- 262 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜFTADE HAZRETLERİNİN ÇAĞIRDIĞI DEPREMZEDE
HAZRETİ ÜFTADE’ NİN ÇAĞIRDIĞI DEPREMZEDE
11Şubat 2023 Cumartesi sabah televizyonda yürek yakan haberleri izlerken aklımdan bin bir türlü duygular geçiyordu. Yaptığımız kahvaltının lokmaları boğazımızdan zorla aşağıları inerken Kurtarma Ekiplerinin “ SESİMİ DUYAN VAR MI “ haykırışları da boğazımızda yumruk gibi takılı kalıyordu. Günlerden beri yardım talepleri ile susmak bilmeyen telefonum saat 11.45 gibi tekrar çaldı. Yine çadır, battaniye, mont, jeneratöre benzin isteklerinin olabileceği birileri arıyordur diye içimden geçirirken göz ucumla telefonun ekranına baktım arayan günde bazen birkaç kere konuştuğumuz artık bizim evden biri olarak kabul ettiğimiz Ali İhsan arıyordu. Herhalde bir yerlere gidelim diyecek diye düşünerek açtım telefonu.
“Vekilim yıllar önce bizim köyde imamlık yapan hocanın akrabalarından 3 aile gece Malatya ’ dan Tophane’ ye bir hayırseverin evine gelmişler, yardıma ihtiyaçları varmış müsaitsen gidelim mi.” Deyince , hiç düşünmeden “ yarım saat sonra hazır olurum, gidelim kısmet olursa.” Dedim . Yarım saat sonra buluştuğumuzda arabanın arka koltuğunu doldurduğumuz acil ihtiyaç olabileceğini düşündüğümüz eşyalarla verilen adresi aramaya başladık. Devlet Hastanesinin arkasında bir birine benzeyen ve ilk defa gidenlerin mutlaka kaybolacağı arka sokaklarında yağmurun altında nihayet evi yaklaştık. Ali ihsan telefon etti. “ Biz adresinize yakın yerdeyiz ama evi bulamadık. “ deyince demir parmaklıkla koruna pencereden bir el uzanarak “Buradayız.” Diye elini salladı. İsminin Hakan olduğunu öğrendiğimiz 40-45 yaşlarında yorgun, bitkin ve farklı bir dünyanın insanı gibi yaşam heyecanını tüketmiş 4-5 günlük sakallarının arkasında gönlünden yüzüne derin uçurumlar yansımış depremzedeyi görünce ruhumuz irkildi. Hakan’ın da yardımıyla elimizdeki eşyalarla 3 katlı evin birinci katına girdiğimizde yaşadıkları ağır imtihanın ve korkunç afetin izleri hala yüzlerinden okunan ilk bakışta on- on beş kişilik kalabalık bir aile ortamında bulduk kendimizi. Gördüğümüz simalar her hallerinden tükenmiş, bütün umutları bitmiş insanlardı sanki. “ Geçmiş olsun mu diyecektik, Allah beterinden saklasın mı diyecektik, hoş geldiniz mi diyecektik, nasılsınız mı diyecektik, ne zaman mı geldiniz diyecektik, bir ihtiyacınız var mı diyecektik.” Açıkçası ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Ya Rabbim ne zormuş böyle bir durumda konuşmak. Allah’ dan ev sıcaktı. Dayalı döşeli bir ev. Küçük bir oda ve o oda kadar yine küçük ama salon gibi kullanılan toplam iki odalı bir ev. Ağır ağır tanışmaya ve konuşmaya başladık. Evde Hakan ve eşi, anne ve babası, Hakan’ ın kız kardeşi ve galiba dört ya da beş çocuk vardı. Gece geç vakit gelmişler. Önce İzmir’ e yönlendirilmişler, ardından Hakan’ ın meslek hayatından tanıdığı Kayseri’ li bir arkadaşı “ Kayseri’ ye gel, işin de hazır hazır hemen işe başla.” demiş. Hakan’ın Malatya’ nın (…) ilçesinde hazır mutfak dolapları üreten kendine ait bir atölyesi varmış. Her şey yerle bir olunca o karda kışta artık ilçede kalamayacaklarını anlayınca 44 plakalı beyaz minibüslerine doluşarak yollara düşmüşler. Önce İzmir’ e doğru yola çıkarken sonra fikir değiştirmişler Kayseri’ ye doğru yönelmişler. Uzun süre yol aldıktan sonra Hakan’ ın eşinin bir akrabasının tanıdığı Bursa’ da ki bu evden bahsetmiş. Hakan’ın eşi yolda ısrarla Bursa’ ya gidelim diye tutturmuş. O kadar çok ısrar etmiş ki yine fikir değiştirip bu defa beyaz minibüsün direksiyonunu Bursa’ ya çevirmişler. Bütün bunları anlatırken bir ara Hakan durdu, bakışları bir bulutun arkasına gizlenmişcesine bom boş bir bakışla “ Biz buraya neden geldik abi, ne işimiz var bizim burada, burada ne yapacağız ki, hiçbir şey bilmiyorum, aklım durdu, ne diyeceğimizi bilemiyorum.” Dediğinde Ali ihsan’ da ben de bir tuhaf olduk. Sustuk. Biz de ne diyeceğimizi bilemedik.
