- 387 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Kar Güncesi
Hayatta hiçbir şey mutlak değildir, her şey birbirine dönüşür. Yin Yang Kuramı diyoruz buna. İyiliğin kötülük-kötülüğün iyilik, güzelin çirkin-çirkinin güzel, mutluluğun mutsuzluk-mutsuzluğun mutluluk haline dönüşmesi… Ya da ilacın dönüşümü gibi; ayarında doz faydalıyken overdoz zararlı. Doğanın işleyiş düzeneği de böyle ya hani, yağmurun çisil çisil yağması insana haz veren bir görsel şölen iken delimsirek yağdığında sel ihtimaliyle tehlike çanlarının çalmaya başlaması.
Kar manzaraları da öyle; bakmaya doyamaz insan, ruhu dinlenir. Ruhu dinlendiren görüntüleri aldım hafızaya. Ama o füsunkâr beyazlığın günbegün sabrımızı sınayan bir de görünmeyen yüzü var ki gece aralıksız yağan kar sabahına gözlerini açmış Nordik insanını, kahvenin uyarıcı etkisine bile gerek duymaksızın aniden güne fırlatabilir. Kardelenlerin boy göstermeye başlamasıyla “Bahara şunun şurasında ne kaldı ki?” dediğimiz günlerde dahi beyazın gücüyle şekillenen hayatın bize yansımaları ve etkilerinden bahsetmek istiyorum azıcık.
İkindiüstü Oslo’dan eve döndüğümde içeri girmeden evvel “Hadi,” dedim “Garajların önünde biriken karları kürüyerek ortalığı biraz açmış olayım.” Çakır ayaz yüzünden hava sıcaklığının -8°C’ye düşmesiyle iyiden iyiye katılaşmaya başlayan beyzalıkta yolları kütürdeten araba tekerleklerinin gürültüsüne “Rukii” diye tiz bir ses karıştı. Kafamı kaldırıp baktım ki Lea. Sol çaprazda oturan komşum. Haftaya salı günü evine odun indirtecekmiş, “Sana da 2 ton getirsinler mi?” diye seslendi bana. Aramızda spontane gelişen sohbet, Lea’nın bahçesinde çiçekleri mor renkte açan leylak ağaçlarının baharda sürgün veren taze dallarından birkaç tane kopartıp benim için rezerv etmesi antlaşmasına kadar uzadı. Teşekkür niyetine yaptığım kahveleri bizim verandada ayaküstü yudumlarken epeyce bir lafladık. Yetmedi, araçlarımıza antifriz alma bahanesiyle markete doğru yola çıktık. Yol boyunca da etrafı bol bol fotoğrafladık.
Gelelim şimdi günün erken saatlerine. Sabah 8:30 suları. Bir uyandım ki her yer kar. Hem de öyle böyle değil, kat kat yorgan misali kaplamış dört bir yanı mübarek. Şehir dışına çıkacağım 9:30 trenine yetişmem şart. Tren istasyonuna aracımla ulaşacağım ama arabam kalmış kar altında, görünmüyor. Yetmezmiş gibi yolları temizleyen iş makinaları kaldırımdaki varı yoğu kepçeleriyle öne doğru sürüklerken evlerin yola açılan çıkışları da nasibini almış temizlikten (!). Bizim kapının önünde kocaman, öbek öbek kar tepeleri oluşmuş. Demem o ki arabayı çıkartmam namümkün, kar!
“Ey tanrım,” dedim “Sabah sabah beni böyle sınıyorsun hıı,” Giydim çizmeleri, kaptım odunluktan süpürgeyi, sıyırdım arabanın üzerindeki beyaz yorganı. Fırlattım süpürgeyi, kaptım küreği, veryansın ettim evin çıkışını tıkayan kar yığınlarına. Küreği sallarken söylendim belediye aracının kepçesine de kaptanına da. Ve nihayet çıktım yola. İlk döner kavşağı geçtim, ikinci döner kavşağa yaklaşırken -nasıl gördüm bilmiyorum normalde hiç fark etmem- epey ileride trafik polisi aracının maviş maviş göz kırpan sinyal lambaları… “Bunlar beni durdurur mu acep şimdi? Durdurur elbet bugün ayın on üçü,” diye paniklerken fizik tedavi saatine geç kalmam halinde banka hesabımın ödeme hanesine ışık hızıyla yetişecek olan 550 kronluk elektronik faturanın görüntüsü şimşek gibi çaktı kafama. “Kır dedim kız, kır direksiyonu sola!” Yol yokuş aşağı. Eğim iniş levhası %15’lik bir eğimi işaret ediyor ama bereket yol kazınmış ve tuzlanmış. Hafiften frene basa basa indim rampayı. Park ettim arabayı, koşmaya başladım istasyona. Tam kapının önünde dikilip açma düğmesine dokundum ki tren hareket etmeye hazırmış. Sistemin kapıları kilitlerken “click" diye çıkarttığı o gıcık ses çınlayıverdi kulağımda. Kaldım tabii bu sefer sap gibi ortada.
Bir sonraki kalkışı aldım almasına lakin koşmaktan nefes nefese yetişebildim randevuya. Rehabilitasyon ünitesindeki hekim, hem fizik tedavi uzmanı hem de kiropraktör. 45 dakikalık cehennem azabının ardından rahatladım sonunda.
Akşam çalışma masasının başına geçtiğimde günden geriye kalan pirüpak fotoğraflara baktıkça mütemadi gülümsemeler kuşatıp durdu yüzümü. Yaşadığım stresi yazıya dökerken yüreğimin sarkacını ağırlaştıran sözcüklere karşın fotoğrafların odama yaydığı huzur, o huzurun ruhuma dokunmasıyla hissettiğim hafiflik öyle tuhaftı ki… Hakikaten bir kutup haddine ulaştığında diğer kutup devreye giriyordu. Bugün yaşadığım da birbirinden kopmaz iki karşıt kutbuyla “Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır.” manasını taşıyan Yin Yang kozmosuna selam çakıyor adeta onun dinamiğine iyi geceler diliyordu.
Yüreğinizin sarkacını hafifleten erinçte okumalar.
/ yüRekTen
İZLER 60. Sayı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.