan gelir, içler parçalayacak bir şekilde çığlıklarla hayatınıza son verirdiniz. Etrafa biraz daha göz atarsak bir orman gibi gelebilir burası size. Ağaçlar doluydu, belki de hayatınızdan bu kadar ağacı yan yana görmemişsinizdir. Bu kadar canlı renklere ve canlılığa rastlamamış bile olabilirsiniz. Binanın rengi zıtlık olsun da ‘ burası bize ait beyefendi. Eğer yaklaşırsanız binanın rengi size gerçekleri hatırlatsın.’ Dercesine kan kırmızısıydı. Belki de gerçekten de kanla kaplıydı. Sonuçta boya alınıp incelenmemişti ki kim bilebilirdi. Her zaman ki gibi binaya ilk adımı Mercan atmıştı. Mercan umursamaz, asabi, ‘amaan en fazla ölürüz’ rahatlığıyla yaşayan, ama sadece ve sadece Gece’ye düşkün bir kızdı ve bütün camia onların arkadaşlık ve kardeşlik bağında olduklarında bilirdi. İkisi de herkesi feda edebilirdi ama birbirlerini asla. Bunu asla unutmayalım. Oyunlara gelmeyelim.
Sonunda siyah kapılı bir odanın önünde durdular. Burada yani hollerde salonlarda başıboş insan görmek nadirdir. Her odada önemli bir olay örgüsü olmadan girilmez. Odalar her zaman toprağın bilmem kaç metre altında olurdu. Sadece ve sadece çalışma odaları ve önemli olaylar için önemli adamların odaları üstlerde olurdu. Çoğu kişi bunu toprak altında kalanların iyiliği için desede ki bunu Gece savunurdu, bir kısımda korkmadan bütün güzellikleri en üstteki patronlar görsün biz toprakta karanlığa gömülelim olarak düşünürdü ki bunu düşünenlerin başında kim var bellidir diye düşünüyorum. Aklınızda Gece polyanna, Mercan ise pamuk prensesteki cadı olarak gelmesin. Ne Gece polyanna olacak kadar saf, ne Mercan bir cadı olacak kadar kötüydü. İkisi de insandı. İnsanlık için, gelecek için ve yaşamak için çabalayan iki insan. Barış ve Burak konusuna gelirsek bu yakışıklı iki adamda bahsetmeye pek gerek duyulmamıştır çünkü kendileri yakın zamanda insanlık için bahanelerde bulunarak aptalca bir sebepten öleceklerdir. Saygıyla anıyoruz. Bunu yazarın erkek aşağılaması olarak görmemenizi ve gelecek karakterin ihtişamına kapılmanızı tavsiye eder, kapıda dikilen bu dörtlüye geri dönüşte bulunuyoruz.
Kapı herhangi birinin çalmasıyla veya içerden birinin kola dokunmasıyla açılmamıştı. Mercan’ın tabiri ile ‘ ne boktan teknoloji ama sağ olsun kapıyı açmak en zor iş hemen halloldu.’. Sonunda odaya girmişlerdi. Şuan patron karşısında ayakta hazır ol da durmalarını bekleyebilirsiniz ama bizim kızlar ne bir filmin başrol karakteri ne de bu patron bozuntusuna o saygıyı duyuyorlar. İçeri girdiklerin bir kafa selamı verip en rahat koltuklara kızlarımız yayılırken erkeklere en rahatsız edici koltuklar kalmıştı. Patron dediğimiz 50/55 yaşlarındaki bu saçları işten ağarmış oturmaktan göbek bağlamış ve estetik olduğu her yerden belli olan burnu ile kızların davranışlarına sempatik sandığı ama kızların bunu utanç gülüşü dediği gülüşü atıyordu.
‘ merhaba arkadaşlar, sanırım görev tamamlandı. Dinlenmek istiyorsunuz biliyorum ama-‘ Gece bile artık bu yalancıktan sözlerden bıkmıştı ve dayanamayıp lafa atladı ‘ görev desem Arel. Uğraştırma artık bizi hep aynı terane.’. Mercan arkadaşıyla gurur duyarcasına gülümsedi ve sonra Arel’i incelemeye başladı.
‘ doğu kuşağına gitmeniz gerek. Haber alamıyoruz. Hiçbir iz yok. Oraya bir ekip zaten yolladık ama onlardan da haber yok. İstediğiniz silahları ve istediğiniz arabalar her şey ama her şeyi karşılayacağız…..’
Arel saatlerce mahcubiyetle anlattı. Ve bizim ekip saatlerce dinledi. Bir liste hazırlandı ve Arel hepsini onayladı. Olsa Barış ve Mercan bol keseden ne varsa istemişlerdi. Her isteğin yerine getirilmesi yarım günü bulacağından yavaşça ayaklandı dinlenmek için odalarına çekilmek istediler. Mercan tam kapıdan çıkacak iken ‘ Arel de güzel hoş bir isim oysaki. Keşke anlamını bilmeden böyle isimler konmasa.’ Dediğini tek duyan tabi ki Arel olmuştu. Mercan’ın boş bir ifadeyle Arel’e bakarak kapıyı kapatırken Arel çoktan kıpkırmızı olmuş. Bir şeylerin artık farklı olduğunu anlamıştı. Çılgın ama bir o kadar stabil olan ekibimizi bu sefer dinlenmek için toprak altına gömmek yerine güzel bir manzarası olan odalara götürmüşlerdi. Peki bu odalar güzel manzara eşliğinde mi kalacaktı yoksa sabah kapıları cehenneme mi açılacaktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.