- 257 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAĞIRMA HİTAP ET TATLI BİR SESLE
03.
BAĞIRMA HİTAP ET TATLI BİR SESLE
Bağırma; hitap et tatlı bir sesle,
Tanısın her yönden tanış hevesle,
Neyi seviyorsa onunla besle
Birlikte bir yola çıkarsan olur.
Elimde yaptırım gücü olsa, “milletimin hayrı için ne yaparsın?” deseler; uzun uzun düşündüğüm ve gözlemlediğim ortak bir derdimize el atardım. Yüzünüze bakıp izlediğim kadarıyla sanki “ne yapabilirsin” dediğinizi duyar gibi oldum. Önce mevzunun ne olduğuna dair bir iki canlandırma yaparak misaller verelim.
Diyelim altı yedi tanıdık, eş dost arkadaş bir yerde oturup konuşuyoruz. Farzımuhal birisi ressam olduğum için sanattan, meşhur bir resim üzerine bir soru yöneltmiş olsun, gerçi katiyen sormazlar ama yanılıp yenilip sordular diyelim. Sevdiğim ve bildiğim bir konu diye sesimi ayarlayıp; cümlemi ve onların söylediklerini alt alta yazıyorum.
“Efendim Orta Çağın bitişini bilimsel çalışmalar neticesinde Katolik dünyasında yeni bir düzenlemelere gidildi. Bu yeni düzenlemelere reform hareketleri denmiştir. Sanatta olan yeni sanat kurallarına göre yapılan çalışmalara da Rönesans dönemi denir. Rönesans dönemi resimde gerçekçiliği ve perspektifi temel aldı. Bu dönemin en gerçekçi ressamı Leonarda da Vinci’dir. En meşhur resmi de Mona Lisa adlı tablosudur…” Mesele anlaşılsın diye bir öksürüklük zaman susunca; orada bulunan birisi; çok önemli bir şey söyleyecek gibi;
“Eskerliğimi yapaken bizim Gonyalı bir onbaşı vaadı. Bir iresim yapardı. Fotuguraftan da daha canlı çizerdi. Ona Hurşit amcamın karakalem bir iresmini yaptırdım. Getirip Hurşit amcama gösterdim. O da çok sevindi. İresimi istedi. Ben de bir daha yaptırırım deyip verdim ona. Karatepeli çivilerle aynanın yanına iresimi çakmış. Kaynanası ile hafızın Hatçe gelmişler. Bu eve melek girmez deyip, Hurşit amcanın pırasa püskülü gibi olan bıyıklarını karalayıp, boynuna da bir çizik atmışlar.”
Bu arada fıkır fıkır gülüşmeler olunca, bir diğeri de adeta yırtık dondan çıkar gibi;
“Resim heykel gibi şeyler puttur. Olduğu yerlere girilmez ve yapanların yaptıkları da harammış. Köpek olan eve de girmezmiş melekler. Köpeği, evin içine sokmamak lazım”
“Köpeği eve sokmayacağız ama ben dağda koyun güderken; bizim koyunları zararlı hayvanlardan, canavardan kim koruyacak?”
“O konuda bizim Mustafa Efendi hoca, evin dışında koyunları koruması için köpek beslenebilir diye fetva verdi” dedi.
“Sadece koyun, keçi sürüsü için mi bu fetva. Geçen sene Mustafa Efendinin evini, köye gelen dilenciler soyuyormuş. Tam öğlen sıcağında hoca efendi camide imiş, diğerleri de tarla bağda çalışırken; bir anda eve girmişler. Kel Bekir’in Alabaş, bir o yana bir bu yana koşarak çok yüksek sesle havlayınca; komşular; “Bu it niye böyle havlıyor?” deyip o mahalleye gelince, hırsızlar paniğe kapılmışlar ve köylülerde onları yakalamışlar.
“Eee! Mustafa efendi, o ite bir kilo et alıp önüne atmalıdır” deyince; cimriliği bütün çevre köylerde dahi duyulmuş olan Mustafa Efendi;
“Kurban bayramında kestirdiğim kurbanın kemiklerini veririm, hem çok sevap da kazanırım” deyip açıklama yapmış.”
“Ah! Ben olcektim orada. Alcaktım çoban değneğini!” Yer misin, yemez misin? diyerek neresine denk gelirse pat küt vuracaktım ki, sıkıysa bir daha hırsızlık yapsınlar bakalım”
“Olur mu öyle şey” diye çıkıştım. “Memlekette adalet var, mahkeme ve hakimler var” deyince; sözümü kesen Kabakçı Ahmet;
“Mahkeme, hakim, savcı olsa ne olcek? Sarı Nazmi, bizim tavukları çalıp, rakı içerken yemişler. Şikayet ettim. Jandarmalar tutup götürdüler. Daha sonra delil yetersizliğinden hakim bey, onları salıvermiştir” der demez ayağa kalktım. Çayların parasını masaya bıraktım. Ben giderken mühendis olan Yaşar bey;
“Ne güzel sohbet ediyorduk; nereye gidiyorsun?” diye arkamdan bağırdı. En son Avukat Cemil’in;
“Ali bey, yeni arabadan memnun musun? Yazlık tekerlekleri ne zaman değiştireceksin?” dediğini işittim.