Ara sıra söze Hakan’ ın annesi ve babası da karışıyordu ama hiç kimse şu anda yaşadıkları bu ağır travmayı kaldıracak güçte değildi. Bu nasıl bir imtihandı ya Rabbim. İlk defa geldikleri bir şehirde, sabahleyin uyandıklarında ilk defa gördükleri bir mahallede, yine ilk defa yüzlerini gördükleri iki kişiye yıkılmış bir dünyanın, harap olmuş evlerinin ve yıkılmış iş yerlerinin, sonu nereye varacağını bilemedikleri bir ömrün hikayesini anlatıyorlardı. Hakan tekrar kendi kendine sordu. “ Biz neden geldik ki buraya, ne yapacağız burada.” Ne cevap verebilirdik ki. Nerden bilebilirdik ki bu sorunun cevabını. Hakan bir ara “ Eşim Bursa’ya gelmeyi çok istedi, o ısrar etti, Kayseri yolundan döndük halbuki Kayseri’ deki arkadaşımın yanında mesleğimi sürdürebilirdim.” Deyince ben de bu sıkıntılı, kasvetli ortamdan onları uzaklaştırmak için “ Eşin hangisi niye Bursa’ ya gelmeye ısrar etti bir soralım.” Dedim. Hakan’ da “O bir saat önce markete gitti, daha önce evi kullananlar banyoyu çok kirletmişler, temizlik malzemesi almaya gitti.” Dedi. Biz bu arada Hakan’ın hem babası ile hem de annesi ile dağdan, dereden, tepeden konuşarak depremi anmamaya gayret ediyorduk ama ne yapsak nafile. Nasıl unutulur ki. Zaten o küçücük odada televizyon da sürekli bölgeden canlı yayınlar yapıyor, Kurtarma Ekiplerinin enkaz altından çıkarmaya çalıştıkları görüntüleri veriyor. Bu kalabalık ailenin fertleri fiziken bu iki odadaydı ama hiç biri aslında yanımızda değillerdi. Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen Hakan’ ın eşi hala dönmemişti.
