- 323 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Evren güneşi nasıl takip ediyor?
Bu da pek bir yazıya benzemeyecek. Ders notu kabilinden olacak. Yine de karalamalıyım. Saklamanın en iyi yolu dilegetirmektir çünkü: Bediüzzaman’ın 33. Söz’ün 9. Pencere’sinde ’ibadât-ı umumiye’yi delil olarak sevketmesi kafamı karıştırdı arkadaşım. Evet. Çünkü ibadet ’ortak bir bilgi alanı’ gibi gelmiyordu bana. Mü’minseniz ibadet edersiniz. Tamam. Allah kabul etsin. Değilseniz zaten böyle bir zemini kabul etmiyorsunuz. O halde oradan delil getirmek nasıl olabilir?
Yani, "Ey münkir, bak herşey ibadet ediyor, bu kadar ibadet varsa mutlaka Mâbudları da vardır!" desem, münkir de bana şöyle demez miydi: "Bence hepsi yanlış yapıyorlar. Bir rüyaya kapılmış gidiyorlar. Onların zaten katılmadığım bir davranışları ile beni cerhedemezsin." Sonra, elhamdülillah, metnin içerisindeki bir detaya uyandım. ’İbadet’ kavramını biraz dar ele aldığımı düşünmeye başladım. Deniliyordu ki mesela orada: "(...) bilmüşahede bütün zîhayatların kemâl-i intizamla ubûdiyetkârâne vazifeler görmeleri ve bilmüşahede anâsır gibi bütün cemâdâtın kemâl-i itaatle ubûdiyetkârâne hizmetleri, bir Mâbud-u Bilhakkın vücub-u vücudunu ve vahdetini gösterdiği gibi..."
Tabii böyle metni alıntılayıp bırakınca olmayacak. İzahı da gerekecek. Tevfik Hüda’dan. Eh, evet, öncelikle soralım o zaman: İbadetle aslında ne yapmış oluyoruz? Düşünün. Düşünün. Düşünün. Evet. Süreniz doldu. Kağıtları gösterin. Zannediyorum ’şükür’ diyeceksiniz, ’hamd’ diyeceksiniz, ’tefekkür’ diyeceksiniz, ’teslimiyet’ diyeceksiniz. Daha nice güzel tarifi ekleyeceksiniz. Maşaallah. Diliniz şeker yesin. Ve bunların hepsini de haklı olarak söyleyeceksiniz. İtiraz etmiyorum. Fakat bunlarla birlikte, ibadetle, birşeye daha muvaffak kılındığımızı düşünüyorum. Nedir? İhtimalleri teke düşürmektir.
Peki ’ihtimalleri teke düşürmek’ ne demek?
İzah misalsiz olmaz. Namazımızı ele alalım. Size namazı ’sadece bir başlık’ olarak verdiğimi düşünün mesela. İçeriğini kendiniz dolduracaksınız. (Yakında hadis inkârcıları da öyle şeyler yapacaklar gibi görünüyor.) Nasıl doldururdunuz? Beraberinde elinizde hiçbir dinî verinin bulunmadığı bir dünyayı da hayal etmenizi istiyorum. Hayy bin Yakzan gibisiniz. Beşeriyetle tanışıklığınız yok. Ne yapardınız? Takla mı atardınız? Yerde mi yuvarlanırdınız? Şınav mı çekerdiniz. Amuda mı kalkardınız? Allah’ı razı etmenin yolunu ne şekillerde arardınız? Hangi kelimelerle dilegetirirdiniz? Bireysel namaz tercihiniz nasıl olurdu
Hatta biraz daha geriye gidelim: ’İbadet’ diye birşeyin başlık bilgisi kadarcık olsun bilgisi gelmemiş sayalım. Böyle bir cehaletten doğacak ihtimaller karşısında sizi ne/nasıl birliğe getirebilirdi? Acaba insan sayısı kadar din olmaz mıydı? İnsan sayısınca ahlak bulunmaz mıydı? Putların sayısı insan sayısını aşmaz mıydı? Doğru, insan sayısınca, hatta o insanların farklı şartlardaki doğru algılarıyla çoğalacak sayıda, artmaz mıydı? Demek, biz, sünnet-i seniyye ile somutlaşmış bir ibadet dünyasına kavuştuğumuzda, yüce bir birliğe de kavuşmuş oluyoruz. Muhtemellerin ekserini eleyerek teke dönüyoruz. Disipline ediliyoruz. (Ehl-i Sünnet dairesinde kaldıktan sonra mezhepler de meşrepler de meslekler de bizi disipline ediyorlar.)