Biz bu senaryoyu burada keselim. Bu kısa bölümü biraz yorumlayalım: Bu sohbet grubunun içinde her türlü kesimden insan var. Daha fazla teferruata inmeden; yüzeysel de olsa ilavelerle birlikte sorunlara el atalım.
Birisi konuşurken, cümlesi veya anlatmak istediği mevzu bitmeden sözünü kesme huyumuz çok yaygındır. Konuşan kişi, sözünü kesmelerine rağmen konuşmaya devam ederse; daha yüksek sesle adeta bağırarak; konuşanın konusunu anlaşılmaz hale getirip, kendine göre yönlendirir. Bazen bu bağırmalara, konuşanın cümlesinden bir kelimeyi cımbızla alıp, çarpıtarak başka bir yöne çeker. Bu çarpıtmayı da bazen bağırarak, hakaret ve alay ederek yaparlar. Yani kısaca içine eder. Mesela “Yahu oulum, sen dangalak mısın? Mümkün mü ööle bişeyin olması!” gibi vecize gibi bir sözle pat diye mühür vurur.
Yani konuşmanın ana konusundan fersah fersah uzaklaştığımız gibi sözün kısası bir de hakaretlerle ithamlarla sinirler gerilip müthiş bir curcuna yani karışıklık - kaos ortaya çıkar. Anlamak, anlaşabilmek, anlatmak ve herhangi bir konuda düzgün bir şekilde uyuşmak çok zordur.
Böyle bir durumda bebekler ve küçük çocuklar; kendilerine değer verilmediği, sayılmadıklarını anlayıp huzursuz olurlar ve bundan dolayı da ağlarlar, ya da uyumsuz, uygunsuz davranışlar gösterirler. Ana babanın esas isteklerini anlayamazlar, anlayamadıkları için de kendilerini doğru ifade edemezler. İstenen güzel şeyleri öğrenemezler ve ortaya çarpık bir şey çıkar.
Anadilini ya da iletişim dilini düzgün doğru ve kurallarına uygun bilen, kelimeleri ses bilimi açısından yerinde doğru söyleyen; söylerken söyleme biçimi ve ses tonu yumuşak olursa; kimse rahatsız olmaz ve saygı duyulup değer verildiğine inanır. Bizim gibi toplumlarda, hür akıl, hür vicdan, hür düşünce yanında saygı ile güven duygusunu bilim ve güzellikten ayırıp; ben merkezli bencillik sahiline adeta kara kışta yazlık izine göndermiştir.
Edepli olmayı ve dilimizi doğru dürüst bilmeyip yerinde kullanmadığımız için ne yazık ki kendimizi, fikrimizi anlatamıyoruz, karşı tarafı da anlayamıyoruz; sözün hası böylece anlaşamıyoruz.
Başarılı, sağlıklı, huzurlu, uyumlu ve güvende olabilmek için aileden ve toplumdan; konuşma adabını, düşünerek konuşmayı, yerinde, zamanında hareket edip, incitmeden saygılı olarak söz söylemeyi öğrenmeliyiz, öğretmeliyiz. Güzel ahlakı sevgiyle saygıyla rol model olarak verdiğimiz bu tür her şey, çocuğa verilecek en yararlı besindir: Çünkü, bu değerler ile beslenen çocuk, ailede ve toplumda sağlam bir yer elde edindikçe kendisine ve topluma güvenir. Toplum içinde görevlerini sağlıklı biçimde yapar ve hep beraber gelişmeye, başarıya katkıda bulunurlar.
Dili, doğru bir şekilde kullanıp öğretmek; sevgi ve güveni geliştirdiği gibi milli ve manevi değerleri kuşaktan kuşağa sağlıklı iletişimini sağlar. Dil köprüsünü doğru ve sağlam malzeme ile kurabilirsek gönülden gönüle girebiliriz, gönül bahçesini gülistana çevirip güzel güller yetiştirebiliriz.
Birlikte yola çıkabilmek için anlaşabilmek, güvenebilmek, saygı duymak, kederde ve sevinçte bir olup; arzulanan hedeflere ulaşabilmemiz için çok önemlidir. Herkesle yola çıkılmaz ama hayat yolunda yola çıkılması için acaba bizde birlikte yola çıkılacak bir durumda, olgunlukta mıyız ona bakmalıyız. İstenen bir işin başarılı olması için, o işe girişen olarak her konuda, her davranışta bizim edep, dil, davranış, insani konularda, görgü ve bilgi olarak layık ve uygun muyuz ona bakıp gelişmeliyiz, geliştirmeliyiz. Edep ve bilgiden uzak olursak; başarılı olsak bile huzur ve mutluluk verip barışı sağlayamayız.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 19.02.2023
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.