Hakan’ ın eşinin saatler geçmesine rağmen hala eve dönmeyişi oldukça bizleri hatta hepimizi tedirgin etmişti. Bu böyle olmayacaktı. Hakan’ a dönerek “ Eşine telefon et, bu sokaklar bir birine çok benziyor , evi kaybetmiş olabilir, bize yerini tarif etsin oradan alalım.” Deyince, telefonun evde şarj etmek için prizde olduğunu gördük. Bu ise işimizi daha da güçleştirmişti. Ne yapacağımızı bilemedik. “Haydi evde durmayalım dışarı çıkıp arayalım.” Dedim. Üzerinde ne renk elbise olduğunu sorduğumda bordo gibi vişne çürüğü gibi bir ince manto olduğunu öğrendik. Hakan ile Ali İhsan’ a Üftade’ ye doğru gitmelerini söyledim. Ben de Devlet Hastanesi tarafına gitmeye karar verdim. Hava buz gibi soğuk. Yağmur da yağıyor. Nasıl birini aradığımızı da bilmeden üzerinde bordo renkli bir ince mantosu olan birini aramaya başladım. Birkaç mahalle dükkanına girdim. Selam verip, temizlik malzemesi almaya gelen bir kadının gelip gelmediğini bakkala soruyorum, depremzede kadını tarif etmeye çalışıyorum. Ama nafile. Bir ara kendime de hem kızdım, hem de güldüm. Hakan’ ın eşinin adını sormayı unutmuştum. Adı neydi, soyadı neydi. Kimi arıyordum. Kimdi aradığım kadın. Birkaç gündür yaşadığımız travma bizleri bile nasıl etkilemiş farkında değildik. Ya o depremi yaşayanlar, uykunun en koyu yerinde korkunç bir gürültüyle yataklarından yerlere savrulanlar, buz gibi havada kendini sokakta bulanlar, gözlerinin önünde 4 katlı beş katlı, on katlı binaların darmadağın olup caddelere yığılmaları, gözlerinin önünde yıllarca acı tatlı anılarını paylaştıkları, o ana kadar ancak filmlerde gördükleri sahnelerin gözlerinin önünde cereyan etmesi, düne kadar başlarını soktukları evlerinin moloz yığınlarına dönüşünü göz yaşları içinde çaresizce seyredenler, enkaz altında eksi 15 derecelerde buzhane gibi ortamlarda kendilerine uzanacak elleri bekleyen vatandaşlarımız ne haldeydi, nasıl travmalar yaşıyorlardı acaba. Nasıl bir karanlık dünyanın ortasındaydılar ve nasıl kurtulmayı bekliyorlardı. Bunun cevabı var mıydı ki. Bütün bunları düşünürken kaç bakkala sorduysam hep olumsuz cevap almıştım. Artık enkaz altında kalan ben miymişim gibi ümidim de bitmişti sanki. Biliyorum bizler ümidimizi asla yitirmemeliyiz, kaybetmemeliyiz. Bu bize yakışmazdı. Yine de Onkoloji Hastanesine kadar sormadığım yer kalmamıştı. Bir ara 30-40 metre ileriden elinde poşet ve üzerinde de bordo rengi andıran uzun ceketli bir bayanın gelmekte olduğunu gördüm. Çok sevinmiştim. Adımlarımı hızlandırıp 3-5 metre yaklaşınca hiç tereddüt etmeden bütük bir sevinçle “ Siz Malatya’ dan bu gece mi geldiniz.” Diye sorum. Karşımdaki kadın bu soru karşısında önce bir duraksadı ve sonra şaşkın bir ifadeyle “ Yok.” Dedi. Buz gibi bir hava oluştu. Sabah sabah hiç tanımadığım bir kadına sokak ortasında pat diye soru soruyorum. Elbette O’ da buz gibi cevap vermeliydi. Offff..ne yapmalıydım, nasıl sormalıydım diye kendi kendime on bin tane soru sordum içimden. Sonra kendimi toparlayıp “Kusura bakmayın kardeş, dün gece geç vakit Malatya’ dan depremzede üç aile bu mahalleye göç etmişler, evin hanımı da markete temizlik ürünleri almaya gitmiş, 2 saat kadar olmuş eve dönmemiş, üzerinde de sizin üzerinizdeki renge benzeyen bir kıyafeti varmış, Sizin de elinizde poşeti görününce acaba aradığımız kadın mısınız diye sordum, özür dilerim, hakkınızı helal edin.” Deyince kadıncağız rahatladı. Benim içine düştüğüm durumun farkına varmış olacak ki olgun bir tavırla “Canın sağ olsun abi, sorun değil.” Dedi. Artık ben de rahatlamıştım. Bu defa kendimi toparlayıp “Peki buralarda market var mı.” Diye sorunca, eliyle sağ tarafı işaret ederek “ Şurada köşenin az ilerisinde market değil ama büyük bir mahalle dükkanı var.” Deyince kendisine teşekkür edip hemen büyük bir sevinçle o tarafa yöneldim.