Bakış açımızı genişletmek bu noktada başlıyor. İbadetin ilk tesirlerinden birisi bizde bu oluyorsa kainattaki disiplini/disiplinleri de bu zeminde kavramak mümkün olamaz mı? Yani, herbiri (tıpkı yukarıda ’namaz’ misalinde olduğu gibi) farklı bir fizik, kimya, biyoloji ile amel edebilecek (hatta her anları farklı olabilecek) varlık dünyasını ’kanunlara bağlanmış bir şekilde’ hareket ettiren de onların ibadetleri olabilir mi? Öyle ya. Biz namazda geçecek süreyi binlerce farklı şekilde geçirebilirdik. Çay içebilirdik. Yemek yiyebilirdik. Top oynayabilirdik. Televizyon izleyebilirdik. Ceptelefonumuzu kurcalayabilirdik. Ancak bir imama uyduk. Namaza durduk. O anda o imama iktida eden herkesin hareketleri tekleşti. Lisanları birleşti. Bir disiplinin kaydı altına girdiler. Muhtemellerin evreninden vazgeçtiler. Artık yalnız bir dünyaları var.
İşte ’anâsır gibi bütün cemâdâtın kemâl-i itaatle ubûdiyetkârâne hizmetleri’ veya ’bütün zîhayatların kemâl-i intizamla ubûdiyetkârâne vazifeler görmeleri’ ve bunlarla beraber musırrane zikredilen ’bilmüşahade’lik bizi "İbadetin ’ortak alanını’ görmeye çağırıyor olabilir!" diye düşündüm. Herşeyin intizamı ibadeti olabilir. Çünkü, ibadet, ihtimalleri terkedip Allah’ın razı olduğu tekilliğe yönelmektir. Vahdetin bu şekilde umumen câri oluşu, yani herşeyin muhtemelleri terkle bire yönelmesi, biri arıyor oluşu, biri yapmaya adanması, bire tutunmak istemesi, birin etrafında dönmeye temayülü, bu karşı konulmaz evrensel yasa ’ibadât-ı umumiye’ başlığını dolduruyor sayılabilir. Tabii bunca lafazanlığı ’Allahu a’lem’ kaydını unutmadan yapıyoruz. Herşeyin en doğrusu Allah bilir. Dilimize dökülenler kırık aynamızda gözükenlerdir. Ama, siz de farketmişsinizdir, bu ’merkeziyet-ibadet’ ilişkisinin mezkûr metni fehme yaklaştıran bir yanı var. ’Herşeyin ibadeti’ni kavramada bu yaklaşımın faydası dokunabilir.
Hepsini alsak uzun kaçardı. Metnin sonundan bir alıntıyla bitirelim: "(...) kâmil insanlardaki bütün makbul ibâdâtın ve o makbul ibâdâtın neticesinden hasıl olan füyuzat ve münacat, müşahedat ve keşfiyat, yine o Mevcud-u Lemyezel ve o Mâbud-u Lâyezâlin vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir." Evet. Gösterir. Eğer ışık aldıkları merkez tek olmasaydı ayçiçeklerinin başları bu kadar güneşi takip etmezdi. Arkadaşım, evrenin düzeni de, başının güneşini takip ediş şekli olmasın sakın?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.