AMNESİA SAATİ DURURSA 1.BÖLÜM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Eski püskü bir yatakta, darmaduman bir odada uyandığınızı düşünün…
İnsanlar yabancı olduğu kadar bir o kadar tanıdık olsa da zaman kavramını hatırlamadığınızı. Bir şeyler için savaştığınızı ama savaşma sebebinizi bir türlü hatırlamadığınızı. Onlar böyle bir olay içinde ne yapacaklarını bilen ama ne için yapacaklarını bilmediği bir dünyaya gözlerini açtılar…
Mercan küf kokusunun burnuna dolmasıyla gıcırdayan yataktan bıkkınca kalktı. Neden bıkkın olduğuna gelirsek bunun sebebini ne o nede bizler bilmemekteyiz. Etrafına bakındığında tanımadığı bir odada olduğunu fark etse de bu odaya bir o kadar aşina olduğunu hissetti. Sanki dün o kararmış çaydanlıktan zift gibi çayı eski dudak payı kısımları çatak olan bardağa doldurup şekeri bıraktığı için acımsı tadı yumuşatamamışlığın siniri ile kırık camları olan bu odanın en soldaki tarafına geçip dışarıdaki izdihamı izlemişti. İstemsiz olarak yine aynısını yapmaya başlamıştı. Çaydanlığa baktı dünden kalan ve artık ziftten beter olan çayı yine aynı bardağa koydu ve yine en soldaki tarafa geçip dışarısını bir hayalet gibi izledi. Her bir geçen insan için ‘dün uyuyamamış olmalı’, ‘ sanırım çocuğunu emzirmek için süt arıyor, bu olaylardan sonra sütünün kesilmesi çok normal, bir o kadar zayıflamış’, veya ‘ sapsarı saçları olan bu adam buralı olamasa gerek’ diye yorumlar yaparken çaresizlik ile etrafta dolaşan insanların onu hiç fark etmemesinin hazzını da bir yandan yaşıyordu. Bir süre sonra ne yapacağını bilmeyerek sadece bekliyordu. Sanki her zaman olduğu gibi birisi gelecek onunla konuşacak ve bir yerlere gideceklerdi. Ama kimin geleceğini , ne söyleyeceğini veya nereye gideceklerine karşı hiçbir hatırası yok gibiydi. Olay örgüsü eski bir yapboz gibiydi, bazı parçaları eksik…
Bir süre sonra içeri buğday tenli, simsiyah uzun kıvırcık saçları, yüzünde güneş yanığını andıran çilleri, kısık gözleri ve kendinden kısa olduğunu düşündüğü, kendisi bir Afrodit kadar güzel olan ama kıyafetleri eski ve kurumuş kanlara bulanmış bir kadın girdi. Kadının adı beyinde yankılandı.
‘GECE!’
Kızın adı beyninde çığlık atarcasına tekrar ederken, kız hızlı bir şekilde gelmiş ve ona sıkı sıkı sarılmıştı. Mercan’a tanıdık gelen bu kadın tüm samimiyetini gösterirken Mercan put gibi durmuş tepki vermemişti. Tanımadığı ama tanıdık gelen bu kadına tamamı ile kendi isteğiyle sarılamamıştı. Sanki sarılmasa bile Gece onun samimiyetini, içine kavrulan şüpheli hisleri anlayacaktı.
‘ başına bir şey geldi sandık’, dedikten sonra o da eski çaydanlığa gitmiş ama çaydan doldurmak yerine çayı dökmüştü. Mercan’ın içinde çayı döktüğü için saçma sapan bir sinir gelmişti. ‘ başıma ne gibi bir şey gelebilir ki?’ demeyi de ihmal etmemişti. ‘ bilmem belki vurulmuşsundur ve iğrenç pis bir yerde düşüp bayılmış ya da ölmüş olabilirdin.’. ‘ yani sende bunu düşünsen bile beni aramayıp sabahın bilmem kaçında kapıma gelmeyi yeğledin. Hem öyle bir şey olsa bile bu odadan daha beter bir yer olacağını sanmıyorum.’.
Gece çayı demlerken duyduklarıyla bir anda durmuş, ‘ bildiğim kadarıyla seni aramamam için Burak ve Barış’ı kapıya diken sendin.’ Söylediği imalı sözüyle Mercan dostunun bu yaptığına alındığını fark etti. Samimi ama buruk bir gülümseme yolladı ve konuyu kapadı. Çünkü Burak ve Barışı şuan hatırlamamasını yanı sıra neden gece köpekler gibi kapıya diktiğini ne anımsayamıyordu.
Çay demlenene kadar ikisi de konuşmamış, dışarısını izliyorlardı. Yaşadıkları yerin nasıl bu hale geldiklerine bir türlü anlam verememiş sıkıntıya ohlayıp pohlayıp duruyorlardı. Karşıdaki yıkık dökük binalardaki yaşamak için yağma yapan insanlar mı dersiniz, sözde ADSAV denilen kendilerinin polis olduğunu savunan ama asla polislerdeki asalete ve merhamete sahip olamayan eşkiyaların etrafa aç köpek gibi bakarak ‘ hadi it herifler gelin bir itirazda bulunun da sizi gebertip aç köpeklerimize yem edelim’ bakışlarının altında ezilen en az bir seksen olan adamların önden kalkan niyetine kullanılması mı?
Çaydanlığın çıkardığı tiz sesle ikisi de düşüncelerinden kopup odanın içerisine odaklandılar. Mercan duvarın solukluğu yatağın eski ve yastık bile olmamasına ve yerde köpek yemek ve su kabına odaklanmıştı. Oysa bir köpeğim bile yok ki diye düşündü. Gece ise Mercan fark etmeden elindeki bardağı almış, yeni taptaze sıcacık ve gerçek bir çay gibi kokan sıvıyı bardaklara doldurdu. Sanki bu taze çay kokusu bir nebzede olsa odanın küf kokusunu bastırmıştı. Mercan birazda olsa rahatladığını düşünmüştü. Oysa huzur ve rahatlamak onlar ile asla yan yana gelemeyecek iki kelimeydi. Bunu sebebini ileride çok iyi bir şekilde anlayacağınızı umuyorum. Sadece biraz sabır…
Düşüncesi yarım kalmış iki izbandut kılıklı herifin aynı anda kapıdan geçmeye çalışmalarıyla eski kapının çatırdaması ikisinin de sabır çekmesine vesile olmuştu. Şimdi tanımıştı Barış ve Burak kim olduğunu. Saçları uzun ve ela gözlü olan Burak tı. Kızıl saçlı ve saçlarıyla uyumlu olan kızıl kahve gözlü olan adamın ismiyle bir o kadar çelişkisi Mercanın gözünden kaçmamıştı. ‘ savaş ismi daha çok yakışırmış oysa ki.’ Diye mırıldanırken onu tek duyan Gece olmuştu. Gece omzuna dokundu ve ‘ evet bu kadar dinlenme yeter, artık iş başı. Gitmemiz gerek, Arel beklemeyi sevmez bilirsin.’
Mercan ceketini giyerken ‘ boşuna demleme çay diye buna diyorum. İçemiyoruz.’ Sıkkınlıkla bardağı lavaboya bıraktı, o an aklında Thor’un çekici çarpmış gibi hissetti. Arel kimdi ki!