Bakkala doğru giderken Bursa’mızda Hisariçi diye bildiğimiz semtte Mollagürani Mahallesinde ki bir köşede kabri bulunan ve 1424 yılında vefat eden Büyük Devlet Adamı Oruç Bey’in kabri önünden geçiyordum, önce bir selam verip fatihamı gönderdim. Oruç Bey, Kara Timurtaşpaşa’ nın oğlu olup, 4. Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında komutanlık yapmış, daha sonra da 5. Osmanlı Padişahı Çelebi Mehmet tarafından Beylerbeyliği görevine getirilmiş ve son olarak da Fatih Sultan Mehmet’ in babası olan 6. Osmanlı Padişahı 2. Murad tarafından vezirlik görevi verilmiş, gerçekten önemli bir Devlet Adamının kabri önündeydim ve bir anda sanki her şeyi unutmuştum. Yaklaşık 200 metre ilerideki dükkana girerken bakkaldan bu defa aradığım cevabı duyabilirim ümidiyle içeri girdim. Bakkala selam verip sabahtan beri sıkıntısını çektiğimiz konunun detayları ile derdimi anlattım. İçimden kendi kendime “Tamam bu defa bulacağız galiba.” Diye geçiriyorken bakkaldan aldığım cevap karşısında sabahtan beri süregelen koşturmaca ve sıkıntılı süreç sonunda rahatlayacağım bir ortamı bulacağım ve yaşayacağım ümidiyle nasıl da huzurluydum. O yüzden verilecek cevap için pür dikkat kesilmiştim. Ama o da ne. Bakkaldan nasıl bir cevap almış olabilirdim sizce. Neyse yormayın kendinizi. Aldığım cevap karşısında buz gibi havaya eşlik edercesine ben de heykelden bir görüntü gibi olup dondum kaldım. Tahmin etmeniz zor olmamıştır herhalde. Düştüğüm durumu anlayabilmeniz için benim yaşadıklarımı yaşamanız lazım. Yine aradığım cevabı bulamamıştım. Ne yapacağımı bilemedim. Bakkala teşekkür edip orta ölçekli mahalle marketinden çıktım. Tek çarem eve geri dönmekti. Telefonu elime alıp Ali İhsan’ ı aradım ve Hakan’ ın eşini bulamadığımı buralarda Malatya’ lı bir depremzedeye kimsenin rastlamadığını ve görmediğini söyleyerek eve geri dönmeye başladığımı ve oturup bir plan yapmamız gerektiğini söyledim. Çünkü onlar da Hakan’ ın eşini bulamamışlardı. Yaklaşık on dakika sonra evin önünde buluştuk. Üçümüzün de yüzleri asıktı. Hep beraber eve girdik. Evdekiler baba, anne, çocuklar ve Hakan’ ın kız kardeşi olmak üzere her birisi ağzımızdan çıkacak habere bakıyorlardı. Ama onların duymayı çok istediği cevap üçümüzde de yoktu ki. Herkes fikrini söylüyordu. Kimisi yolları karıştırdığı için mahallede kaybolmuş olabileceğini söylüyorlardı ki bu fikre ben de katılıyordum. Kimisi acaba muhtarlığa veya valiliğe mi gitmiştir derken, ben de kendi kendime daha bu gece gelen birinin Bursa’ yı bilmeden, tanımadan nasıl muhtarlığa veya valiliğe gidebileceğini düşünüyordum. Kimisi de yardım istemek için kaymakamlığa gitmiş olabilir mi diye fikirlerini belirtiyorlardı. Ama bu arada en yakıcı, en yürek yakan söz bu defa eşi Hakan’ dan geldi.
“ Biraz sitem ettim. Burada ne yapacaktık, niye geldik, tanıdığımız hiç kimse yok diye fazlaca sitem ettim. Acaba bu kadar üstüne gitmesem miydim, belki de şimdi Malatya’ ya geri dönüyor, terminale gidiyordur, şimdi onun pişmanlığını yaşıyorum.” Deyince hepimiz öylece sustuk kaldık. Hakan’ ın babası ve annesi de suskunlaştılar. Bir ara babası yere oturdu kaldı. Kısa süreli bir baygınlık geçirdi.
Hakan eşi için, “ Galiba bana kızdı Malatya’ ya geri dönecek.” Deyince beynimizden vurulmuşa döndük. Bu da ne demekti böyle. Hiç olacak şey miydi. Ağzımdan bir tek kelime çıkmadan, hiçbir şey sormadan, ne demek istediğini açıklamasını isteyen bir bakışla Hakan’ ın gözlerine baktım. Aslında bu bakışımda biraz da öfke doluydum sanki. Hakan bunu fark edince açıklama ihtiyacı hissetmiş olmalı ki dolaba sırtını yaslayarak “ Dün akşam yolda gelirken ben fazla yüklendim, üzerine fazla gittim. Kayseri’ de iş imkanım varken, orada hemen işe başlayacak durumdayken eşim ısrarla Bursa’ ya gidelim, ben bundan sonra artık Bursa’ da yaşamak istiyorum. O’ nun bu aşırı ısrarı yüzünden gece geç vakit hiç tanımadığımız bu şehre Bursa’ ya geldik. Ben de biraz fazla yüklendim galiba.” Daha sonra Hakan Allah’ tan çabuk kendine geldi. Durum gerçekten ciddiydi. Artık acil bir şeyler yapma vakti gelmişti. Herkese sakin olmasını söyleyip biz geri gelinceye kadar hiç kimse evden ayrılmasın diye tembihleyerek Ali İhsan ile acil ihtiyaçlarının listesini not ederek hemen evden çıktık. Önce mahalle muhtarı Metin Acar’ ın dükkanına gittik. Şans işte, bu defa da Muhtar Metin bir tanıdığının cenazesi varmış o yüzden dükkanda yoktu. Kızları varmış. Durumu anlattık ama kızları da bizim Malatya’ lı depremzededen haberleri yoktu.
Doğruca valiliğe yöneldik. Tayyare Kültür Merkezi’ nin önünde arabayı park ederek Valiliğe gittik. Kapıdaki nöbetçi polis memurlarına durumu izah ettik, kadının adını soy adını da eşi Hakan’ a telefon ederek öğrenip, üzerindeki kıyafeti de tarif ederek bütün polis karakollarına bildirmeleri için gereken telsiz görüşmelerinde bulunacaklarını öğrenince müthiş rahatladık. Polis memuru arkadaşlara benim, Ali İhsan’ ın ve ayrıca Hakan’ ın telefon numarasını da verdik, teşekkür ederek ayrıldık. Elimizdeki listedeki ihtiyaçların temini için yağmur altında çarşıya geçtik. Nasıl stresli bir günü yaşıyorduk anlatamam. Halbuki evden çıkarken ne kadar da huzurluyduk. Gece Bursa’ ya gelen depremzede bir aile vardı, biz de güya kendi çapımızda, karınca kararınca ihtiyaçlarını imkanlarımız oranında gidermeye çalışacaktık. Off ki ne offf..Aile biz evden çıkarken zaten perişandı. Malatya’ da barınacakları evleri kalmamıştı. İşleri bozulmuştu. Hiç tanımadıkları bilmedikleri bir şehirde yeni bir yaşantıya başlayacaklardı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de evin direği olan Hakan’ ın eşi kayıptı.
Ali İhsan’ ın tanıdığı bir toptancıdan ailenin acil ihtiyaçlarını aldıktan sonra bir yere daha uğrayıp oradan da aldığımız malzemelerle doğruca Hisariçi’ ne yöneldik. Giderken aklımızda içinden çıkamadığımız bir yığın soru vardı ve çözmemiz de şimdilik mümkün görünmüyordu sanki. Evin zilini çaldığımızda ailenin birçok ferdi kapıda bizleri bekliyorlardı. Yüzlerinde de sanki bir mutluluk havası var gibiydi. İçeri girdik. Her birinin yüzüne yayılan bir tebessümü fark ettik. Ve evde üzerinde bordo gibi vişne rengi gibi ince yazlık mantosu olan bir kadın daha vardı. Gözlerimiz O’ nun üzerindeydi. Şaşkınlığımızı üzerimizden atmaya çalışırken Hakan “ Abi eşim geldi.” Deyince derin bir ohhh çektik. Evde iki kişi daha vardı. Bunlar da Ali İhsan’ ın köylüsü bir iş adamı ile eşiydi. Onlar da geçmiş olsun demeye ve ihtiyaçlarını tespit etmeye gelmişler. O arada bir de bu sıkıntı içinde çay da yapmışlar, ömrümce açık çay içmeme rağmen bardağıma koydukları demli çayı da mecburen de olsa büyük bir huzur içinde yudumluyordum. Ama bir yandan da Hakan’ı ve depremzede olduğu kadar ve de bir o kadar da kayıpzede olan eşinin ağzından çıkacak kelimeleri merak ediyordum. Hakan’ ın eşi R. De ayakta bize anlatacakları varmış gibi heyecanlıydı. “ Eee “ dedim, “ Sabahtan beri aradığımız Malatya’ lı şu meşhur kayıp depremzede Sen misin.” Bana doğru eğilerek “ Abi valla ben ne yaptığımı mı biliyorum. Hepiniz hakkınızı helal edin, hepinizi zor durumda bırakmışım, ama ben hala rüyada gibiyim. Sanki o korkunç depremi hiç yaşamamış gibiyim, nasıl bir ortmada buldum kendimi anlatamam. Ruhum öyle ferah ki.” R. nin anlattıklarını hepimiz soluksuz dinliyorduk. Tabiri caizse ağzımız açık dinliyorduk. Biribirine çok benzeyen bu sokaklarda kaybolmadan tekrar eve geldiğine mi sevinecektik, eşi Hakan’ ın bile ya malatya’ ya geri gittiyse diye içini kemiren duygunun sona erdiğine mi sevinecektik, veya sağ salim eve geri döndüğüne mi sevinecektik, sonu mutlukla biten bir rüyadan uyandığımıza mı sevinecektik, yoksa kalbinden yüzen vuran o muazzam mutluluğa mı sevinecektik bilemiyorduk. Bildiğimiz tek şey vardı ki test sorularında bazen e şıkkı HEPSİ olurdu ya işte biz de E ŞIKKI na yani hepsine seviniyorduk.
“ Bak.” Dedim, “ Şu kaybolma anını baştan sona bir anlat şu anda bütün Bursa’ da polis karakollarında Senin adın anons ediliyor, hepimiz yerle bir olduk. Neler oldu, neler yaşadın bir bir anlat bakalım.” Dedim. O’ da başladı anlatmaya..
R. A. anlatmaya başlamadan önce ilk iş olarak valiliği arayarak kayıp anonsunu iptal ettirdim. Sonra dinlemeye başladım. Sabahleyin evden çıktığında sokakta belediyenin bir sokak temizlikçisiyle karşılaşır ve tanışırlar. Temizlikçi de doğru mahalle muhtarı Metin Acar’ ın dükkanına götürür ve durumu izah ederler. Muhtar da gereken notları alır ve pazartesi kaymakamlığa bilgi vereceğini söyler. R.A. dükkandan temizlik ürünleri alır ancak aradığı temizlik fırçası orada yoktur. O sırada dükkana gelen bir teyze “ Benim evimde var ben vereyim.” Der. O sırada öğlen ezanları okunmaya başlar. R.A. namaz için camiye gitmek ister. Çünkü bu namaz Bursa’ da camide cemaatle kılacağı ilk namaz olacaktı. O yakınlarda küçük bir mescit vardır ancak R.A.nın içinden bir ses ısrarla dükkanın sağ tarafındaki yere doğru gitmekten yanadır. Anlam veremediği bir ses sürekli o yöne akmaktadır. Teyze’ de evinin yönünün o tarafta olduğunu söyleyince sevinç içinde o tarafa doğru yürümeye başlarlar. Ne hikmetse içinde akan çağlayan ile teyzenin evi aynı yöndedir. Ve teyzenin evine doğru ilerlemeye başlarlar. Girdikleri dar sokakta başlarındaki taşlardan da anlaşıldığı gibi eski tarihi kabirler vardır. Teyze evinden temizlik fırçası alır ve biraz daha ilerlediklerinde camiye varırlar. Burası ÜFTADE HAZRETLERİNİN adı anılan camidir. Ne diyeceğini bilemez. Şok olur.
Daha genç kızken, henüz evlenmemişken “ Allahım bana bir türbenin yakınında bir ev nasip eyle.” Dediği günler ve dualar aklına gelir. Nerden nereye diye içinden geçirir. Dünyanın gelmiş geçmiş en ağır, en büyük depremini yaşayan bir bölgenin insanı şimdi nasıl bir ortamdaydı, işin içinden çıkamıyordu. Yaşadıkları çok büyük bir felaket nasıl bir sonucu beraberinde getirmişti. Akıl sır erecek gibi değildi.
Temizlik fırçasını veren teyze ile beraberce camiye girerler ve büyük bir aşkla namaz eda edilir. Camide oldukça kalabalık kadın cemaat de vardır. Sanki hac ibadeti yapılıyormuşcasına bir namazdır bu kıldığı namaz. Tadına doyum olmayan bir namazdır. Esas şok namazdan sonra gelecekti. Yıllardan beri adını duyduğu, hayatını okuduğu ve hayran olduğu Üftade Hazretleri’ nin kabri oradaydı, hemen yanı başında huzur içinde yatmaktaydı. Başını sağ doğru çevirdi hemen orada yatıyordu, hem de 2 metre uzağındaydı. Aşk Bağının Andalibi orada yatıyordu. Büyük bir aşkla türbeye girdiler. Fatihalarını okudular. Türbe içinde bir çok kadın ve erkek, kimisi ayakta, kimisi oturdukları yerde Kur’an-ı Kerimler okumakta, dualar etmekteydi. Sonra R.A. nın oradakilerin de duyacağı bir şekilde dudaklarından “Sen çağırdın ben de geldim.” Cümleleri dökülür. Oradakiler de, temizlik fırçası veren teyze de bu cümlelerin ne anlama geldiğini kavrayamazlar. Teyze başını çevirip R.A. ya sorar “ Kim çağırdı, kime söyledin.” Der. “Hiç.” Der R.A. daha sonra orada türbe içinde secdeye kapanır ve dualar eder. Bir sır gibi bir ömür kendinde kalacak dualar eder. Biraz sonra gözyaşlarıyla ayağa kalktığında bir başka şok daha yaşar. Ne yapacağının bilemez. Ayağa kalktığında kendisini sabahtan beri yalnız bırakmayan, evinden temizlik fırçası veren, Üftade Hazretlerine götüren teyze de sanki buhar olup uçmuştu. Yer yarıldı da sanki içine girmişti. Teyze yoktu.
Yaşadıkları çok ağır deprem şoku, önce İzmir, ardından Kayseri ve nihayet Bursa’ da biten her biri birbirinden ilginç olayların yaşandığı bir zaman dilimi. Ne yapacağını bilemez ve eve dönmeye karar verir. Ve dönüş yolunda yolunu rahat bulabilmek için temizlik işçisiyle ilk görüştüğü yerlerdeki evlerin rengini, park edilmiş arabaların rengini takip ederek nihayet evi bulur. İçinde tarifi mümkün olmayan bir huzur, müthiş bir mutluluk vardır. Kapıdan içeri girdiğinde üzüntüden eser kalmamış , tam tersine içindeki huzurun yüzüne vurduğu tebessümle eve giren bir kadın. Eşi Hakan diyor ki : “ Vekilim, eşim eve geldiğinde depreme yakalanmış biri gibi değil, sıkıntılar içinde kalmış biri gibi değil de, tüm istedikleri yerine gelmiş biri gibiydi, ev almış, araba almış birisi gibi yüzü gülüyordu, ne olduğunu bizler de anlayamadık.” Ne zaman ki baştan sona anlattı. O zaman kavrayabildik.”
Günün sonunda bu sır dolu öyküyü dinledikten sonra Ali İhsan ile yüreğimizi daraltan bütün stresimizi üzerimizden atmış, sanki böyle bir olaya tanıklık etmemiş gibi büyük bir huzurla ayrılma zamanımızın geldiğini anlamıştık.
Evdekilerle huzurlu bir şekilde vedalaşıp ayrılırken R.A.ya dönüp “Hepimizi çok büyük sıkıntıya soktun, hepimiz çok endişe duymuştuk ama çok şükür ki her şey yolundaymış.” Deyip evin dar merdivenlerinden inerken yüzüne yansıyan tebessümle son sözleri kulaklarımızdan ruhumuza dalga dalga iniyordu.
“O çağırdı biz de geldik.”
Faruk ANBARCIOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.